16 Nisan Trump ve Amerikan medyası

Hakan Çopur / Araştırmacı
22.04.2017

16-17 Mayıs’ta gerçekleşmesi beklenen Trump-Erdoğan görüşmesi, ikili ve bölgesel ilişkiler açısından tarihi bir buluşma anlamına gelecektir. Görüşmeden “stratejik ortaklık” gibi yeni bir süreç önerisi çıkarsa son yıllarda gerilen Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir evreye girebilir.


16 Nisan Trump ve Amerikan medyası

16 Nisan’da yapılan referandumun ABD de dahil olmak üzere Batı medyasında sebep olduğu tartışmanın, Donald Trump’ın Beyaz Saray’ında aynı ölçüde yer almaması, son günlerde Washington’ın önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Türkiye’ye ve özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelttikleri eleştirileri Trump’tan ve Beyaz Saray’dan duyamayan ana akım Amerikan medyası, zaten kavgalı olduğu yeni Başkan ile anlaşmazlık listesine yeni bir madde daha eklemiş durumda.

Erdoğan ‘alerjisi’

Türkiye açısından hayati önemi haiz 16 Nisan referandumu, kuşkusuz Washington kulislerinde de yakından takip edildi. Çıkacak her sonucun siyaseten ne anlama geleceği ve Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkileyebileceği kapalı kapılar ardından konuşuldu. Trump yönetimi Türkiye konusunda görece az konuşuyor olsa da Obama dönemine kıyasla daha iyi bir ilişki kurulması için Ankara-Washington hattında çok gayret gösterildiği net bir şekilde görülüyor.

Bununla birlikte Gezi Parkı olaylarından bu yana Türkiye ile ilgili yayınlarını genellikle “Cumhurbaşkanı Erdoğan alerjisi” üzerine kuran ana akım Amerikan medyası, pazar günkü referandumu da aynı hissiyatla takip edip yansıttı. Anayasa değişiklik maddelerinden ve içerikten ziyade referandumun kabul edilmesinin “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gücünü ve yetkisini artıracağını” savunan Amerikan medyası, Avrupa medyasının bir bölümü kadar olmasa da üstü kapalı bir “hayır” kampanyası yürüttü.

Ancak referandumdan hemen sonraki gün ABD Başkanı Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak referandum sonucundan dolayı tebrik etmesi, Amerikan medyasında kelimenin tam anlamıyla “soğuk duş etkisi” yaptı. Söz konusu görüşmeyi “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve referandum sonuçlarına meşruiyet sağladığı” gerekçesiyle eleştiren ana akım medyada özellikle Beyaz Saray’dan kayda değer bir karşılığın gelmemesinin kızgınlığı ve şaşkınlığı yaşandı.

“Oylama sonuçlarında sorunlar olduğu” ve “yapılan anayasa değişikliklerinin zaten güçlü olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı daha da güçlendirdiği” tezlerini savunan Amerikan medyası, Trump’tan ve Beyaz Saray’dan benzer açıklamaları alamadı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın genel olarak makul, ancak AGİT’in raporundaki kaygıların not edildiğini ifade eden açıklamasını adeta “kurtarıcı” olarak kabul eden ana akım medya, bu sefer de Beyaz Saray ile Dışişleri Bakanlığı arasındaki ton farkının ne anlama geldiğini sorgulamaya başladı. Israrlı sorulara Trump yönetiminden istediği cevapları alamayan Beyaz Saray muhabirleri, aynı günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mayıs ayı ortasında Trump ile Washington’da görüşeceğini öğrendi. Şu anda görece sular durulmuş olsa da Türkiye’den referandumla ilgili gelecek her haberin Washington’da yankısı olacak, medya ile yönetim arasındaki bakış açısı farkı bir kez daha ortaya çıkacak.

Beyaz Saray’ın yaklaşımı farklı

Tüm bu yaşananlar alt alta konulunca Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakışta Amerikan medyası ile Trump yönetimi arasında net bir farklılık olduğu anlaşılıyor. 16 Nisan’dan önceki yayınlarında genel olarak “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yetkilerini genişletmesine” vurgu yapan ana akım Amerikan medyasının aksine Trump yönetimi, Suriye, terörle mücadele ve NATO ittifakı çerçevesinde güvenlik-merkezli işbirliği alanlarına odaklanmış durumda. Bu açıdan, Trump yönetiminde, Amerikan medyasındakine benzer bir “Cumhurbaşkanı Erdoğan alerjisinin” olmadığı görülüyor. Bu alerjinin 16 Nisan versiyonu, Trump’ın Erdoğan ile yaptığı uzun telefon görüşmesiyle çöpe atılmış oldu. Ancak medyadaki Türkiye tartışmaları, öncekilere benzer şekilde tek bir isim üzerinden dönmeye devam ediyor.

Her ne kadar PYD’ye verilen destek ve FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi konularında Ankara’nın görmek istediği çok net ve somut adımlar henüz atılmış olmasa da iki başkentte de “ortak çıkarlar etrafında beraber çalışma arzusunun” olduğu söylenebilir. Bu bakımdan şu ana kadarki tabloda Trump yönetiminin Türkiye konusunda makul, sabırlı ve dengeli bir çizgi yakalamaya çalıştığı görülüyor. DEAŞ’la mücadele konusuna özel bir önem veren Trump yönetiminin özellikle Rakka operasyonu konusundaki son kararının, Türk-Amerikan ilişkilerinde belirleyici olacağı ifade ediliyor. Bu karar henüz verilmemişken Türkiye ile ipleri germek istemeyen Trump, Amerikan medyasının ya da Washington merkezli Obama dönemi kalıntılarının ne dediğine bakmadan Ankara ile ilişkisini sürdürüyor. Bu bakımdan Trump-Erdoğan görüşmesinin içeriği de zamanlaması da Trump’ın verdiği “Biz Ankara ile yakın çalışmak istiyoruz” mesajı niteliğindeydi. Ayrıca görüşme, Washington’daki “Türkiye’de sistem değişikliğine karşı” havanın kırılmasına da önemli ölçüde yardımcı oldu.

Medyadaki Erdoğan profili

Kuşkusuz Amerikan medyasındaki “Erdoğan” profili, bir günde ortaya çıkmış bir algıyı yansıtmıyor. Erdoğan’ın “İslamcılığı”, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yılları, Batı’ya bakışı ve bir türlü engellenemeyen yükselişi, Amerikan medyasındaki “Erdoğan alerjisinin” temel sebepleri arasında yer alıyor. 2013 yılındaki Gezi Parkı olaylarını günlerce canlı yayınlarla veren Amerikan medyası, o günden itibaren “güçlenen Erdoğan” profiliyle ilgili negatif yayınlarında uzunca bir süre Obama yönetiminden dolaylı destek görmüştü. Beyaz Saray’a geliş sürecinden itibaren Trump ile yıldızı bir türlü barışmayan ana akım Amerikan medyası için Beyaz Saray’ın “Cumhurbaşkanı Erdoğan okuması”, mevcut anlaşmazlıklar listesine yeni bir madde eklemek anlamına geldi. Buna karşılık şimdiye kadar yerleşik liberal Amerikan medyasına pek yüz vermeyen Trump ise kendi bildiği yöntemle ilişkileri yönetmeye devam ediyor.

Bu bakımdan 16-17 Mayıs’ta gerçekleşmesi beklenen Trump-Erdoğan görüşmesi, ikili ve bölgesel ilişkiler açısından tarihi bir buluşma anlamına gelecektir. Görüşmeden “stratejik ortaklık” gibi yeni bir süreç önerisi çıkarsa son yıllarda gerilen Türk-Amerikan ilişkileri yeni bir evreye girebilir. Ancak iki lider anlaşamadan ayrılırsa o zaman da PYD ve Gülen gibi iki baş ağrısının bundan sonra da devam edeceğini öngörmek mümkündür.

[email protected]