2019 süreci ve AK Parti

İhsan Aktaş
12.08.2017

AK Parti önümüzdeki süreçte bir yandan ülkede iç barışı korurken, asıl mücadeleyi dış politik alanda verecektir. Bunun için ülkede mümkün olan en geniş mutabakatı sağlamak ve sürdürülebilir kılmak zorundadır. AK Parti’nin belki de en zor sınavı budur.


2019 süreci ve AK Parti

Kurulduğu günden kısa bir zaman sonra iktidar olan AK Parti, zor bir sınava hazırlanıyor. İlk iktidar yıllarında, içerideki sorunları önceleyen AK Parti’nin karşısında statükonun iktidarını sürdürmesine imkan veren, sisteme yönelik müdahalelere direnen ekonomi çevrelerinin, medyanın ve statüko partilerinin oluşturduğu bir cephe vardı. Bu nedenle mücadele daha ziyade içeride sürdürülüyordu. Bu süreçte AK Parti, uluslararası güç odaklarını ürkütmemeye yönelik bir dış politika stratejisini de başarıyla sürdürdü. İçerideki mücadele önce Kemalist, akabinde FETÖ’cü vesayet odaklarının büyük oranda tasfiyesiyle sonuçlanınca, bunların arkasındaki güçler, Türkiye siyasetini dizayn etmek için kullandıkları aparatlarını kaybetti. Halk iradesi ve siyaset, Türkiye’de hiç olmadığı kadar etkin ve güçlü hale geldi. İşte tam bu noktada Türkiye’ye uluslararası baskılar başladı. 15 Temmuz darbe girişimine kadar geçen süreçte, Türkiye’yi yeniden istenilen rotaya sokmak için finansal karalama kampanyalarından sokak eylemlerine, terörden askeri darbeye kadar denenmedikleri yöntem kalmadı.

Nezaketi aşan küstahlık

Peki bütün bunlar ne anlama geliyor? Bavyera’da bir Alman köylüsünün Recep Tayyip Erdoğan’la yatıp kalkmasına neden olacak düzeyde, Batı medyasında Türkiye’nin tartışılması neyin alameti?

Birinci Dünya Savaşı’nda teslim bayrağını çeken Osmanlı’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin tekrar tarih sahnesine güçlü bir şekilde çıkmasını kabul etmek istemeyen bir Batı var. Cumhurbaşkanlığı  sistemi ile ilgili yapılan referanduma Almanya’nın, uluslararası ilişkilerde nezaket ve karşılıklılık ilkesini aşan bir küstahlıkla karşı çıkması bundan.

Tedirgin eden bir ülke

Bütün bu saldırıları, halen sürmekte olan küresel güç savaşlarından bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. Küresel ölçekte yaşanan baş döndürücü değişim, Türkiye’yi dünyanın kilit ülkelerinden biri haline getiriyor. Bu süreçte denetim altına alınamayan Türkiye, egemen güçleri fena halde tedirgin ediyor. Türkiye’ye yönelik giderek artan bu saldırılar Türkiye’nin dünya politik arenasında küresel güçlerin denge siyasetinde kendisine biçilen role uygun davranmamasının sonucudur.

Türkiye’nin coğrafi olarak dünyadaki bütün çıkar hesaplarının kesişim noktasında olması, Suriye iç savaşının küresel güçlerin rekabet alanına dönüşmesi, dünyadaki güç dengelerinin allak bullak olması ve yeni ittifak arayışlarının baş göstermesi, Türkiye’yi güçler arasındaki rekabetin önemli bir aktörü haline getiriyor. Şu anda şartlar biraz da Birinci Dünya Savaşı öncesi havayı hatırlatıyor. Bir kıvılcımın bütün dünyayı ateşe sürükleyeceği bir dönemi yaşıyoruz.

Öte yandan dünyanın süper gücü sayılan, ekonomisiyle, teknoloji ve silah kapasitesiyle hiç bir dünya devleti ile kıyaslanması mümkün olmayan ABD, kaosun derinleşmesine hizmet edecek bir politik yaklaşımı ısrarla sürdürüyor. Çatışma bölgelerinde, pervasızca terör örgütlerini destekliyor, müttefiklerine karşı düşmanca tavırlar içerisine girebiliyor.

Darbe yoluyla denetim

Gelinen noktada bütün ülkeler taraf olmaya zorlanıyor… Doğrudan işgal yöntemi kullanılmıyor belki ama -zaten rasyonel ve çok masraflı olduğundan sürdürülebilir değil- ülkeler, icat edilen terör örgütleri, hatta darbe girişimleriyle denetim altına alınmak isteniyor.

Türkiye, 40 yılı aşkın süredir PKK terörü ile mücadele ederken, yine 40 yıldır küresel istihbarat örgütlerinin desteğiyle palazlanan Fetullahçı Terör Örgütü ve DEAŞ’ın eş zamanlı olarak terör eylemlerine başlaması, çizdiğimiz bu çerçeveden bağımsız düşünülemez.  PKK’nın 7 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan kaostan istifadeyle, Türkiye’den toprak talep edebilecek cüreti göstermesi de bu küresel sıkıştırma politikalarından bağımsız değildir.

AK Parti önümüzdeki süreçte bir yandan ülkede iç barışı korurken, asıl mücadeleyi dış politik alanda verecektir. Bunun için ülkede mümkün olan en geniş mutabakatı sağlamak ve sürdürülebilir kılmak zorundadır. AK Parti’nin belki de en zor sınavı budur. 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi, önümüzdeki günlerde Türkiye’nin en önemli gündemidir. Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2019 seçiminin ne denli önemli olduğunun farkında olmalı ki, şimdiden teşkilatlarla ilgili radikal kararları hayata geçireceğinin işaretlerini vermeye başladı. Kongre günlerinde siyasi kavganın, gerilimlerin bitmesi gerektiğine ve ülke kalkınması, ekonominin gelişmesi ve toplumsal mutabakatın önemine vurgu yaptı. Türkiye sosyolojisi kendisini büyük oranda Cumhurbaşkanı ile duygudaşlık temelinde özdeşleştirmektedir. Yüzde 50’ye yakın seçmen Erdoğan’ı desteklerken, siyasi rakipleri ise politik bir vizyon ortaya koymak yerine Erdoğan karşıtlığını taraftarlarının bir nevi kimliği haline getiriyor. Bunun uzun vadede Türk siyasetini çıkmaza sürükleyecek bir basiretsizlik olduğu ise bahsi diğer.

Recep Tayyip Erdoğan, halkın önemli bir kesiminin gözünde siyasi bir lider olmanın ötesinde, bunca badireyi atlatan Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün sembolü haline geldi. 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından yapmış olduğumuz bir araştırmada “Darbe gecesi Recep Tayyib Erdoğan’ın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna “Olumlu değerlendiriyorum” diyenlerin oranı yüzde 93’lere ulaşıyordu. Demek ki, toplumun tamamına yakını darbe gecesi Erdoğan’ın tutumunu liderlik vasfıyla bağdaştırmaktadır.

Cumhurbaşkanı, teşkilatlardaki yenilenmeyle, partinin yeniden mücadele ruhuyla atağa geçmesini sağlayacak bir ivmeyi yakalamasını arzu etmektedir. Ekonomide istikrarın sağlanması, ülke içerisinde huzurun temin edilmesi, vatandaşa umut veren icraatlarla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyunu yüzde 55’e çıkarmayı hedeflemektedir. Referandumun yüzde 50’nin biraz üzerinde oyla atlatıldığını düşünürsek, Cumhurbaşkanlığı seçiminin zorlu geçeceği görülmektedir. Esasında Sayın Cumhurbaşkanı -yapılan araştırmalarda gösteriyor ki- Cumhurbaşkanlığı seçiminden endişeli değildir; ancak AK Parti’nin Meclis çoğunluğunu yakalaması için yüzde 50’nin altına düşmemesi gerekmektedir. Teşkilatlardaki atalete vurgu yapmasının ve teşkilatları özellikle kibir, büyüklenme gibi ahlaki değerler konusunda uyarmasının nedeni de budur.

Özeleştiri ve uyarı

AK Parti, büyük kongresini yapıp lideri tekrar genel başkan olduğunda kamuoyunda olağanüstü bir beklenti oluştu. Parti içerisinde ve hükümette oluşan problemlerin sihirli bir dokunuşla bir anda biteceği inancı güçlendi. Elbette ki siyaset, binlerce ince dengeden oluşan çok sesli bir koro yönetimi gibidir; hangi enstrümandan hangi sesin çıkıp çıkmadığını ancak tecrübeli bir koro şefi duyabilir. Bundan dolayı toplumda oluşan değişim beklentisine bakanlıklar ve teşkilattan başlanması yerinde olmuştur.

Cumhurbaşkanı’nın; “Davası millet olmayanın bizimle işi olmaz. Kendi çıkarını milletin çıkarı önüne alanlarla işimiz olmaz. Millete hizmet etme heyecanını kaybeden, yorulmuş adamla bizim işimiz olmaz. Bizi buraya millet getirdi, milleti unutanlarla bizim işimiz olmaz” sözleri hem bir özeleştiri hem de teşkilatlara yönelik birer uyarı mahiyetindedir.

Demokrasilerde, iktidarlar bir süre sonra yıpranır ve muhalefet partilerine yerini bırakır. 16 yıldır, Türkiye’de AK Parti iktidarını sürdürmeyi başardı; yakın gelecekte de iktidarın tartışmasız en güçlü adayı… Bu yüzden kendisine hakim parti sıfatı yakıştırıldı. Muhalefetin yetersiz kaldığı bir siyasi zeminde, toplumun değişim taleplerini bile AK Parti kendisini hem kadro hem vizyon açısından yeni şartlara uyarlayarak gidermek durumunda kaldı.

AK Parti, lider avantajını kullanarak, her seçim öncesi değişen toplum yapısını yeniden okuyarak toplumun önüne yeni hedefler koymayı başardı. Gelinen noktada toplum hizmet siyasetinin ötesinde beklentilere sahiptir. Hizmet siyasetinin oya tahvili artık eskisi kadar kolay değildir.

2002 şartlarında imkansız görülen bir çok proje artık toplumu heyecanlandırmıyor bile. Temel yatırım alanlarında gerçekleşen hiçbir proje halkta etki uyandırmadığı gibi, hükümetlerin yapmak zorunda oldukları icraatlar olarak değerlendiriliyor. Elbette ki AK Parti’ye yüzde 50 oy kazandıran bugüne kadar yapmış olduğu hizmetleridir. Fakat hizmet siyaseti işi bir adım daha ileriye götürmeyecektir. Çalışan, davası olan ve hükümetin yaptıklarını anlatan bir partiye bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.

AK Parti kuruluş yıllarında iki kanatlı kuş misali, bir taraftan Refah Partisi geleneğinden tevarüs ettiği teşkilat anlayışıyla kapı kapı dolaşıp halka temas edebiliyor, diğer taraftan İngiltere ve ABD’nin liberal partileri gibi siyasi iletişim becerisini ve medya etkinliğini mahir bir şekilde yönetebiliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, genel başkanlıktan ayrıldıktan sonra partinin birinci fonksiyonunda ciddi zaaflar ortaya çıktı. Partideki öze dönüş çabası partiyi tekrar iki boyutu da etkin şekilde kullanabilecek kabiliyete kavuşturma amacına matuftur.

Muhalefeti kim yapacak?

Demokrasilerde muhalefetin en temel görevi denetimdir. Vakıa şu ki, muhalefetin denetim keyfiyeti kalmamıştır. Son dönemlerde Türkiye siyasetinden ve seçmeninden ümidini kesip Batı’dan medet umar hale gelen CHP’den bir muhalefet murakabesi beklemek safdillik olur. Muhalefetin zayıf olduğu dönemler, iktidarın denetimsiz olduğu dönemlerdir. AK Parti bu dönemde kendi denetimini iç mekanizmalarla sürdürmelidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın “kendi menfaatini millet menfaatinin önünde geçirenin bizimle işi olmaz” cümlesi bu vazifeye dikkat çekmek içindir.

AK Parti bir dönem Kürt seçmenle bir mutabakat yürüttü. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı sistemine geçerken MHP ile ülke geleceği için devrim niteliğinde bir başarıya imza attı. Bu yeni dönem toplumsal mutabakat dönemidir ki, AK Parti bu kültüre hiç yabancı değildir. İnsan dışlamak kolay, kazanmak zordur. Kazanmak, başlı başına vizyon işidir. İl başkanları belirlenirken bu vizyonun aranacağının işaretleri verilmektedir. AK Parti’nin toplumsal mutabakat arayışı CHP’nin tek ümidi olan toplumsal kutuplaşma ve yarılmaların da önüne geçecektir.

2019 seçimlerine kadar köprünün altından çok sular akacaktır. Dünyanın en dinamik toplumu olan Türk toplumundaki değişimi ve talepleri iyi okuyan parti, rakiplerine göre daha üstün durumda olacaktır. Genel başkanlık koltuğuna oturan Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumu okuma ve taleplerine karşılık verme konusunda bir adım önde gözükmektedir. Süreç ilerledikçe nasıl bir politika izleneceği daha da berraklık kazanacaktır.

[email protected]

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı