Afrin Harekâtı: Yeni düzenin inşaası

Dr. Muhammed Hüseyin Mercan / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
24.02.2018

Türkiye’nin Suriye’deki istikrarsızlığı ve etnik terörü bitirmeye yönelik inisiyatifi kapsamında başlattığı Afrin Operasyonu ilk ayını geride bırakırken bölgesel ve küresel çapta operasyonun yankıları devam ediyor.


Afrin Harekâtı: Yeni düzenin inşaası
Suriye’de etkinlik ve hâkimiyet mücadelesindeki devletlerle Ankara arasındaki yoğun diplomasi trafiği, Türkiye’nin ortaya koyduğu iradenin bölge denklemini değiştirecek nitelikte olduğunu ve bölgenin yeniden yapılanma sürecine kapı aralayacağını ortaya koymaktadır. Geride kalan bir aylık sürede operasyonun uluslararası boyutu ele alındığında küresel siyasetteki ana akım güçlerin Türkiye’nin kararlı duruşundan rahatsız olduğu görülmektedir. ABD’nin ısrarlı şekilde Suriye’deki ana tehdidi DEAŞ’la sınırlandırması ya da Rusya ve İran’ın Beşşar el-Esed yönetiminin meşruiyetini sorgulamaya açmaksızın Suriye’deki statükoya yaklaşımı, Suriye’deki çözümsüzlüğün başlıca faktörleridir. Bununla birlikte devam eden mevcut halin krizi daha da derinleştirmenin ötesinde yeni riskler meydana getirdiği de göz ardı edilmemelidir. Tam da bu noktada Türkiye’nin pozisyonu Afrin-Münbiç hattındaki etnik terörün temizlenmesinin de ötesine geçerek daha geniş perspektifle temel stratejisini uygulamaya koymak üzerine olmalıdır. Aksi takdirde Afrin Operasyonu’yla elde edilen kazanımların Türkiye aleyhine yürütülen propagandaların gölgesinde kalması ihtimal dâhilindedir.
 
Türkiye’nin kazanımları
 
Suriye’deki rejim karşıtı mücadelenin başladığı ilk dönemlerden itibaren gerek ABD merkezli Batı Bloğu gerekse Rusya ve İran için temel mesele Esed’in gidip gitmemesinden ziyade ülkedeki mevcut statükonun nasıl korunacağı çerçevesinde olmuştur. İsrail’in güvenliğinden İslamcıların iktidarı ele geçirmesine dair duyulan korkuya, Rusya’nın yıllardır yaptığı yatırımları kaybetme tedirginliğinden İran’ın bölgedeki yayılmacılığının ana lojistik üssü konumundaki Suriye’yi bırakmama isteğine kadar tüm gelişmeler Suriye’deki mevcut siyasal konjonktürü oluşturan etmenlerdi. Bu nedenle Suriyeli muhaliflerin taleplerine ve ortaya koydukları mücadeleye uluslararası toplumun mesafeli durması, Esed sonrası oluşacak yeni düzende ana aktörlerin etkinliğini kaybetme ihtimaline dayanmaktaydı. Beşşar el-Esed’in yerine ittifak edilen alternatif bir ismin olmaması; ABD, Rusya ve İran’ın merkezinde yer aldığı Çin, İsrail ve belli başlı Avrupa devletlerinin ise görece çeperde kaldığı yapının, statükoyu değiştirmemek adına ülkedeki kaosu derinleştiren politikalar üretmesine neden olmuştur. Bu devletlerin tamamının Suriye üzerinden bölgedeki konumlarını muhafaza etme arzusu, ülkede terör örgütlerinin ortaya çıkmasıyla neticelenmiştir. 
 
Suriye’deki krizin ve istikrarsızlığın sürekliliği, Beşşar el-Esed’e oldukça geniş bir manevra alanı sağlamıştır. Bir taraftan İran ve Rusya destekli rejim kuvvetleri eliyle öte yandan ABD destekli terör örgütleri yoluyla Suriye denklemi oldukça kırılgan bir yapıya dönüşmüştür. Türkiye’nin ilk andan itibaren Esed’in gitmesi yönündeki tutumu şüphesiz soruna köklü bir çözüm bulma ve yeni bir istikrarsızlık ortamının oluşmasını engelleme amacını taşımaktaydı. Sürecin ilk yıllarında sahada yeterli varlığın gösterilememesi söylem düzeyinde yürütülen politikaların pratiğe yansıtılamaması ve hassas dengeler üzerine kurulu Suriye’deki dengenin sarsılamamasına neden oldu. Fırat Kalkanı Harekâtıyla Ankara’nın Suriye’deki sorunun çözümüne dair artık daha farklı inisiyatifler alacağını göstermesi, dengeleri değiştirecek bir hamle olurken bu stratejinin Zeytin Dalı Operasyonu’yla pekiştirilmesi de Suriye ve bölge denkleminde daha etkin bir rol üstlenmesini sağlamıştır. Türkiye’nin uluslararası toplum tarafından önüne konulan tüm engellere rağmen başlattığı bu operasyon önemli kazanımların elde edilmesini sağlamış ve Ankara’nın yeni süreçte küresel güçlerle pazarlık payını daha çok artırmıştır. 
 

Bu yolla bölgedeki statükoyu yeniden şekillendirme fırsatı yakalayan Türkiye, uzun yıllardır verdiği mücadelede gözle görülür bir mesafe kat etmiştir. Cumhuriyet döneminin geleneksel dış politika anlayışının neden olduğu eksikliklere rağmen uzun süredir gerçekleştirdiği atılımla Türkiye sahada görünürlüğünü ve düzenleyici rolünü artırmayı başarmıştır. Şüphesiz Afrin Operasyonu, etnik teröre darbe vurulması hasebiyle hem Suriye hem de Türkiye başta olmak üzere tüm bölgenin güvenliğine katkı sağlayacak bir adımken aynı zamanda Türkiye’nin statüko değiştirme gücünü de ispatlayıcı bir özelliğe sahiptir. Bu yönüyle Zeytin Dalı’nın barış ve istikrar sağlayıcı katkısının yanı sıra Türkiye’ye denge değiştirici ve düzenleyici konumuna dair ciddi bir özgüven sağladığı da göz ardı edilmemelidir. Büyük güçlerin baskı ve manipülasyonlarına karşı kararlı duruşunu devam ettirirken yeni bir düzenin tesisine dair alternatif stratejiler belirleyecek bir özgüvenin ve enerjinin kazanılması Afrin Harekatı’nın en önemli çıktılarındandır.   

Muhtemel riskler

Zeytin Dalı Operasyonu’nun başladığı günden bu yana Türkiye’yle muhatap olan ülkelerin genelde iki grupta kümeleştiği görülmektedir. Bunlardan ilki, ABD’nin başını çektiği ve Suriye’nin kuzeyine Türkiye tarafından bölgedeki dengeleri toptan değiştirecek bir askeri müdahaleden duyulan rahatsızlığı mütemadiyen dile getiren gruptur. İkinci grup ise Türkiye’nin kararlı duruşu nedeniyle operasyona görece hak veren ama operasyon alanını genişletmesini istemeyenlerdir. Türkiye’nin Suriye’de kalıcı bir etki alanı oluşturmasından tedirginlik duyan Rusya tam da bu ikinci gruptaki ülke tavrını sergilemektedir. Hali hazırda ABD’nin Suriye üzerindeki nüfuzunun ciddi şekilde zarar görmesi Moskova yönetimini ziyadesiyle memnun etmekte ve Türkiye’yle geliştirilen ittifakın sonlandırılması göze alınamamaktadır. İki ülkenin liderleri arasındaki samimi mesajlar Suriye’de yeni sürecin şekillenmesinde bu iki ülkenin ana aktör olacağını göstermektedir. Bununla birlikte Rusya’nın Esed rejiminin inşa ettiği sistemin değişmesine taraftar olmaması, Ankara- Moskova hattında şu an için ötelenen ama ileride patlak verebilecek bir krizi de tetikleyecek başlıca unsurdur. Bu bakımdan Rusya’nın Türkiye’nin güvenlik kaygılarına hak vermekle beraber Özgür Suriye Ordusu’nun ülkedeki varlığının artması ya da güçlenmesine ayak diretmesinin temelinde yatan sebep, Esed rejiminin geleceğiyle ilgilidir. Bu nedenle Afrin-Münbiç hattında planlanan operasyon sona erdiğinde Ankara’nın Esed’in gitmesine ve sağlıklı bir geçiş sürecinin tesisinin garanti edilmesine dair Moskova’yı ikna edememesi halinde ikili ilişkilerin ciddi zarar görmesi işten bile değildir. Operasyonun Türkiye’ye sahadaki kazanımlarından yola çıkarak gelecek dönemki planları şimdiden uygulamaya koyması; adil, tüm taraflara eşit mesafede duran ve dış nüfuza kapalı bir anayasa komisyonun bir an önce çalışmalara başlamasını sağlaması gerekmektedir. Operasyon sürecinde yeni anayasanın hazırlanmasına dair kat edilen mesafe hem Suriye’deki geçişi kolaylaştıracak hem de Türkiye’nin Rusya ile yaşaması çok muhtemel büyük krizi büyük oranda engelleyecektir.

Geçen hafta içinde ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara ziyareti esnasında yapılan görüşmeler sonucunda bir mutabakata varılmış gözükse de ABD tarafından yapılan açıklamalar durumun oldukça farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Pentagon sözcüsünün Türkiye’nin sivilleri öldürdüğü yönündeki söylemi Washington hattında bir değişikliğin ol/a/mayacağını gözler önüne sermektedir. Amerikan müesses nizamının Trump yönetimiyle olan gerilimi dikkate alındığında Trump’la varılacak mutabakatın ABD ile sağlanan bir anlaşma olmayacağı aksine ABD’nin bölgedeki varlığının sarsılmaması adına Türkiye karşıtı tutumunu devam ettireceği görülmektedir. Bu yönüyle uluslararası alanda ana akım medyanın ABD’den de aldığı destekle yürüttüğü aleyhte propaganda Türkiye’nin enerjisini kırmaya yönelik bir çabadır. Lakin ABD’nin küresel çapta Türkiye’ye zarar vermek üzere hayata geçireceği olası yeni stratejilere hazır olmak ve bunlara karşı yerinde cevap vermek gerekmektedir.

Yeni düzenin inşası

Bu süreçte Türkiye’nin elini uluslararası alanda zora sokacak en önemli husus rejim kuvvetleriyle Türk ordusunun karşı karşıya gelmesidir. Böyle bir durumun gerçekleşmesinin Rusya ve İran’ın izni dışında olmayacağı gerçeği hesaba katıldığında Türkiye’nin süreçteki ittifakı önemli ölçüde yara alacaktır. Aynı zamanda toplumsal meşruiyetini yitirmesine rağmen hala BM nezdinde meşru statüye sahip devletin egemenlik hakkına müdahale edildiği yönünde yürütülecek bir propaganda Türkiye’nin uluslararası toplum ve uluslararası hukuk nezdinde çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmasına sebebiyet verebilir. Bu nedenle rejim unsurlarıyla karşı karşıya kalmaya imtina edilmesi ve rejimin bir an önce gitmesinin temini hususunda Rusya ve İran’ın mutlak surette ikna edilmesi ortaya çıkabilecek önemli riskleri bertaraf edecektir. Son tahlilde, Türkiye’nin başlattığı bu operasyon ulusal güvenliği öncelemekle birlikte sadece ulusal güvenlik çerçevesinde kalmamalı ve hem Türkiye ve Suriye’nin hem de bölgenin geleceği için ayrıntılı hesaplar dâhilinde stratejiler geliştirilmelidir. Alternatif bir uluslararası ilişkiler perspektifiyle yeni bir Orta Doğu düzeninin inşasına kapı aralayacak bu fırsatın hamasi duygular nedeniyle kaybedilmemesi aksine iyi kurgulanmış stratejilerle tüm bölgeye istikrar ve huzur getirecek bir adıma dönüştürülmesi gerekmektedir.

[email protected]