AK Parti ve Kemalizm

Dr. Ali Aslan / İbn Haldun Üniversitesi
18.11.2017

AK Parti Kemalist mi oluyor sorusu, son bir aydaki gelişmelerin çok daha öncesinde, AK Parti’nin yerli ve milli siyasete geçerek ulus-devlet formunu benimsemesiyle başlamıştı. Kemalistler bunu kendi ideolojilerinin bir zaferi olarak görürken, bazı AK Partililer “eski Türkiye” lehine ciddi bir eksen kayması olarak görüp eleştirmişlerdi. Peki, AK Parti’nin ulus-devlet formunu benimsemesi Kemalist olmasına mı delalet etmektedir?


AK Parti ve Kemalizm

Türkiye’nin gündemi bir süredir Atatürkçülük tartışmasıyla meşgul. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 Kasım konuşması, yine 10 Kasım’da bazı AK Parti ilçe teşkilatlarının Anıtkabir’e otobüs kaldırması ve laik seçmene hitap etmesi ve yeni AKM binası, tartışmanın fitilini ateşledi. AK Parti tarafı, Atatürk’ü “Ruhu faşist, söylemi Marksist çevreler”e bırakmayacağını ve “gerçek” Atatürkçülük’ün de ülkeye hizmet etmek ve ülkeyi kalkındırmak oldu-ğunu ileri sürdü. CHP ve muhalifler ise Atatürkçülük konusunda AK Parti’nin ilkesel değil taktiksel hareket ettiğini, AK Parti’nin artık siyaseten miadını doldurmuş olması nedeniyle ya da 2019 seçimlerini düşünerek seçmen tabanını genişletmek için Atatürk’e sarıldığını iddia ettiler. Bazı yorumcular ise bunun sadece bir seçim manevrası olarak değerlendirilemeyeceğini, AK Parti’nin 2015’ten itibaren ortaya koyduğu “yerli ve milli” siyaset kapsamında, kendi toplumsal tabanının ötesine geçerek nüfuz alanını genişletmeyi hedefleyen yeni bir hamle şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini dile getirdiler.

Kemalizm neden gündem?

Her ne kadar Atatürkçülük/Kemalizm tartışmasının ateşi son günlerde tavan yapmış olsa da, bu tartışmanın son birkaç yıldır sürekli artarak alevlen-diğini teslim etmeliyiz. Buna katkı sunan birkaç temel etkenden bahsetmek mümkündür. Bu etkenlerin ilki, 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin yaratmış olduğu toplumsal travmadır. Bu olay, bir taraftan ülkenin ciddi bir “beka” sorunuyla karşı karşıya olduğu ve 1920’lerdeki Kurtuluş Savaşı’na benzer yeni bir bağımsızlık mücadelesi verdiği düşüncesine yol açtı. Diğer taraftan, dini görünümlü bir terör örgütü olan FETÖ’nün 15 Temmuz’da gerçekleştirdiği başarısız darbe girişiminin ardından laikliğin Türkiye siyaseti için ne denli önemli bir değer olduğu iddiaları gündeme geldi. Bunların sonucunda siyaset-te milliyetçilik ve laiklik vurguları artış gösterdi. Böylece, milliyetçilik ve laikliğin kurucu unsurları olduğu Kemalist ideoloji, meşru bir siyaset olarak gündeme gelmeye başladı. Oysa Kemalizm, 1990’ların sonundan itibaren sadece Türk toplumunun genelinde değil, laik toplum kesimleri özelinde de önemli irtifa kaybına uğramıştı.

Bir diğer etken ise, AK Parti’nin 2008-2015 yılları arası izlediği “demokratik açılım” siyasetinin krize girmesinin ardından ortaya koyduğu yerli ve milli siyaset ile Kemalist ideolojiyle arasındaki mesafenin daralmasıydı. Medeniyet idealinde temellenen “açılım” siyaseti milliyetçi toplum, Vestfalyan bölgesel düzen ve Batı-merkezci küresel düzen unsurlarından müteşekkil ulus-devlet formunu aşmayı hedefliyordu. Ancak bu reformist siyaset, içeride çözüm sürecinin ve diğer açılımların çökmesi, Arap Baharı’nın bölgede oluşturduğu reform havasının yerini terör ve şiddete bırakması ve Batı’nın etno-santrik bir çizgiye kayarak çok daha açıktan İslam’ı ve Türkiye’yi hedef almasıyla çıkmaza girdi. Türkiye kendini, bölgesini ve küresel düzeni yeniden düzenleme idealiyle hareket eden bir ülke konumundan, kendi egemen ulus-devlet yapısını ve bütünlüğünü muhafaza etme konumuna gerilemek zorunda kaldı. Böylece, ulus-devlet formunu aşmaya çalışan medeniyetçi siyasetin yerini, ulus-devlet formuyla çok daha barışık olan yerli ve milli siyaset aldı. Ulus-devlet formunun yeniden norm haline gelmesi ve ulus-devlete olan vurgunun artması, bir ulus-devlet ideolojisi olan Kemalizm’in de yeniden bir siyaset alternatifi olarak gündeme taşınmasına yol açtı.  

Küreselci-devletçi laikler

Son olarak, laik kesimdeki bazı kritik gelişmeler Kemalizm’in yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Şöyle ki, küreselleşme sürecinde laik kimlik zemininde bir araya gelen toplumsal kesimin devletçilik vs. anti-devletçilik karşıtlığında parçalanması söz konusuydu. Her ne kadar 28 Şubat (1997), Cumhuriyet Mitingleri (2007) ve Gezi Parkı olayları (2013) laik kesim içindeki ayrışmanın üzerini bir süreliğine örtmüş olsa da, 1990’lardan itibaren laik toplumsal kesim kendi içinde “küreselci” ve “devletçi” şeklinde ciddi bir ayrışma yaşadı. Küreselciler, 21. Yüzyılın devlet karşıtı neoliberal ya da liberal-demokrat Batısıyla bütünleşmeyi savunurken, devletçilerise 19. ve 20. Yüzyılların devletçi ve milliyetçi Batısına sadık kalmayı savunuyorlardı. Neticede devletçi Kemalizm’e sırtını dönen küreselciler, laik kesim içerisinde liberal-demokrat söylemi başat söylem yapmakta başarılı oldular. Bu durum, ulus-devletçi bir ideoloji olan Kemalizm’e hatırı sayılır bir darbe vurdu.

Laik kesim içerisinde Kemalizmi zayıflatan bir diğer kritik unsur da, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2010’da CHP Genel Başkanı olmasıydı. Kılıçdaroğ-lu’nun parti lideri olmasıyla birlikte laik kesimin siyasetteki en önemli adresi olan CHP’de çok önemli dönüşümler yaşandı. “Yeni CHP” olarak adlandı-rılan bu siyasi oluşumda Kemalist söylem geri plana itilirken, Kemalist figürler de partiden peyderpey tasfiye edildi. Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, ne yazık ki yerli ve milli olma özelliğini kaybederek, FETÖ kanalıyla küresel iktidar odaklarının siyasi maşası ve marjinal toplumsal unsurların yuvasına haline geldi. CHP bir Türkiye partisi olmaktan çıkarak, Türkiye karşıtlarının yuvalandığı bir mecraya dönüştü.

Ancak AK Parti iktidarının 2010’lu yıllardan itibaren bürokratik vesayeti geriletme sürecinden muhafazakârlık temelinde yeni bir toplum inşası süre-cine girmesi ve son yıllarda küreselleşmenin başat ideolojisi olan liberal-demokrasinin küresel çapta ağır bir krizle karşı karşıya kalması, küreselci kesimin tekrardan yüzünü Kemalizm’e çevirmesine ve laik kesimin tek bir blok altında toplanarak aralarındaki farklılıkları gidermelerine yol açtı. Küreselleşmenin çöküşü ve AK Parti’nin muhafazakârlık zemininde ülkede etkinliğini artırması laik küreselcileri tekrardan Kemalizm’e yönlendirirken, FETÖ’nün 15 Temmuz’da AK Parti’ye karşı giriştiği mücadeleyi kaybetmesi de Yeni CHP projesinin çökmesine ve CHP’nin de yeniden Kemalist söylemi benimseme-sine neden oldu. AK Parti’nin süreçte yerli ve milli siyasete yönelmesi ve Kemalizm’e yönelik hamleleri, hem CHP hem de geniş laik kesimde Kema-lizm’e olan vurgunun defansif olarak daha da artmasına yol açtı. Böylece Kemalizm, laik toplumsal kesimde tekrardan hegemonik ideoloji konumuna yükselmeye başladı. Kemalizm’in laik kesimler nazarında yükselişinin en önemli göstergesi, 16 Nisan (2017) referandumunda “Hayır” bloğunun “Cumhu-riyet rejimi elden gidiyor,” “saltanat, tek adam rejimi geliyor” ve “tam bağımsız Türkiye” gibi ülkenin kuruluş dönemine atıf yapan söylemler etrafında şekillenmesiydi.

Neticede 15 Temmuz’un toplum ve siyaset üzerindeki derin etkileri, AK Parti’de yaşanan siyaset değişikliği ve laik kesim içerisindeki dönüşümler Kemalizm’in yeniden ciddiye alınabilir bir siyasi çizgi olduğu sonucunu ortaya çıkardı. Daha da ötesi, AK Parti’nin ve daha genel olarak Türkiye siyase-tinin Kemalistleşme sürecine girdiği iddiaları gündeme geldi. Ancak gözden kaçırılan nokta, yaşanmakta olan sürecin AK Parti’nin Kemalistleşmesinden ziyade, Kemalizm’in AK Partilileşmesi olmasıdır.

Şöyle ki, Kemalizm form olarak ulus-devletçi, içerik olarak ise laik-milliyetçi bir siyaset öngörmektedir. AK Parti medeniyet siyasetinin ağır bastığı ilk döneminde, Kemalizm’in hem yegâne siyasi formu olan ulus-devlete hem de bu formu içeriklendiren laik-milliyetçi kimliğe meydan okudu. Bu siyasetin tıkanmasıyla 2015’ten itibaren yerli ve milli siyaset temelinde, ulus-devletçi formu kabul eden ancak laik-milliyetçi kimliği reddeden bir siyasete evrildi. AK Parti Kemalist mi oluyor sorusu da, son bir aydaki gelişmelerin çok daha öncesinde, AK Parti’nin yerli ve milli siyasete geçerek ulus-devlet formunu benimsemesiyle başlamıştı. Kemalistler bunu kendi ideolojilerinin bir zaferi olarak görürken, bazı AK Partililer “eski Türkiye” lehine ciddi bir eksen kayması olarak görüp eleştirmişlerdi. Peki, AK Parti’nin ulus-devlet formunu benimsemesi Kemalist olmasına mı delalet etmektedir?

Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle şu gerçeğin altının kalın harflerle çizilmesi gerekir: AK Parti kurulu bir siyasi sistem içerisinde yer alan herhangi bir siyasi parti olmaktan öte, siyasi sistemi sil baştan inşa etme hedefiyle hareket eden kurucu bir siyasi harekettir. Bu durum, AK Parti’yi sadece belli bir toplumsal kesimin temsilciliğini yapan bir siyasi hareket olmaktan çıkararak, tüm toplumu kucaklamak zorunda olan bir siyasi harekete dönüştür-mektedir. Elbette AK Parti, muhafazakâr-dindar toplumsal çevreyi ülke siyasetinde oyun kurucu hale getirmeye çalışan, yani belli bir toplumsal kesimde temellenen bir siyasi harekettir. Ancak kendisine kurucu bir rol atfeden AK Parti, kendisini bu role sıkıştırıp sınırlandırmamaktadır. Bunun için de kendi toplumsal tabanının sınırlarını aşarak diğer toplum kesimlerine de ulaşmaya çabalamaktadır.

Toplumsal ortaklık

AK Parti 15 yıllık iktidarı boyunca bu anlayışa göre hareket etmiştir. Kendi toplumsal tabanının ötesine geçerek tüm toplumu birleştirmeye çalışmış-tır. Bu birleştirme çabasında ilk dönem medeniyet siyasetini baz alırken, ikinci dönemde yerli ve milli siyaseti baz almıştır. Medeniyet siyasetiyle, laik-dindar ve Türk-Kürt gibi Kemalizm’in çizdiği toplumsal sınırları anlamsızlaştırarak, tüm toplumu tek bir çatı altında toplamaya çalışmıştır. Osmanlı-İslam geçmişi, toplumsal ortaklığın üzerine inşa edileceği form ve içerik olarak kabul edilmiştir. Bu siyaset sert bir dirençle karşılaşıp istenen sonucu vermeyince, bu sefer yerli ve milli siyaset ile toplumsal sınırları farklı şekilde anlamsızlaştırma mücadelesi başlamıştır. Yerli ve milli siyasette toplumsal ortaklık ulus-devlet geçmişinde ve formunda aranmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’nın AK Parti tarafından siyasette bu denli dolaşıma so-kulması bu yüzdendir. Lakin Atatürk ve Kurtuluş Savaşı gibi gösterenler, laik-milliyetçi Kemalist kodlarla değil muhafazakâr söylem içerisinde yeniden inşa edilmektedir. Yani, form ortak olsa bile içerik tamamıyla farklıdır. Mustafa Kemal Atatürk’e “Gazi” şeklinde hitap edilmesi, ülkenin kurucu metinle-ri olan Misak-ı Milli (1920) ve Lozan Anlaşması’nın (1924) tartışmaya açılması bu amaca yöneliktir. AK Parti’nin Kemalizm’e has gösterenlere el atması onun Kemalistleşmesi değil, tam tersine Kemalist aktörlerin elindeki önemli kozları almaya yönelik bir hamledir. CHP başta olmak üzere geleneksel Kemalist aktörlerin, AK Parti’nin bu hamlelerine sert tepkiyle karşılık vermesi boşuna değildir. Çünkü Kemalist aktörler, CHP’nin 2010’dan itibaren Kemalizm’den uzaklaşıp marjinal grupların kontrolüne girdiğinin, yani siyaset olarak toplumun merkezini tutmaktan toplumun uçlarına doğru kaydığının ve dışına çıktığının farkındadırlar. Ve bu durumun, AK Parti’nin laik toplumsal kesimleri etkilemesi ve kendi tarafına çekmesiyle sonuçlanmasından haklı olarak endişe duymaktadırlar.

Bu bağlamda, son dönemde Atatürk’ün şahsına ve ailesine yapılan hakaretlerin ve Atatürk büstlerine yapılan saldırıların –her nedense– birden artma-sı ve bunların geleneksel ve sosyal medyada AK Parti’ye karşı bir koz olarak kullanılmaya çalışılması söz konusudur. AK Parti’nin laik toplumsal kesimlere ulaşmasının önü bir şekilde kesilmeye çalışılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin son günlerdeki “Atatürk açılımı”nı bu mesnetsiz iddialara karşı ön almak şeklinde değerlendirmek gerekir. Nasıl ki, AK Parti’nin medeniyet siyasetiyle toplumu birleştirme hamlesi 2013’te Gezi olaylarıyla laik kesimler ve 6-8 Ekim olaylarından başlayıp 15 Temmuz 2015’te PKK’nın devrimci halk ayaklanması çağrısına kadar uzanan süreçte Kürt sosyo-lojisi AK Parti’ye karşı cepheleştirilerek akamete uğratıldıysa, yerli ve milli siyaset ile toplumu birleştirme hamlesi de Atatürkçülük üzerinden laik kesim-leri AK Parti’ye karşı cepheleştirerek bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bir taraftan da AK Parti ile hareket eden Kemalist aktörler zayıflatılmaya (MHP’nin parçalanmasında görüldüğü gibi) ve değersizleştirilmeye (TSK’ya karşı ara ara kullanılan aşağılayıcı dilde görüldüğü gibi) çalışılmaktadır.

Sonuç olarak, AK Parti Kemalizm’e teslim olmamakta, tam tersine Kemalist toplum kesimlerini ve siyasi aktörleri kendi toplum projesine dâhil etmeye çalışmaktadır. Medeniyet siyasetinden yerli ve milli siyasete geçiş, AK Parti siyasetinde bir sonuç olmaktan ziyade daha geniş bir sürecin uğrak noktalarıdır. AK Parti siyaseti hem form hem de içerik boyutlarıyla toplum, bölge ve küresel düzeni kendi siyasi geleneğinin vizyonu uyarınca yeniden düzenleme hedefinden ve kararlılığından vazgeçemez.

@AslnAli