ABD, sorunu sadece İsrail ile çözemeyeceğini anladı mı?

Hakan Çopur / Gazeteci - Yazar
30.12.2017

BM Genel Kurulu’ndaki oylamada Guatemala, Honduras, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Togo ve Palau gibi ülkelerle aynı safta kalan ABD, Kudüs meselesini tek başına İsrail ile çözemeyeceğini anlar mı acaba? Bunu elbette zaman gösterecek fakat büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma sürecine giren ABD’nin bu adımdan ancak yeni bir başkan ile vazgeçebileceği yorumları Washington’da ağırlık kazanmış durumda.


ABD, sorunu sadece İsrail ile çözemeyeceğini anladı mı?

ABD Başkanı Donald Trump’ın önce BM Güvenlik Konseyinde, ardından BM Genel Kurulunda uluslararası toplum tarafından reddedi-len “Kudüs kararı”, son dönemde Amerikan dış politikasına yönelik ortak hesabın kesildiği bir “hatalı sollama” olarak tarih kitaplarına girmeye aday. ABD’nin en yakın müttefiklerinin bile aleyhte oy verdiği ya da çekimser kaldığı BM çatısı altındaki oylamalar, uluslarara-sı hukuk ve Ortadoğu Barışı açısından Trump’ın Kudüs kararının ne kadar sakat ve gündelik hesaba dayalı bir adım olduğunu ortaya koydu. Yanlış hesap Washington’dan döner mi bilinmez; ancak bu kararında sabit olduğunu vurgulayan ve hatta karara karşı çıkan ülke-leri “ekonomik yardımları kesmekle” tehdit edecek kadar gözünü karatan Trump yönetimi, Kudüs konusundaki hatasının bedelini ulusla-rarası diplomasi arenasında giderek yalnızlaşma faturasıyla ödeyebilir.

Başkanlık seçim kampanyası boyunca birkaç kez “Başkan olursa Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını” ve “Tel Aviv’deki Amerikan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını” vaat eden Trump, 6 Aralık 2017’deki açıklamasıyla bir vaadini yerine getirdi. Ancak Trump’ın, seçim kampanyası döneminde Kudüs konusunda bir vaatte bulunmakla bunu gerçekleştirmek arasındaki diplomatik faturayı kavrayamadığı ya da görmek istemediği anlaşılıyor. Özellikle BM Güvenlik Konseyindeki oylamada 14 üyeye karşı yalnız kalan ABD’nin “acaba hata mı yaptık?” diye bir sorgulama yapmak yerine Genel Kurul’daki oylama öncesinde üye ülkelere “tehditler” savur-ması, Kudüs kararı ile uluslararası arenada ortaya çıkabilecek tepkilerin hesap edilmediğini gösteriyor. En yakın müttefiklerinden bile destek bulamayan ABD, belki de uzun zaman sonra ilk kez BM’de bu kadar yalnız kaldı.

Doğrudan müzakere

Kuşkusuz bu tablonun ortaya çıkmasındaki en önemli faktörlerden biri, Trump’ın Kudüs kararının herhangi bir uluslararası hukuk temelinden yoksun olmasıdır. Her ne kadar Trump yönetimi, 1995 yılında ABD Kongresinde çıkarılan Kudüs yasasına atıf yapsa ve “Bu yasa 22 yıldır vardı ve kimse uygulamıyordu, ben şimdi bunu hayata geçiriyorum” dese de konu o kadar basit değil. Öncelikle İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği topraklarla ilgili 4 Temmuz 1967’de BMGK’da alınmış 2253 sayılı karar ve 19 Aralık 1983’te alınmış 38/180 sayılı kararlara göre Kudüs’ün statüsüyle ilgili tek taraflı adımların kabul edilmesi mümkün değil.

ABD’nin (hem de Ortadoğu barışını sağlayacağım diyen bir başkanla) bu statükoyu yerinden oynatması, neresinden baksanız tutar-sız! Bu tür bir adımın açık bir uluslararası hukuk ihlali olduğunu net olarak gören ülkeler ABD’ye karşı pozisyon aldı. Özellikle BM Güvenlik Konseyindeki oturumunda aleyhte konuşma yapan hemen tüm ülkelerin “Kudüs’ün hukuki statüsüne” ve “sorunun ilgili taraf-lar arasında doğrudan müzakere ile çözülmesi gerektiğine” vurgu yapmaları kayda değerdir. Trump ise “Ben yaptım, oldu” diyor ve dünyanın bunu kabul etmesini bekliyor.

Türkiye ile Yemen’in ortak imzayla BM Genel Kuruluna sundukları tasarıda da yine bu uluslararası hukuk temeline vurgu yapılmış, ABD’nin tek taraflı adımının kabul edilmesinin mümkün olmadığına dikkat çekilmişti. Zaten Genel Kurulda kürsüye çıkan temsilcilerin Kudüs’ün statüsünün bir oldu bittiyle değiştirilmeye çalışılmasını kabul etmediklerine vurgu yapması önemliydi.

Barış rafa mı kalkıyor?

BM sürecinde Trump yönetiminin yalnız kalmasının bir diğer sebebi de bu Kudüs kararının (zaten zorda olan) Ortadoğu Barışını adeta rafa kaldırması idi. Washington’da birçok uzman, “Acaba Ortadoğu barış süreci, Trump’ın iddia ettiği gibi, Kudüs kararıyla nasıl tetiklenebilir?” sorusuna günlerce bir cevap aradı. Buna tatmin edici bir cevap bulamayan herkes biraz da doğal olarak Kudüs kararının arkasındaki iç politik sebeplere ve Cumhuriyetçi Siyonistlerle Evanjelik kliklerin etkisine odaklandı.

Kuşkusuz Trump yönetiminin “Ortadoğu Barışı fiilen durmuştu, belki bu kararla yeni bir hareketlenme olur” gibi “komik” bir gerek-çe öne sürmesi, İsrail-Filistin meselesi gibi modern diplomasi tarihinin en çetrefil sorunlarından biri için tamamen anlamsızdır. Trump’ın Ortadoğu barış sürecini damadı ve başdanışmanı Jared Kushner’e havale etmesi, onun da bu süreci Filistin ve İsrail tarafı yerine İsrail ve Suudi Arabistan’la “müzakere etmesi”, sürecin herhangi bir yere gidip gitmeyeceğine dair zaten yeterince fikir veriyordu. Kudüs kararı ise üzerinde ölü toprağı olan barış sürecini toprağa gömmeye ant içmiş bir asker gibi Filistinlilerin kapısını çaldı.

Kararın ardından Mahmud Abbas’ın “ABD artık barış müzakereleri için yetkinliğini ve otoritesini kaybetmiştir” şeklindeki açıkla-ması bu bakımdan önemlidir. Aynı şekilde ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in Ocak ayı ortasında bölgeye yapacağı ziyarette kendi-lerine yapması beklenen ziyareti iptal eden Filistin tarafı, ABD’ye tek taraflı adımlarla bu iş yürümez mesajını net bir şekilde verdi. Bu noktadan sonra “Nasıl bir Ortadoğu barışı mümkün olabilir?” sorusuna cevabı olan kimse olduğunu sanmıyorum.

İç politik hesaplar

Trump’ın Kudüs kararını bu denli tartışmalı kılan bir diğer neden de Kudüs kararının arkasında gerçek bir diplomasi arayışının değil de belli kliklerin etkisinin ağır basmış olmasıdır. Bu noktada Trump’la etkileri artan Cumhuriyetçi Siyonist gruplar ve Evanjelik Hıristi-yanlar bir adım öne çıkmaktadır. ABD’deki Demokrat Yahudi çevreler her ne kadar Kudüs kararını hoş karşılasalar da “Bu adım bu haliyle Ortadoğu barışına engel olacaktır” söylemiyle dikkat çekiyorlar. İsrail ile Filistin arasındaki yapısal sorunların ancak iki ülke ara-sındaki doğrudan müzakerelerle çözülebileceğine inanan bu çevreler, bu yönüyle Cumhuriyetçi Yahudi ve Siyonist çevrelerden belli ölçüde ayrılıyor.

“İç politik hesap” eleştirisini yapanlar, Trump’ın ABD’de Rusya soruşturmasıyla, Netanyahu’nun da İsrail’de yolsuzluk soruşturma-larıyla uğraştığına işaret ediyor. Trump’ın Kudüs kararı gündeme bomba gibi düşerken bir yandan da gündemi ters yüz eden bir etki meydana getirdi. Evet, bir kararla Rusya soruşturması da İsrail’deki yolsuzluk soruşturmaları da bitecek değil; ancak bu kararın yansıma-ları uzunca bir süre Washington ve özellikle Tel Aviv’de gündemi belirleyen ana başlık olmaya devam edecek.

ABD’ye diplomatik ders

20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturan Trump’ın bir yıllık görev süresi boyunca sorun yaşamadığı çok az ülke ve lider bulunuyor. İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Avrupalı geleneksel müttefikleriyle bile farklı konularda sorunlar yaşayan Trump’ın özellikle söylemle-rindeki “sivrilik” tepki topluyor. Bu tepkinin ne kadarı gerçek bir ABD-Avrupa rekabetini yansıtıyor sorusu ayrıca tartışılmaya değer; ancak Trump’ın kişisel özelliklerinin ve söylemlerinin birçok Avrupalı liderde uyandırdığı antipatiyi uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bu bakımdan birçok ülke lideri, zaten uluslararası hukuki dayanaktan yoksun bir kararı “bahane” kılarak bu vesileyle Trump’a ve onun yöne-tim biçimine “diplomatik bir protesto” çekmiş de oldu. Bunu hem BM Güvenlik Konseyindeki oylamada hem de Genel Kuruldaki oy-lamada görmek mümkün.

Diğer yandan ABD’nin ekonomik yardımları kesmekle tehdit ettiği birçok Müslüman ülkenin BM Genel Kurulundaki oylamada ABD’ye karşı oy kullanması da ayrıca parantez açılması gereken bir konu. Tehdit diplomasisine karşı birlik olan ülkeler, ABD’ye uzun süre unutamayacağı bir Birleşmiş Milletler günü yaşattı.

Sonuç olarak Trump’ın Kudüs kararı, uluslararası hukuki temelden yoksunluğu, zaten güç durumdaki Ortadoğu barışını rafa kaldır-ması ve iç siyasi ajandalara hizmet etmesi gibi nedenlerle ABD’nin BM’de yalnız kalmasına neden oldu. Hatta Trump ve Nikki Ha-ley’nin açık ekonomik yardım tehdidine rağmen ülkeler bu noktadaki tarihi yanlışlığın bir parçası olmak istemedi. Son 10 günde yaşa-nanlar, Trump’ın Kudüs kararı ile “yutabileceğinden büyük bir lokma” aldığını açıkça gösterdi.

Bu denli önemli bir oylamada Guatemala, Honduras, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Togo ve Palau gibi ülkelerle aynı safta kalan ABD, Kudüs meselesini tek başına İsrail ile çözemeyeceğini anlar mı acaba? Bunu elbette zaman gösterecek, ancak büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma sürecine giren ABD’nin ancak yeni bir Başkan ile bu adımdan vazgeçebileceği yorumları Washington’da ağırlık kazan-mış durumda.

Aslında Trump, ilginç bir biçimde, farklı gerekçelerle bile olsa birçok ülkeyi Filistin ve Kudüs davası etrafında birleştirdi. Ve bu bir-leşme, ABD’nin Ortadoğu Barışı etrafındaki diplomatik etkisini zayıflatan ve ülkeyi bu alanda yalnızlaştıran bir faktör haline geldi. Bundan sonra Trump ABD’sinin Ortadoğu Barışı ve Kudüs meselesi gibi konularda atacağı her adım ve söyleyeceği her söz “olağan şüpheli” kategorisinde değerlendirilecektir. O yüzden bugün istediğini yapmış gibi gözüken ABD ve İsrail kazanmış değil, Kudüs konu-sunda dayatmaya muhatap olan Filistin de kaybetmiş değil...

@hakancopur1