'2019 Düzeni' ve kavramları yeniden tanımlamak

Ercan Yıldırım / Yazar
17.03.2018

1071’den sonra inşa edilen vatan-millet-Türk kavramları tamamen İslam ile mücehhez olduğu için zinde güçler direnç gösteriyor. Halbuki Afrin operasyonu da açıkça belli etti ki beka meselesi sadece sınır güvenliğiyle değil Anadolu’yu vatan kılan dinamiklerin yeniden üretilmesiyle de alakalı… Bugün dünya yeni tekellere, oligopollere evrilirken Türkiye’nin başta aidiyet meselesini çözmesi gerekir.


'2019 Düzeni' ve kavramları yeniden tanımlamak

Türk ilerleyen, değişen, dönüşen değil oluşandır.

Batı çıkmazı, modernlik, gelişme ve ilerleme kavramları etrafında Türk’ün İslam ile bağlantısını sorgulanır hale getirip ‘ol’uşma yerini muasır medeniyetin seviyesine “yükselme-ilerleme” anlayışına bırakınca tarih sahnesindeki dönüştürücü gücümüz aktüel medeniyetin sıradan bir taliplisine, medeniyet arayan vahşi figürüne bıraktı. Modern kapitalist dünya sistemi kurulduktan sonra kendini dinamik, oluşa odaklayan ‘Aydınlanmış’ Batı felsefesinin karşısında klasik ‘özcü’ bir İslam düşüncesi-Türklük tanımlandı.

Kapitalist müesses nizama bağlı Cumhuriyet ideolojisi etrafındaki siyasal alan bu statik felsefeyi dönem dönem yeniden üretmekle çağdaşlık trendlerini yakaladığını, muasır medeniyete ulaşabileceğini zannetti; donmuş bir özü tarihin tozlu raflarından çıkarıp metafizik değer yükleyerek yeniden piyasaya sürdü, sürmeye devam ediyor. Halbuki biz Türklerin özü, aktüel medeniyetin müdahalesine mahal bırakmadan İslam ve İslam’ın tevhid kavgasıyla zaten an be an güncelleniyordu.

İslam, Türklerin oluş çığlığını, oluşa açlığını fazlasıyla karşılıyordu; 1071 bunun dizginlenemez yükselişi oldu. İstiklal Harbi’ni sevk ve idare eden İstiklal Marşı’nın “korkma” ile başlaması Türk milletinin oluşu Peygamber Efendimizin sünnetiyle ne kadar diri kıldığını gösteriyordu; Cumhuriyet idaresi 1071 öncesinin statik özcülüğünü mutlaklaştırmak için elinden geleni ardına koymadı!

Biz Türkler İslam’ı bir örf haline getirerek, sünneti gündelik yaşamın içine yedirerek Anadolu’daki Batı ve kapitalizm dışı dünyayı, nizamı inşa ettik. Anadolu’da Batı dışı İslami bir nizamı kurmak aslında Anadolu’yu vatan kılmak demekti; bu açıdan biz Türkler kurtuluşu, oluşu mehdi beklentisine hiçbir zaman endekslemediğimiz gibi simgelerin yüzer-gezer sığlığına teslim olmadan, tarihi kült özcülükle dondurmadan yepyeni oluşlara açıldık.

Sinan’ın Süleymaniye’si, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, büyük Itri’nin şaheseristatik özü değil oluşu anlatır.

1071 sınırı…

2019’da yapılacak seçimle yürürlüğe girecek yeni sistem aracılığıyla Türkiye önemli bir imkan elde edebilir; sadece Cumhuriyet döneminde değil 1699’dan bu yana süregelen çöküş, zihni dönüşüm durdurulabilir, yeni bir oluşun kapılarının aralanması için bir imkana bile kavuşulabilir.

2019 düzeni bu açıdan mutlaka bir atmosfer oluşturacaktır fakat yerleşik ideolojik algılarla, statükonun genel geçer karakteri bu süreci akamete uğratabilir.

Türkiye bugün hemen her alanda “fabrika ayarlarına dönme” çabası içinde… Fakat tarih anlayışımız ideolojik kompartımanlara göre bölündüğü için hangi ayarlara dönüleceği bile bir muamma.

Şurası muhakkak ki 1071 öncesinin Anadolu’nun İslamlaştırılmadığı, vatan kılınmadığı, simge-yoğun dönemine gitmek aynı zamanda Kemalist Tek Parti reflekslerini yeniden kotarma riskini beraberinde getiriyor. 1071 tarihinden sonra inşa edilen vatan-millet-Türk kavramları tamamıyla İslam ile mücehhez olduğu için zinde güçler direnç gösteriyor. Halbuki Türkiye’nin Afrin operasyonu da açıkça belli etti ki beka meselesi sadece sınırların güvenliğiyle değil aynı zamanda Anadolu’yu vatan kılan dinamiklerin yeniden üretilmesiyle de alakalı… Öyle ki bugün dünya yeni tekellere oligo-pollere, federasyonlara evrilirken Türkiye’nin en başta aidiyet meselesini çözmesi gerekir.

De facto kavram karmaşası

Millet bağımız modernleşme dönemi ulusal reflekslerine, simgelere değil İslami kimliğe ait… Milli kimliğimiz 1071 öncesinin vatan-millet arayı-şındaki özcülüğüne değil Anadolu’nun İslamlaşmasıyla ortaya çıkan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza Büyük Müesses Nizamı’na bağlı… Bu hakikatten kaçıldığı özcülüğe, eyyamcı tehditkar tekliflere sığınıldığı vakit, dünyadaki postdevlet aşamasında beka meselesini çok daha ciddi yaşayabiliriz. Yeni düzene doğru giderken bu dönemin bir felsefesi, ideolojisi, hukuku ve tabi bununla bağlantılı bir ideologu yok! Dolayısıyla 2019 Düzeni kadar belki bugün içinde bulunduğumuz aşamaları meşrulaştıracak, küresel manada hukuki alt yapısını oluşturabilecek bir hukuk, hukuk felsefesi ve usulüne de sahip olamadık.

Ne olağanüstü hallere özgü “istisna hali”ni, “zorunluluğun getirdiği şartlar etiği”ni ne tarihimizdeki, medeniyet birikimimizdeki efdaliyet, kerhen, güzel bidat, meşveret, Mecelle’de söylendiği gibi “ehven-i şerreyn ihtiyar olunur”, “Def i mefâsid celb i menâfi’den evlâdır” ilkelerini çoğaltarak meşruiyet zeminine yayabildik.

2019 Düzeni bu açıdan kurucu bir dönem olurken ideolojik, doktriner, hukuki boyutları ihmal edilemeyecek kadar belirleyicidir. Sorun meşruiyet zeminini kurma aşamasında temeli 1071’den mi yoksa özcü tarihten mi alacağımıza yoğunlaşınca batılılaşma boyunca düşmanlık kesbedilen İslam’ın yeri devreye girer. Devlet kuran topluluklar millet, kuramayanlar milliyet olarak kabul edilirse, İmparatorluk inşa eden milletlerin postdevletler kıskacına çok daha ciddi hazırlanması gerekir.

2019 sadece yeni bir dönemin değil aynı zamanda telafi sürecinin de başlangıcı olabilir fakat meseleyi sadece “devleti metafiziğiyle buluşturma” şeklinde yorumlamak 200 yıllık zeval döneminin rehabilitasyonu manasına da gelir.

2019 Düzeni’ne giderken de facto kavram kargaşaları, ihlalleri yaşanıyor, süreç bunları güncellemeyi, belki yeniden ele almayı gerektirebilir.

Anlaşılıyor ki burada evvela dost-düşman-müttefik tanımını yapmak gerekecek. Hükümran kapitalist dünya sisteminin kendini yenilediği bu günlerde Soğuk Savaş şartlarının müttefik algısı büyük aşınmaya uğradı ama çökmedi! Müttefiklerimizle savaştığımız gerçeği aynı zamanda meseleyi dost-düşmanın ötesine taşımaktadır.

Sınırlar üzerinden verilen savaş müttefik-dost tanımını ilga ederken 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetlerin tehditleriyle Atlantik bloğuna teslim olmamız gibi bugün müttefiklerden kaçarken bir başka “düşman”ın yanında bulunma riski gittikçe yükseliyor. Hain-vatanperver skalasında seçiciliği elden bırakmamak gerekir. Buna mutlak-öteki’ni de eklemeli… infaz ve yok etme etiği özcü tarihçilik altında 200 yıllık ihaneti perdeleyecek biçime gelmemeli.

Bir başka kavram ise “Yaşam alanı”… Anadolu sadece vatan, yurt, memleket değil, biz Türklerin yaşam alanıdır... Akif’in “İslam’ın son yurdu” vurgusu üzerinden düşünülebilecek biçimde “küfür ile İslam’ın hattı”dır Anadolu.

Özcü vurgu vatanı “otlak” gibi görse de Anadolu’nun İslamlaştırılmasıyla birlikte Anadolu, Haçlı seferleri başta olmak üzere Batı-İslam hattı şeklinde tebarüz etti. Haliyle tehdit algısı özcülerin “otlakları elden gitme” görmesinin ötesinde İslam’ın, İslami kimliğin kendisine yöneliktir doğrudan. Devlet kavramını da özcü yaklaşımın modern versiyonu ‘ulus’a kilitlemekle İmparatorluk vasfının getirdiği “Kerim Devlet”e odaklamak arasında tercihte bulunmak gerek. Kemal Tahir Asya’yı der ama aslında İslam’ı, Kerim Devlet’in kapitalizmden ve Batı istilasından koruduğunu söyler.

Teşrifattan bürokrasi geleneğine, seyfiye, kalemiye, ilmiye sınıflarının yüksek kültüründen kuruculuk vasfına kadar devletin Cumhuriyet döneminde belirginleşen mikro-korumacı daraltıcılığından uzaklaşması beka kaygısını da giderecektir, 2071 olarak çizilen yeni kurucu hedefin başlangıcı da olacaktır. Bu süreçte elbette adalet, hukuk, egemenlik kavramlarını yeniden düşünmeliyiz; hegemonya ile egemenlik arasındaki farkı, küresel hegemonya karşısında ulus egemenliğinin ne derece mukavemet göstereceğini tartışmadan görülmeli ki aktüel medeniyet değerleri bizim gibi güçlü örf ve dini aidiyet barındıran milletleri bile dönüştürdüğüne göre yeni meşruiyet sahaları bulmalıyız.

Düzen kurma, zorunlu hallere bağlı, adalete dayalı, kaostan düzene geçiş hukukunu inşa etmeyi içermeli. Bu manada adaleti de “hakkı olana hakkını vermek”ten, “her şeyi yerli yerine koymak” şeklinde yeniden tanımladığımızda İmparatorluk doğuran felsefeye yaklaşabiliriz. Burada elbette millet bağına geçme şartı var; millet 2019 Düzeni’nde en sıkıntılı kavram olarak gündemin öncelikli konuları arasında muhkem bir yer edinecek.

Millet bağı, 200 yıllık Batılılaşma zihniyetinin ürettiği seküler ulus kimliğinin özcü simgecilikle yüceltildiği bir retorik vurgu mu olacak yoksa 1071’den sonra kendini gösteren Necip Fazıl ya da Nurettin Topçu’nun zikrettiği “ruh inşası”nı gerçekleştiren “irade-şuur” bütünlüğü mü…

Özcü anlayış millet bağını reflekslere indirgerken Batılı elitlerin hegemonyasına terk eder. 1071 sonrasındaki millet bağı bir irade beyanı olarak Anadolu’nun küfür hakimiyetine girmesini engellemişti, 2019 Düzeni bu inancı, azmi gösterecek bir milleti yeniden tarih sahnesine çıkarmak mecburiyetindedir. Batılılaşma sürecinde, Kemalist tarih inşasında bazı milliyetçi yazarlar, özcülüğü öne çekerek Türklerin her zaman aktüel medeniyete girerek varlıklarını devam ettirdiklerini, İslam’ı tercih etmelerinin de bütünüyle güçlü medeniyet arzusundan kaynaklandığını söyler; “İslamsız Türk” için gerekçe arayışında… zaman biz Türklerin ancak İslam ile varolabileceğimizi ispatladı, bu millet bağını özcülüğe yedirmemek elimizde. Bu biraz da tercihlerimizle ilgili esasında; oluş tamamıyla tercihlere bağlıdır çünkü. Bugün kapitalist iktisadi ilişkileri ve kültürü benimseyen insan portremiz millet bağı için en büyük tehlikedir. Bu nedenle İslam düşüncesini devlet-yaşam alanı ile birlikte yeniden gündemimize getirmemiz gerekir… 27 Mayıs sonrasında ortaya konan, simgesel muhafazakârlık ve yeni dini grupların İslam anlayışının yerine temel kaynakların üzerinden Osmanlı devlet adamının çöküş esnasında geliştirdiği “Batılıların çizdiği kadere razı olmayan” düşüncesini filizlendirmek, Anadolu insanının örfüne yerleşen İslami anlayışı, Anadolu irfanını güçlendirmek durumundayız. Gazali, İbn Arabi, Yunus, Mevlid, Mızraklı İlmihal çerçevesindeki gelenek elbette İslami dönüşümün de temeli olacaktır. Buradan yine özcülüğeevrilerek bir “Türk Müslümanlığı”, yeni bir modernleşme çıkarmak yeni hataları peşinden sürükler.

2019 düzeni ve yeni elitler

2019 Düzeni’ni belki de en çok “yeni insan” kimliğiyle birlikte düşünmek gerekir; küreselleşme, küresel kültür ile kimliğini bulan “yaşayan nihilizm”den deizme, neoselefilikten umursamaz umutsuzluğa ve maaşlı burjuva emeline kilitlenen gençliği, yeni insan portresini ve birey anlayışını gözetmeli. İnsanın dünyadaki yeri, anlamı üzerinde düşünmeden kariyerizm, para, üstünlük, statü arayışındaki birey tarihin her döneminde olmuştur; fakat aktif nihilizmle yürüyen günümüz insanı, hele AK Parti iktidarına doğan gençlik aidiyet bağları açısından hamasetle-umursamazlık arasındaki marjinallikte salınır. İslamsız Türklüğün Tarkan’ı ile Müslüman kimlikli Kara Murat-Battalgazi figürlerinin aktüel versiyonları mensubiyet meselesine temas etse bile sadece teğet geçeceği için “erkenden yaşlanan” genç kuşakları yakalayamaz.

Ahlak anlayışımızı ve standartlarımızı 2019 Düzeni’nde gözden geçirmek zorundayız… yüzleşme ve hesaplaşma etiğini gözetmeden birey-toplum popülizmi “sıvı karakterler”i yaygınlaştıracağından en başta “yaşam alanı”nı tehdit eder. 2019 Düzeni’ni belirleyecek, yol haritasını çizecek unsurların başında elitler gelir; Kerim Devlet hep en kaliteli, vasıflı, liyakatli, eğitimli ama “asla sadakat” gösteren, 1071 sonrasında kurulan düzeni pekiştiren yüksek kültür sahibi elitlerin vasıtasıyla kurulmuştu.  Batılılaşmanın ürettiği aydın, bürokrat, siyasetçi portresi lümpenizmle-sıradan orta sınıf arasında kalmış, yüksek kültür niteliği hiçbir zaman gösteremediği için ülkeyi uçurumun kenarına getirmişti.

İmparatorluğun yıkılış süreciyle başlayan “fetret dönemi”nde tasfiyelerden arta kalanlarla rövanşistler statükoyu devam ettirir, çöküş sürecini nihayete erdirir…

2019 Düzeni, sentezlerden, eklektik düşünceden, özcülükten, İslam’ı fon ve sadece Anadolu insanının inancı olarak görmekten uzak bir elit eliyle inşa edebilir.

[email protected]