Almanya ile ilişkilerimizi nasıl yönetmeliyiz?

Egemen Bağış
24.09.2017

Son günlerde Berlin’den Hükümet yetkililerinden de birbiriyle çelişen açıklamaların gelmesini, Alman siyasetinin içine düştüğü akıl tutulmasının bir başka tezahürü olarak değerlendirmek gerekir. Seçim atmosferinin de beslediği, sonu çıkmaz sokak olan bu siyasetin seçimden sonra aklıselime yönelmesi şarttır.


Almanya  ile ilişkilerimizi  nasıl yönetmeliyiz?
Son günlerde iç siyaset kaygıları ile yapılan tüm olumsuz beyanatlara ve gerilen ilişkilere karşın AB’nin lokomotifi ve güçlü ekonomisi Almanya ile ilişkilerimizin tarihçesine baktığımızda ilk olarak 12. yüzyıldaki İkinci Haçlı Seferi ile başladığını görürüz. İlişkiler, 19. yüzyılda artık askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda pek çok işbirliğine girilerek kuvvetlenmiş, I. Dünya Savaşı’nda kader birliği ettiğimiz Almanya ile II. Dünya Savaşı’nda son ana kadar savaşa girmemiş olsak da sınırlarımıza kadar geldiğinde kötü hatıralar yaşamamıza sebep olacak bir çatışma ortamı olmamıştır. 1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasında imzalanan “Türk işçilerinin Almanya Federal Cumhuriyeti’ne Gönderilmesine Dair Anlaşma” ile iki ülke ilişkileri daha derin ve daha çeşitli hale gelmiş, Türk işçiler çalışmak üzere bu ülkeye gitmeye başlamıştır. Almanya’nın 1973 yılındaki yurtdışından işçi alımını durdurduğunu açıklamasına kadar vatandaşlarımız işçi olarak buraya çalışmaya gitmiştir. Alman makamlarına göre 2,8 milyon kimilerine göre ise 4 milyon civarında Türk kökenli nüfus bu ülkede yaşıyor ve ekonomisine göz ardı edilemeyecek katkılar sunuyor. Bugüne değin bu kadar genişlemiş ilişkiler ağına karşın şu an özellikle Almanya’da yaklaşan seçimler öncesi yaşadığımız gerilimi iyi okumalıyız.
 
Özellikle 1980’li yıllardan sonra aşırı uç akımlara mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkesine iltica etti. Ülkemiz aleyhine yaptıkları olumsuz propagandalarla Almanya ve diğer ülkelerin kamuoyuna imajımızı zedeleyici etkiler bırakmaya bugün dahi devam ediyorlar. Devlet ve milletimizi olduğu gibi Alman makamlarını da son 30-40 yılda eğitim maskesi altında kandırarak kendilerine geçici itibar sağlayan Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarının da bu radikal gruplar ile dayanışma içinde Türkiye’yi kötüleme kampanyası başlatması, maalesef imajımızı olumsuz yönde etkiledi.
 
Alman kamuoyu kışkırtılıyor
 
Son yıllarda ülkemizden kaçan FETÖ mensuplarının Almanya tarafından korunmasının arkasında önceden orada örgütlenen Fetullahçıların göz boyama konusunda çabaları yatar. Bir kısım demokratik sivil toplum örgütlerini ve Alman kamuoyunu ülkemiz aleyhinde devamlı kışkırtmaktalar. Türkiye’nin, buna karşı etkin bir iletişim çalışması da gerçekleştirmesi gerektiğini herkes görüyor. Almanya PKK, DHKP-C ve FETÖ gibi terör örgütlerinin de rahatça faaliyet gösterebildikleri ve üyelerinin de ellerini kollarını sallayarak dolaşabildikleri bir ülke olmamalı. Bu olumsuzluklara ek olarak Alman Parlamentosu maalesef 2016 Haziran’ında sözde Ermeni soykırımı tanıyarak ilişkilerimizin devletimiz ve halkımız nezdinde yara almasına sebep oldu.
 
Hafızalarımızda çok taze olan Anayasa Değişikliği Referandumu öncesi Cumhurbaşkanımızın vatandaşlarıyla buluşmasına, video mesaj yayınlamasına dahi tahammül edilemezken, PKK’nın lider kadrolarına her türlü “özgürlüğün” sağlanmış olması ve Anayasa değişiklik paketini destekleyen siyasetçilere ifade özgürlüğü izni dahi verilmemesi mantıkla izah edilemez. Daha önce siyasi seçimlerde ülkelerindeki vatandaşlarımızın demokratik haklarını kullanmalarını teşvik ederken, anayasa referandumunda sorun çıkarmaları çok iyi niyetli bir tavır olarak algılanamaz. AB kapısında 50 yıldan fazladır oyalanan Türkiye, AB üyeliğine destek veren eski şansölye Schröder iktidarından sonra Almanya’nın da muhalefetiyle karşılaştı. Halkın ve kamuoyunun hafızası sandığımızdan kuvvetlidir. Bazen siyasetçiler bu gerçeği göz ardı etse bile gerekli mesajı da halktan sandıkta alırlar. Aynı şey AB’ye girmek hususunda bir referandum yapıldığında halkımızın vereceği cevapta da görülebilir.
 
Teröristlerin ülkelerine sızmasına göz yuman, sözde Ermeni soykırımını tanıyan, referandumda Almanya’daki vatandaşlarımızla bir araya gelmemize engel olan, Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenme sürecine takoz koymaya kalkan ve AB’ye girmememiz için diğer ülke liderlerini etki altına almaya çalışan zihniyetin bütün bunlara ses etmeyecek bir Türkiye istemesi abesle iştigaldir. Kusura bakmasınlar ama bu artık mümkün değil. İşte bu yüzden Türkiye’nin haklı hamleleri de gecikmedi. Ancak herkes bilmeli ki gerilimin ana kaynağı ülkemizin bu hamleleri değil kendisine yapılan haksızlıklara karşı sesini yükseltiyor olmasıdır.
 
2002’den bu yana yaptığı reformlarla Cumhuriyet tarihinin en reformist iktidarı idaresinde her gün daha da güçlenen Türkiye artık bu haksız tutumlara sesini çıkarıyor, itiraz ediyor ve hakkını arıyor. Sıkıntı da burada ortaya çıkıyor. Eskisi gibi görmezden gelsek, bize biçilen “çantada keklik, müttefik” rolünü oynasak, bu irili ufaklı problemler hep halı altına süpürülecek ve günü geldiğinde bir taviz koparmak için ısıtılarak masaya konacak. Gelelim Almanya ile ilişkilerimizi nasıl yöneteceğimiz hususuna. Öncelikle şu gerçeği reddedemeyiz: Almanya, ve Türkiye birbirlerinin en önemli ticari ortakları arasında. 2016 yılında ihracatımızın yüzde 9,8’ine tekabül eden 14 milyar dolarla en çok ihracat yaptığımız ülke Almanya, gene 2016 yılı verilerine göre toplam ithalatımızın yüzde 10,8’ine tekabül eden 21,5 milyar dolar ile Çin’den sonra en fazla ithalat yaptığımız ülke konumunda. Türkiye’ye en çok turist gönderen ülkelerden biri olan Almanya ile gerilen ilişkilerin neticesinde 2016 yılında ve 2017 yılının ilk altı ayında azalma yaşandı.
 
Köklü müttefikliğin gereği
 
Son günlere kadar iki ülke arasındaki gerilim ilk defa ekonomi alanına da sıçrama riski taşırken Enerji Bakanlığımızın rüzgar enerji ihalesinde aralarında büyük bir Alman firmasının da yer aldığı konsorsiyumum ipi göğüslemesi Türkiye’nin aklı selim ile hareket etme kararlılığının adeta ispatı oldu. Milyonlarca Türk’ün yaşadığı, karşılıklı birçok yatırım yapılmış bir ülkeyle uzun yıllarda inşa edilmiş bu kadar birikimi heba etmeden, dik durarak, milli menfaatlerimizi savunarak diplomasinin tüm imkanlarını kullanarak ortak çıkarlarımızı artırmayı hedeflemeliyiz. Tabii ki devletler arasındaki ilişkilerde gelgitler olur ama aslolan köklü müttefiklik ilişkisine dayanan ortak çıkar ve dostluğumuzdur.  Halkını ve iş dünyasını kendine tavır aldıracak politik hamlelerde bulunmadan ve Almanya’nın düştüğü hataya düşmeden ilişkilerimizi bozan taraf olmadan dik durarak yolumuza devam etme politikamızı sürdürmeliyiz. Çünkü yılların ve milyonların emeği ile kurulan bu ilişkilerin bozulması her iki ülke için önemli kayıplara sebep olur.
 
Ülkesinin haksız ve yersiz tutumu karşısında Alman Taz gazetesi bile, Şansölye Merkel’in ve rakibi Martin Schultz’un Türkiye’ye yönelik tutumlarını sert şekilde eleştirerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB müzakereleri ve FETÖ konusunda haksız olmadığını vurguladı. Aslında son günlerde Berlin’den Hükümet yetkililerinden de birbiriyle çelişen açıklamaların gelmesini, Alman siyasetinin içine düştüğü akıl tutulmasının bir başka tezahürü olarak değerlendirmek gerekir. Seçim atmosferinin de beslediği, sonu çıkmaz sokak olan bu siyasetin seçimden sonra aklıselime yönelmesi şarttır. Türkiye aleyhtarı seçmenlerin duygularını  istismar etmek için akla ziyan bir yarışa giren Alman iktidar ve bazı muhalefet partileri umarız 24 Eylül seçimlerinin ardından ilişkileri toparlama çabası başlatacaktır. Mantık ve ortak çıkarlar onu gerektirir.