ABD’nin PYD projesi ve yeni Ortadoğu

Prof. Dr. Ahmet Uysal / ORSAM Başkanı
20.01.2018

Afrin operasyonun Türkiye açısından bir handikapı Özgür Suriye Ordusu’nun çok etkili ve motive olmadığı için, savaşa Türk askerlerinin girmek zorunda kalması. Bu Türkiye için insan kaybı ve siyasi-sosyal yük demek. Diğer risk ise PKK’ya ABD tarafından verilen güçlü silahlar, tank-savar, uçaksavarlar ve füzelerdir.


ABD’nin PYD projesi ve yeni Ortadoğu

Arap Baharı, Skypes-Picot ve Camp David Anlaşmaları ile oluşan parçalı ve bağımlı Ortadoğu’ya demokrasi getirerek Batı’ya bağımlı-lıktan kurtulma ve belki de birleşme şansını sunmuştu. Özellike Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in iktidara gelmesinden sonra Batı ve bölgedeki destekçileri için durum, çok daha sıkıntılı hale gelmişti. Bu durum sırf İslamcılara karşı değildi; Abdunnasır hareketi gibi laik bir grup da bağımsız hareket etse, benzer tepkiyle karşılaşacaktı. Dolayısıyla, Batı daha önce savunduğu demokrasi ve özgürlüğün kendi aleyhine işlediğini görünce Suriye’de frene bastı.

ABD ve bölgedeki müttefiklerinin fikir değiştirmesiyle Suriye’de önce İhvan-ı Müslümin’in de aktif olduğu Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi’ne destek kesildi ve yapı etkisizleştirildi. Buna mukabil radikal Selefi grupların önü açıldı. Bir yandan El-Kaide bağlantılı El-Nusra gibi gruplar sahaya girerken, diyer yandan daha da acımasız bir profil çizen DEAŞ, Irak ve Suriye’de büyük alanları ele geçirdi. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin ifadesiyle, ABD de ilk yıllarda DEAŞ’ın yükselişine sessiz kaldı. Bu gruplar Esed rejimi yerine Türkiye sınırındaki Sünni yapıları çökertmek için savaştı.

DEAŞ: Bölgesel tasarımın aracı

ABD, Esed rejiminin düşmesini istemedi ama istiyor gibi göründü. İlk dönemde Esed’e karşı Türkiye’yi bile yavaş kalmakla eleştirirken, daha sonra Türkiye’nin önünü kesecek hamleler yaptı. ABD isteseydi Esed’i çok hızlı ve kolayca düşürebilirdi ama yapmadı. Eğit-donat programında eğittiklerinin sayısı bile 300 kişi civarında kaldı. Demokrasi dalgasına karşı önce Hizbullah ve İran, sonra da Rusya’nın ülkeyi harap etmesine –göstermelik eleştiriler dışında– göz yumuldu. Çünkü ABD ve Batı için Baas’ın makbul bir rejim olduğu, Kürt Baas’ı sayılabilecek PKK-PYD çizgisine verdikleri destek ile daha net ortaya çıktı.

DEAŞ iyice güçlendikten sonra Suriye’de geniş bir bölgeyi ele geçirerek ciddi bir tahribat yaptı. Benzer tahribat Irak’ın batısındaki Sünni bölgelerde de oldu. Çünkü ilk yıllarda DEAŞ Esed rejimiyle savaşmak yerine Sünni muhalefet ile çatışmayı tercih etmişti. DEAŞ savaşçılarının çoğunun Batı’dan gelmesi, onun istihbarat örgütleri tarafından ciddi şekilde göz ardı edildiğini de göstermektedir. Zaten

ABD Başkanı Donald Trump, seçim kampanyası esnasında “IŞİD’i Obama kurdu” demişti. Irak ve Suriye’de özellikle Sünni bölgeler tahrip olduktan sonra DEAŞ ile mücadele, her türlü tasarrufu mübah gösteren bölgesel tasarımın aracı oldu.

Federasyona zemin hazırlığı

Suriye’de PKK-PYD hem ABD ve hem de daha az oranda Rusya tarafından desteklendi. Eskiden beri araları iyiydi ama DEAŞ soru-nuyla birlikte, PYD’yi silahlandırıp Baasçı Kürt devleti veya en azından federasyon için zemin hazırlığına başladılar. Obama döneminde başlayan DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle bu gruplara güçlü silahlar verilmesi sonraki dönemde de sürdü. Trump yönetimi, Obama’nın her politikasını eleştirip değiştirmeye çalışsa da Pentagon’un önceki Suriye politikasını aynen devam ettirdi.

Türkiye’nin itirazlarını susturmak için PYD’ye, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adını vererek, göstermelik şekilde Arap, Türkmen ve Gayrımüslim bazı grupları da dahil ettiler. Oluşturdukları, Kobani, Cezire ve Afrin kontonlarını birleştirerek denize ulaşmayı planlıyorlardı. Bunun için özellikle bu bölgelerdeki Arap ve Türkmen sakinleri yerlerinden sürmekte beis görmediler. PYD’ye DEAŞ sonrasında da –Türkiye’nin itirazlarına rağmen– ağır silah sevkiyatının devam etmesi, bu projeyi ABD’nin desteği ile gerçekleştirdiklerini ortaya koymaktadır...

Türkiye ise PKK devleti projesinin doğrudan kendi varlığına tehdit olarak gördüğü için PYD’nin üç kantonu birleştirmesine engel olmak istedi. Bu amaçla 2016 yılında El-Bab operasyonu ile Kobani (Ayn-el Arab) Kantonu ile Afrin’in birleştirilmesinin önüne geçti. Türkiye ilk aşamada PKK-PYD’yi Fırat’ın doğusuna atmayı hedefliyordu. Ancak PYD öncülüğündeki güçler, ABD desteğiyle neredeyse Suriye’nin doğusunun tamamını ele geçirdi. Çünkü alandaki gücü ile hem Cenevre hem de Soçi’de etkili taraf olarak masada yer alması amaçlanıyordu.

Son olarak ABD DAEŞ’le Mücadele Uluslararası Koalisyon Sözcüsü Albay Veale’nin PYD öncülüğünde Suriye’nin doğusu ve kuzeyinde 30 bin kişilik sınır ordusu kurulacağını açıklaması Türkiye’yi çok rahatsız etti ve en üst ağızdan bu açıklamaya ciddi eleştiriler geldi. Türkiye’nin Afrin operasyonunu hızlandırması için toplumda ve siyasette bir beklenti oluştu. Çünkü böyle bir ordu, PKK’nın meşrulaşması ve hatta devletleşmesi anlamına geliyordu. Türkiye’nin tepkileri üzerine ABD dışişleri sözcüleri konuyu inkar etmeye ve önemsiz göstermeye çalışsa da Türkiye’nin şüpheleri bitmedi. Çünkü hem daha önceki sözlerin tutulmamış olması hem de Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon arasında çıkan ayrışmada Pentagon’un daha belirleyici olduğu bilinmektedir.

ABD’nin PYD projesinin, bir yandan Suriye’yi bölmeyi, diğer yandan Türkiye’yi kuşatmayı amaçladığı açıktır. Arap demokrasilerine yaklaşımlarıyla uyumlu olarak Suriye’de çoğunluk olan Sünnilerin hakkını gasp edip ülkeyi Nusayri ve Kürt Baası’na teslim etmek istedikleri anlaşılıyor. Çünkü azınlıklarla çalışmak ve onları güçlendirmek 200 yıllık sömürge geleneğinin en temel stratejisidir ve bölgenin geleceğini tasarım çabasıdır. Suriye’nin geleceği petrol hatları, İsrail’in, Doğu Akdenizin ve Arap Dünyası’nın güvenliği açısından önemlidir. Özellikle İsrail etrafından güçlü bir devletin kalmaması da hedeflendiğinden, İran’ın da Akdeniz’e ulaşmasının önü kesilmiş olur.

Rusya ve İran ile uzlaşma

Suriye’de Kürtler çoğunlukta (yüzde 10) olmadığı halde ve hatta oradaki Kürtlerin çoğu da PKK’cı olmadığı halde, PKK diğer Kürtleri ve grupları susturarak, ABD ve biraz da Rus desteği ile palazlanmıştır. ABD’nin bu planlarına karşı Türkiye’nin bir handikapı Afrin’de esas olarak PKK’nın arkasın-da veya en azından yanında Rus birliklerinin olmasıdır. Rusya ile Astana’da başlayan işbirliği son günlerde İdlib saldırılarıyla sorgulanır olmuştur. Buna kızarak Türkiye de Esed rejimine karşı tavrını sertleştirmişti. Ruslar, Soçi görüşmelerine PYD’yi de davet etmek istiyorlardı ama Türkiye itiraz etti. Ancak Afrin operasyonu Rusya ve İran ile uzlaşmayı gerektiriyor.

Amerika “Afrin’de askeri unsurlarımız yok” dese de Afrin’e müdahale etmemizi tasvip etmediğini ifade etti. Ancak MGK tavsiyeleri, Başbakan Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleri müdahalenin kaçınılmaz olarak görüldüğünü ortaya koymuştur. Ancak doğrudan girilip girilmeyeceği Rusya ve İran ile görüşmelerden sonra netleşecektir. Ruslar da Kürt kartını (daha doğrusu PKK) tamamen kaybetmek istemiyor. El-Bab’da Rusya ile İran’a göre daha fazla işbirliği söz konusuydu; Afrin operasyonunda İran ile daha fazla işbirliği öne çıkabilir. Çünkü İran hem geçen haftalardaki protestolardan ABD ve Suudi Arabistan’ı sorumlu tutmakta hem de PYD öncülüğündeki sınır ordusunun kendilerinin de önünü keseceğini görmekte.

Hava sahasını ihlal durumunu düşmanca müdahale sayacağını açıklasa da Afrin için Esed ile işbirliği yapmak mümkün olabilir. Çünkü ABD’nin bir işgalci güç gibi Suriye’de ordu kurma planı, ülkeyi bölmek anlamına geliyor. Ancak Esed rejiminin, Suriye toprağını büyük bir bölümünü işgal eden PYD dururken İdlip’te, ılımlı ve Türkiye’nin ikna ile kontrol etmeye çalıştığı bölgelere saldırması başka hesapların olabileceğini gösteriyor. Esed rejimi insanlığa karşı çok suç işlediği için soykırımdan veya savaş suçlarından yargılanması çok kolay. BM’de bu yönde hazırlıklar sürüyor, ABD’nin dediğin-den çıkarsa dava hemen başlayabilir. Dolayısıyla, Esed’in eli kolu bağlı aslında ve daha çok İran ve Rusya ile uzlaşmak lazım.

Afrin operasyonun Türkiye açısından bir handikapı Özgür Suriye Ordusu’nun çok etkili ve motive olmadığı için, savaşa Türk askerlerinin girmek zorunda kalması. Bu Türkiye için insan kaybı ve siyasi-sosyal yük demek. Diğer risk ise PKK’ya ABD tarafından verilen güçlü silahlar, tank-savar, uçaksa-varlar ve füzelerdir. Türkiye’ye dayanması mümkün olmasa da maddi ve beşeri maliyeti artıracaktır. PYD’nin sert bir direniş göstereceğini tahmin etmek zor değildir. Direnişi ve kayıpları azaltmak için Türkiye top atışları ve mümkünse hava saldırıları ile PKK mevkilerini yıprattıktan sonra sahaya girecektir. Her müdahalenin bir bedeli olmakla birlikte, Afrin’de eylemsizliğin gelecekteki bedeli çok daha büyük olacaktır.

Özet olarak, Afrin’e bölünmemek ve PKK devletini engellemek amacıyla mecburiyetten giriyoruz. Çünkü mücadelelerin sonucu masa başından önce alanda belirlenmektedir. Bu operasyon, ülke içinde de sıkıntılı bir sürece sebebiyet vermeyecektir. Çünkü Barış Süreci ve hendek savaşlarından sonra Kürt halkının PKK’ya bakışı değişmiş, desteği azalmıştır. Ayrıca, son zamanda terörle mücadele konusunda ülke içinde büyük bir gayret gösterildi ve başarı sağlandı. Barzani Referendumu gibi, Afrin operasyonu da PKK devleti hayallerini suya düşürecektir. ABD bizi vazgeçirmek için farklı sözler verse de artık oyalama taktiğinden başka anlamı olmayacaktır. Çünkü ABD önce kendi çıkarlarına uygun bir Ortadoğu tasarlamakta ve bunu sağlayamadığı yerlerde de kaos ve çatışmaları desteklemektedir. Afrin’in temizlenmesi Suriyeli mültecilerin de evine dönmesine ve ülkenin istikrarına hizmet edecektir.

@auysal5