ABD’nin iki İran politikası

Mehmet Alaca Gazeteci Yazar
24.03.2018

2003 işgaliyle birlikte İran’ın Irak’ta yükselişine kapı aralayan ABD, Saddam’ın Halk Ordusu’ndan daha iyi donatılmış Haşdi Şaabi’yi destekleyerek Irak’ı İran egemenliğine teslim ediyor.


ABD’nin iki İran politikası

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bağımsızlık referandumu sonrası petrol zengini Kerkük şehrini İran destekli Haşdi Şaabi güçlerinin ABD askeri teçhizatıyla ele geçirmesi, ABD’nin İran politikasını bir kere daha sorgulatır hale getirmişti. Nükleer geliştirme programı, Suriye ve Yemen iç savaşında İran karşıtı bir politika izleyen Amerika’nın İran destekli Şii milislerin Irak’ta artan nüfuzuna göz yumması Washington’un iki farklı İran politikası olduğunu gösteriyor. Peki Washington’un İran politikasındaki bu zıtlığın arkasında yatan motivasyon, olası olumsuz sonuçlarını örtmeye yeterli olabilir mi?

Müttefik mi, araç mı?

DEAŞ 2014 yılında Irak topraklarının, ikinci büyük şehri Musul dâhil, neredeyse üçte birini ele geçirdi. Şii Irak hükümetinin askeri yeterliliği çökerken, militanlarının çoğunluğu Sünni olan DEAŞ’ın başkent Bağdat’ı ele geçirmesine ramak kalmıştı. Musul saldırısının ardından Irak’ın önde gelen Şii âlimi Ayetullah Sistani’nin Irak’ta eli silah tutan herkesi ülkelerini ve kutsal mekânlarını savunmaya çağırmasıyla yaklaşık 150 bin milis ve elli farklı Şii grup Haşdi Şaabi çatısı altında toplandı. Yekpare bir Şii örgüt olmayan Haşd, politik ajandaları farklı olmakla birlikte kabaca Hamaney yanlısı, Sistani yanlısı ve Sadr yanlısı gruplardan oluşuyor. Sistani’nin isteğiyle İran’ın Haşd üzerinde oldukça etkin olan eski Başbakan Nuri el-Maliki’ye desteğini çekmesiyle Başbakan olan Haydar el-İbadi örgütü kontrol etmekte oldukça zorlanıyor.

Haşd’a, Irak güvenlik güçlerinin bir parçası olarak İbadi›ye bağlı olacak, Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilerek silahlandırılacak biçimde statü kazandıran tasarı Kasım 2016’da Irak Parlamentosu’nda onaylandı. Bu tasarı, ABD’ye yakınlığıyla bilinen İbadi için İran tekelini kırmak açısından önem taşısa da örgüt içindeki yedi İran yanlısı büyük grup üzerinde etkin olan Maliki’nin istediği bir şeydi. İran yanlısı Haşd liderleri Hadi al-Amiri, Qais Khazali, Ebu Mehdi el-Mühendis ve Maliki’nin Irak’ta etkinliğini istemeyen ABD, Irak’ın yasal bir yapısı haline dönüşen Haşd’a gerek Sistani’nin etkinliğini görmezden gelmemek gerekse Iraklı Şiileri karşısına almamak adına göz yumuyor. Zira ABD’nin Haşd’a direkt olarak terörist örgüt muamelesi yapması Iraklı Şiilerin İran safına daha hızlı kaymasına yol açabilir.

2018 Mayıs’ında yapılacak Irak genel seçimleri gerek hem ABD’nin bölge politikalarını hem de İran’ın Irak’taki nüfuzunu etkileyecek gibi görünüyor. Nitekim ABD’nin, Körfez Savaşı’ndan bu yana en iyi müttefiklerinden biri olan Barzani’yi, İbadi’nin seçim yolunda popülarite kazanması için Haşd eliyle cezalandırması, Erbil yönetiminin Kerkük’ü kaybetmesinde büyük etkenlerden biri oldu. Bu her ne kadar konjonktürel bir cezalandırma dahi olsa Türkiye dahil çoğu aktörün Haşd konusundaki eski agresif tutumlarını sergilememesi Washington’un ikili politikasının bölgesel aktörlerle uyumunu da gösteriyor.

ABD, Irak’ta devlet egemenliğinin pekişmesi durumunda Haşd’ın siyasal, askeri ve toplumsal anlamda etkinliğinin artacağını bildiğinden daha müsamahacı bir politik tutum sergiliyor. DEAŞ’ın Irak’tan çıkarılması sürecinde Haşd’den yararlanan ABD, orta vadede DEAŞ benzeri ‘Sünni’ örgütlerin olası kalkışmasını Şii milisler eliyle yok edebileceği düşüncesiyle ilişkisini belirli bir düzeyde tutmayı tercih ediyor. Tüm bunlara ek olarak ABD’nin Suriye’de yenemediği İran’ı Irak’ta yalnız bir savaşa çektiği yönündeki görüş de bir diğer sebep olabilir. Fakat Haşd’ın kısa vadede 2018 seçimlerinde orta vadede Irak’ta karar verici mekanizmada yer alması felaket senaryolarını da beraberinde getirebilir.

Yeni devrim muhafızları mı?

Geçtiğimiz yılın sonlarına doğru Haşd’ın etkili liderlerinden el-Mühendis seçime girebileceklerini ifade etmiş ve böylece Şii milis gruplarından Bedir Örgütü Lideri Hadi el-Amiri’nin başkanlık ettiği el-Fetih adlı grubun seçimlere katılacağı anlaşılmıştı.

Her ne kadar İbadi bu zamana dek yolsuzlukla suçladığı örgütün seçimlere katılamayacağını savunsa da, kurduğu Nasr (Zafer) adlı seçim koalisyonuna el-Fetih de dahil olmuş, fakat bazı Sünni partilerin koalisyona katılması Haşdi Şaabi gruplarının ittifaktan ayrılmasına neden olmuştu. Irak merkezi hükümeti şu an dahi bir politikayı reddettiğinde İran, Haşd aracılığıyla Bağdat’a dayatabilirken örgütün seçimlerde ve sonrasında önemli bir mobilizasyon aracı olarak kullanılacağı anlaşılıyor. Bununla birlikte, hâlihazırda sahada oldukça etkin olan Haşd’in askeri olduğu kadar siyasi olarak da yükselen bir güç haline dönüşeceği malumun ilamı. Nitekim nepotist bir tutumla siyaseten güçlenen silahlı bir aktörün, bölgedeki birçoğu gibi, siyaset ve ekonomiyi domine etme arayışı şaşırtıcı olmayacaktır. Bu bağlamda, örgütün orta vadede Irak Devrim Muhafızları’na dönüşeceği yönündeki iddialar dikkate değer.

Sistani’den sonra kim gelecek?

İran'ın Suriye’deki yabancı Şii savaşçıları birçok ülkeden toplarken Irak’ta Iraklıları kullanması uzun vadeli bir planın parçası. Nitekim Tahran’ın katkısıyla sistemde kökleşecek Haşd, hem arkasındaki halk desteği sayesinde Irak’ın kurumlarını ele geçirebilecek hem de ABD tarafından yabancı savaşçı statüsünde ele alınamayacaktır. Hatırlanacağı üzere İran Devrim Muhafızları’nın yükselişi ekonomik dominasyon sonrası gerçekleşmişti. Bu bağlamda Haşd’ın, orta vadede bölgede Batılı büyük petrol şirketlerinin etkinliğine rağmen, yasal kılıflarla enerji hatlarını ele geçirerek kendi ayakları üzerinde durabileceği bir mekanizma kurması şaşırtıcı olmaz. ABD başta olmak üzere bölge ülkelerinin aleyhine olacak bu adımın İran’ın primordiyal mezhepçi yayılmacılığını güçlendirebileceği gibi ekonomik getirisi de olacak. Sünni ve Kürtlerin neredeyse tamamen çekildiği Irak ordusuna ek olarak İran destekli Şii milis grubunun sistemdeki konsolidasyonunun siyasal ve toplumsal fay hatlarını derinleştireceği kaçınılmaz. Zira Saddam’ın Iraklı Şiilere karşı ayrıştırıcı politikaları Irak savaşı sonrası tersine dönmüş, Maliki’nin Sünnileri tamamen sistemden izole etmesi bazı Sünni aşiretlerin DEAŞ’I desteklemesiyle sonuçlanmıştı. Nitekim insan hakları örgütlerinin belgelediği Haşd’ın sahadaki DEAŞ-vari tutumunu, Sünniler ve Kürtler üzerindeki baskının derinleşeceğinin bir göstergesi olarak okumak gerekir.

Diğer yandan İran’ın etkinliğini toplumsal manada engelleyebilecek en etkili aktör Sistani’nin olası vefatı bölgesel dinamikleri tamamen İran aleyhine çevirebilecek nitelikte. Yaşı ilerleyen ve ciddi sağlık problemleri olan Sistani henüz bir halef açıklamadı. Sistani’nin halefi gelenek ve kurallar yerine güce ve etkinliğe göre belirlenirse Iraklı Şiiler arası bir ayrışma kaçınılmaz. İran, Irak›ta Şiilerin bir sonraki liderinin İran’a yakın olması için yetkililere baskı yapıyor. İran yargısı ve hükümetinde üst düzey yetkiler almış Irak doğumlu Ayetullah Mahmud Haşimi Şehrudi, Tahran’ın adayı olarak görülüyor. Hatta Şehrudi’nin Necef’te açtığı ofiste Necefli önde gelen birçok Şii isimle toplantılar gerçekleştirerek Sistani’nin yerine geçmek istediğini dillendirdiği biliniyor. Bu bağlamda Necef’in önümüzdeki süreçte hem dini hem de siyasi açıdan İrancılık-Irakçılık kapışmasına sahne olacağı aşikâr. Şüphesiz seçimlerden sonra siyaseten daha da güçlenme ihtimali olan Haşd’ın bu konudaki rolü İran lehine temel motivasyonlardan olacak.

Riyad ve Tahran arasındaki gerilimin arttığı bir dönemde, İran’ın Ortadoğu’daki etkinliğini azaltmak için çevreleme politikası uygulayan ABD’ye Suudi Veliaht Prens Selman’ın ziyareti bölgede yeni bir istikrarsızlık odağı oluşturma tehlikesi içeriyor. Nitekim Hamaney’i Hitler’e benzeten Selman, İran’ın nükleer silah edinmesi halinde Suudi Arabistan’ın da aynısını yapacağını iddia etmişti. Ayrıca ‘ılımlı’ olduğu için Trump tarafından eleştirilen ve görevinden alınan eski Dışişleri Bakanı Rex Tillerson dahi Tahran rejimini yıkmak için İran’daki reformist gruplara yardım edeceklerini söylerken, yerine anti-İran cephenin bir numaralı adamı olarak bilinen Mike Pompeo’nun gelmesi İran karşıtlığının yeni bir boyut alacağının işareti. Zira İran destekli Şii milis gruplarının seçim sonrası gücünü artırma ihtimali ABD’nin Irak politikasını çıkmaza sürükleyecek. Obama döneminden itibaren çatışma sahasına doğrudan müdahaleden kaçınan ABD, Suriye’de YPG ile yerel silahlı güçleri Amerikan askeri gibi kullanma alışkanlığını Irak’ta da Haşd ile yürütmek istiyor. Fakat İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan’ın “Irak artık hiçbir zaman bir Arap ülkesi olmayacak. Artık onları susturacak Haşdi Şaabimiz var” yönündeki ifadeleri Washington’un politikasının bir diğer çelişkisi. Özetle, 2003 işgaliyle birlikte İran’ın Irak’ta yükselişine kapı aralayan ABD, Saddam’ın Halk Ordusu’ndan daha iyi donatılmış Haşd’ı destekleyerek Irak’ı İran egemenliğine teslim ediyor. Hatır-lanacak olursa İran-Irak Savaşı sırasında Reagan’ın Irak’a gönderdiği şarbon biyolojik silah programında, böcek ilaçları ise Saddam tarafından kimyasal silah yapımında kullanılmış, İran’a gönderdiği silahlar da ‹İran-gate’ skandalıyla tarihe geçmişti. Şüphesiz bölgesel denklemde İran karşıtlığı yapan ABD’nin, Irak’ta İran’ın vekâlet örgütünü desteklemesi de öngörülemeyecek sonuçlar doğuracak.

[email protected]