ABD’nin kulağı Afrin’de, gözü Münbiç’te

Hakan Çopur / Araştırmacı, yazar
3.02.2018

ABD bu sürecin sonucunda ya Türkiye’yi geri dönülemez biçimde kaybedecek ya da Suriye’deki “Kürt ortaklarını” yüz üstü bırakacak. Hem Ankara’yı kazanayım hem de PYD/PKK’yı bırakmayayım gibi bir lüks, ABD için bile mevcut değil. Belki de ABD’nin Suriye politikalarının bu denli kördüğüm olmasının sebebi budur: ABD’nin gücü var, isteği var, ama gerçek bir Suriye stratejisi yok.


ABD’nin kulağı Afrin’de, gözü Münbiç’te

Türk-Amerikan ilişkileri son yılların en gergin dönemini yaşarken, Türkiye’nin terör örgütü PYD/PKK’yı temizlemeye yönelik Afrin’e başlattığı Zeytin Dalı Harekatı, mevcut denklemi önemli ölçüde değiştirecek bir sürecin kapısını açtı. Terör örgütü PYD/PKK’ya verdiği desteği “DEAŞ’la mücadele” çatısı altında meşrulaştıran ABD, Afrin operasyonuna “bizim orada askerimiz ve operasyonumuz yok, bizi ilgilendirmiyor” şeklinde yaklaşırken, Türkiye’nin bir sonraki adımda Münbiç’e hareket etme ihtimalini ise ciddi bir sorun olarak görüyor. Bu sorunun büyüklüğünü “Ya iki ülke karşı karşıya gelir ve Amerikan askerleri ölürse” şeklinde hafif “tehdit” ile kamuoyuna yansıtan Washington, Ankara’yı Münbiç konusunda ikna edebilmek için daha somut adımlar atmak ve YPG ile ilişkilerini ciddi şekilde gözden geçirmek zorunda.

“Bizi ilgilendirmiyor”

Afrin operasyonu başladığı günden itibaren özellikle Pentagon’un söylemi şu şekildeydi: “Bizim Afrin’le doğrudan bir ilgimiz yok, orada askerimiz ve operasyonumuz yok, DEAŞ’la mücadele kapsamında destek verdiğimiz SDG (YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu yapı) unsurları da yok.” Öte yandan ABD Dışişleri Bakanlığı ise operasyonda sivillerin zarar görmesinden endişe duyduğunu ifade eden birkaç açıklama yaptı. Ancak genel anlamda ABD yönetiminden yapılan tüm açıklamalardaki “Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini anlıyoruz” cümlesinin de altını çizmek lazım.

Türkiye’nin ÖSO ile birlikte planlı ve sakin bir biçimde gerçekleştirdiği Afrin operasyonunun uluslararası meşruiyetini New York Times’tan başka tartışan pek kimse yok. Kaldı ki şu ana kadar siviller konusunda son derece hassas hareket eden Türk askeri ve ÖSO unsuları, PKK’lıları sinir edecek ve her gün montaj haberler üretmeye sevk edecek kadar da başarılı gidiyor. Rakka’yı içinde kalan sivillerle birlikte yerle bir eden YPG’ye bu desteği veren ABD’nin sivil ölümleri konusunda ne kadar söz söylemeye hakkı olduğu ayrıca tartışılabilir. Kaldı ki Suriye’de bir terör örgütünü yok etmek için bir başka terör örgütüyle iş tuttuğunun ve NATO müttefikinin karşısına aldığının “bal gibi” farkında olan ABD’nin, son derece kararlı olan Türkiye karşısında Afrin için “sivil kayıplarından endişeliyiz” ve “DEAŞ’la mücadeleye sekte vurabilir” açıklamasından başka elinde bir koz yok. Bu bakımdan ABD’nin kulağı Afrin’de olsa da asıl odağı Münbiç’te.

ABD’nin gözü Münbiç’te

Geçen yıl ABD ile Türkiye arasında ciddi krize dönüşen ve Amerikan askerlerinin (Ruslarla birlikte) YPG’ye kalkan olmasıyla belli bir süre rafa kalkan Münbiç konusu, şu anda Türk-Amerikan ilişkilerinin en zor test alanı olarak gözüküyor. İki NATO müttefiki ülke askerlerinin karşı karşıya gelme ve hatta bir çatışma ihtimali, ürkütücü sonuçlara kapı aralayabilecek türden bir senaryo olarak kitabın son sayfasında duruyor. Türkiye’nin Afrin operasyonu kadar Münbiç operasyonu için de haklı gerekçeleri var ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı bir şekilde “teröristleri Fırat’ın batısın-dan kazıyacağız, hatta gerekirse Irak sınırına kadar dahi gideriz” söylemini kullanması, Washington’da ciddi yankı buluyor. Ancak ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Joseph Votel’in “Münbiç’ten askerlerimizi çekmeyi düşünmüyoruz” şeklindeki açıklaması ipleri daha da germiş durumda. Esasen ABD’nin zaten oldukça belirsiz ve şekilsiz olan Suriye politikasının bugünkü durumu, sahadaki CENTCOM etkisinin mi yoksa Washington’daki diplomasi gücünün mü baskın geleceğiyle yakından ilgili gözüküyor.

“Askerin işine karışılmaz” düsturuyla hareket eden ABD Başkanı Donald Trump, Obama döneminde kurgulanmış bir stratejiden geri adım atmak istemeyen (hatta bundan memnun olan) Pentagon ile CENTCOM ve kendine alan açmaya çalışan ABD Dışişleri Bakanlığı arasında dönüp dolaşan Suriye politikası, bugünkü anlamsız haline gelmiş oldu. “DEAŞ’la mücadele ediyorlar” diye PYD/PKK’yı Türkiye’ye yeğleyen Washington, şimdi de İran tehdidine karşı bir tampon güç sevdasına düşüp Esed rejimiyle sıkı fıkı olan ve İran unsurlarına saygıda kusur etmeyen “sözde Kürt müttefikleri-ne” desteği devam ettireceğini izah etmeye çalışıyor Türkiye’ye. “Fırat’ın batısında kalmayacaklar”, “Verdiğimiz silahları geri toplayacağız” ve “Rakka’yı alsınlar bir daha silah vermeyeceğiz” gibi birçok sözünü iki gün içinde unutan ABD yönetimi ile Türkiye arasındaki tansiyon artık Afrin’i çoktan aşmış durumda.

Bir strateji varsa ne?

Türkiye’nin Suriye politikası içeride ve dışarıda sıkça eleştirildi, halen de eleştiriliyor. Elbette her ülkenin dış politikada kusursuz işler yapması her zaman mümkün değildir. Ancak bugün sırat köprüsünden geçen Türk-Amerikan ilişkilerinin bu noktaya gelmesindeki asıl faktörün, “ABD’nin sığ, müphem ve oynak Suriye politikası” olduğunu unutmayalım.

Obama döneminde Arap Baharı’nın akabinde şekillenen “Amerikan askerleri ölmeden” sorunu çözme yaklaşımı, bölgesel partnerlerle çalışma stratejisini gündeme getirmişti. Irak ve Libya krizlerinden bu “dersi” çıkaran o günkü yönetim ve karar vericiler, kendilerine göre haklı sayılabilecek bir yol buldular. Ancak ABD, özellikle CENTCOM komutanlarının bayıldığı bu yaklaşımın sonucunda gidip Suriye’de ABD’nin de terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin silahlı kolu YPG ile çalışmayı tercih etti. Bu tercihte ABD’nin “Suriye’de İslamcılarla çalışmayalım da kim olursa olsun” şeklinde özetlenebilecek bakış açısı da etkili oldu.

DEAŞ bitse de destek var

Pentagon’daki komutanlara sorduğunuzda “Biz en başta Türkiye ile çalışmayı istiyorduk, ama bize önerdikleri taslaklar yetersizdi” türünden açıklamaları yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Pentagon her seferinde bu işbirliğine “taktiksel ve geçici” dedi; ancak son dönemde verilen sözlerin hemen hiçbirinin tutulmadığı ortaya çıktıkça ABD-YPG ilişkisinin gerçek mahiyeti daha fazla sorgulanır hale geldi. Açıkçası “ABD aslında bir Kürt devleti kurmak veya kurdurmak istiyor” gibi bir cümle bana halen biraz fazla iddialı geliyor. Bu sebeple ABD’nin niyetini okumayı bir kenara koyup eylemlerine bakarsak, DEAŞ’la mücadele stratejisi adı altındaki YPG desteğinin Türkiye’yi kaybetmeye değip değmeyeceğini Amerikalı karar vericile-rin bir daha düşünmesinde fayda var. Zira bugün Türkiye, kendi ulusal çıkarları gereği, Afrin’de Rusya ile görece bir uzlaşma sağlayıp hareket ediyor ve ABD’nin bölgedeki “en büyük düşmanım” dediği İran’la belli oranda işbirliği yapıyorsa bunun esas müsebbibi bizatihi ABD yönetiminin kendisi-dir. Buradaki kastım “Türkiye A ülkesinin yanında olsun, B ülkesinin karşısında olsun” demek değildir; dış politikada daimi dostunuz ve düşmanınız olmaz zaten. Ama Amerikalıların “Türkler Ruslarla ve İranlılarla çalışıyor, S-400 alıyor” diye şikayet ettikleri durumun, kendilerinin Suriye’de PYD/PKK ile işbirliği yapmakta ısrar etmesinin bir sonucu olduğunu vurgulamak istiyorum. Eğer ABD bundan memnunsa o zaman PYD/PKK’ya destek vermek doğru bir stratejidir. Tabii bu durumda ABD’nin Suriye’deki ortağını korumak için bu ülkede daha uzun yıllar kalması gerekecektir...

DEAŞ’ın neredeyse tamamen bitmiş olmasına karşın “Bir daha ortaya çıkmayacağından emin olana kadar” mücadeleyi sürdüreceğini açıklayan ABD yönetimi, aynı stratejiye “İran’ın etki alanını sınırlama” maddesini de ekleyerek PYD/PKK’nın kullanım süresini uzatan bir devam filmi ile karşımıza çıktı. PYD/PKK’ya verilen desteğin ne zaman sona ereceğini, verilen silahların ne zaman geri alınacağını ve terör unsurlarının Fırat’ın doğusuna ne zaman geçeceğini ABD’den bugüne kadar bir türlü öğrenemeyen Ankara, belki de bu yüzden Afrin operasyonunu kendinden emin yapıyor ve sonraki adımın Münbiç olacağını söylüyor.

Türkiye’nin Afrin operasyonunda da muhtemel bir Münbiç operasyonunda da somut ve haklı bir nedeni var, bu bakımdan Ankara ne istediğini biliyor. Ancak “ABD’nin “DEAŞ’la mücadele” partneri PYD/PKK’ya desteği sürdürmek için hangi güçlü gerekçesi var?” sorusu bugünlerde Washing-ton’da daha sık tartışılıyor. Suriye’de SDG çatısı altında PYD/PKK’ya epey yatırım yapan ve Türkiye’yi adeta küstüren ABD, bu yatırımından zarar ederek ya da Moskova’ya kaptırarak vazgeçmek istemiyor. Ancak Afrin’in ardından Münbiç’e de gireceğini söyleyen Türkiye ile de bu gidişatın böyle sürdürülmesi mümkün değil. Bu bakımdan dünyanın ve bölgenin halen en önemli askeri gücü olarak görülen ABD, Obama döneminde temelleri atılan ve Trump döneminde aynen sürdürülen bir “strateji” sonucunda Suriye’de çıkmaza girmek üzere.

ABD bu sürecin sonucunda ya Türkiye’yi geri dönülemez biçimde kaybedecek ya da Suriye’deki “Kürt ortaklarını” yüz üstü bırakacak. Hem Ankara’yı kazanayım hem de PYD/PKK’yı bırakmayayım gibi bir lüks, ABD için bile mevcut değil. Belki de ABD’nin Suriye politikalarının bu denli kördüğüm olmasının sebebi budur: ABD’nin gücü var, isteği var, ama gerçek bir Suriye stratejisi yok. Varsa da biz dünya gözüyle henüz görmedik...

@hakancopur1