Almanya’nın NATO ile umutsuz özgürlük dansı

Doç. Dr. Bünyamin Bezci / Sakarya Üniversitesi
21.07.2018

İstihbarat, siyasi bir güç yaratır. Almanya ekonomik ve teknolojik olarak da güçlüdür. Ama hem faşist geçmişinden dolayı sembolik olarak yaralıdır hem de askeri bir gücü haklılık aramadan kullanma maharetini kaybetmiştir. Bu nedenle 19. yüzyıldan sonra yeniden devletini arayan toplumun devletsiz olarak bir orduya sahip olması realist değil romantik bir çabadır.


Almanya’nın NATO ile umutsuz özgürlük dansı

II. Dünya Savaşı sonrası kazanan ülkeler arasındaki ideolojik anlaşmazlıklar 1947 sonrasında belirginleşmeye başlamıştır. Kapitalist ekonomiyi kalkınmalarının rehberi edinen ülkeler sosyalizmin güçlü kutbu Sovyetler Birliği’ne karşı güçlü bir savunma hattını NATO çerçevesinde oluşturmuştur. Birçok ülke için özgürlüklerinin garantisi olan NATO, aslında Almanların mahkûmiyeti üzerine inşa edilmiş bir savunma hattıdır. NATO çerçevesindeki tartışmalara ABD çerçevesinden bakmaya alışkın olduğumuz için son zamanlarda Almanya ile yaşanan sorunu Trump’ın aşırı taleplerine karşı Merkel’in mızıkçılığı olarak okumaya meyilliyiz. Oysa konu Almanlar için göreli de olsa “stratejik özerklik” kazanma kavgasıdır.

Trump’ın politikalarını anormal bulanlar Avrupalı politikacıların sinirlerini koruması gerektiği iddia etmektedir. Böylece birkaç yıl içinde savuşturulacak Trump yönetimi sonrasında eski medeni ve mesafeli ilişkiler dünyası geri gelecektir. Oysa ABD politikalarının değişiminin nedeni Trump değildir, Trump politikaların değişiminin bir göstergesidir. Kalsa da gitse de ABD politikalarını belirleyen odaklar değişmeyecektir. ABD dünya sistemindeki ticari ağırlığını kaybedişini askeri ve teknolojik olarak telafi etme peşindedir. Bu nedenle sistemin kendisine bağlı tarafını askeri açıdan konsolide ederken sistemin karşı kutbunu teknolojik üstünlükle aşmaya çalışmaktadır. Bu arada uzun zamandır açık tutmaktan çıkarı olan ticari hatları terbiye etmeye çalışmaktadır. Ticari hatlar üzerinde yaptığı budama faaliyetleri ile bir nevi dünya sistemi bahçıvanlığına soyunmuştur. Bu arada ticari hatların çoğunun büyük ABD piyasasına doğru akması işini kolaylaştırmaktadır.

Kendi askeri harcamalarını azaltırken askeri malzeme ve silah satışlarını artıran ABD, kendine bağlı ülkeleri silah almaya zorlamaktadır. Bazen kontrollü gerilim alanları yaratarak bazen de ülkelerin toplumsal ve sembolik hassasiyetlerine dokunarak silah satışı anlaşmaları yapmaktadır. NATO ise daha rafine ve medeni bir alandır. Çoğu güçlü demokrasilere sahip NATO ülkelerinde gerilim politikasının da hassasiyetlere dokunma politikasının da işe yaramayacağı açıktır. NATO ülkeleri içindeki zayıf halkalardan biri olarak görülen Türkiye’nin demokrasisi bile bu tür gerilim ve hassasiyet testlerinden umulmadık bir başarı ile çıkmıştır. Bu nedenle bu arenada uygulanacak politikaların farklı gerekçelere dayanması gerekmektedir. Ciddi anlamda bir düşmanı olmayan Almanya için ise daha da özel gerekçeler icat edilmelidir. Zira AB ülkelerinden biri olarak Almanya dünyanın hiçbir ülkesinden ciddi tehdit almamaktadır.

Güvenlik riskleri

II. Dünya Savaşı sonrasında sosyalist ve yayılmacı Sovyetler Birliği’nin yarattığı tehdit algısı ABD politikaları için yeterlidir. Doymak bilmeyen piyasasının ihtiyaçlarını güvenlik satarak karşılamak zor değildi. Fakat Almanya’nın birleşmesi sonrasında ülkenin güvenlik sorunu minimalize olmuştur. 21. yüzyıla Rusya ile yakın ilişkiler kurarak giren Almanya için Doğu’dan gelecek bir güvenlik riski kalmamıştı. NATO’nun kendisini teröre karşı savaşla konumlandırmasını Almanya hiçbir zaman ikna edici bulmamıştır. Hatta terör konvansiyonel silah satışında Almanya için yeni imkânlar yaratmıştır. Böylece “halkların kurtuluş savaşlarını” sahada risk almadan destekleyerek hem para hem de itibar kazanmıştır. Bölgemizde PKK/YPG’ye olan silah desteklerini artık standart haberlerden bile takip etmek mümkündür. Ta ki Akdeniz’den gelen göç dalgası Avrupa’nın piyasa dengelerini alt üst edesiye kadar Almanya ciddi bir güvenlik riski yaşamamıştır.

Güvenlik risklerin az olması ekonomik kaynakların da kalkınma, eğitim ve refah harcamalarına ayrılmasını mümkün kılmıştır. Oysa ABD için refah demek, silah satmak ve teknoloji ihraç etmek demektir. İç piyasasında ABD mallarına ihtiyacı olmayan Almanya’ya pazarlanabilecek iki ürün güvenlik ve teknolojidir. Bir taraftan Alman konvansiyonel teknolojisi ABD tarafından otomobil şirketleri üzerinden cezalandırılırken diğer taraftan da Almanya, “Google” gibi teknolojik yayılımı önlemenin imkânsız olduğu alanları karşı cezalarla kontrol etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında NATO içindeki tartışmaları dünya sisteminin işleyişi dışında kavramak kolay değildir.

ABD’nin Rusya ve Çin politikaları teknolojik üstünlük iddiası üzerinden yürümektedir. Bu anlamda halen ABD teknolojisiyle çatışmayı göze alamayan her iki ülke de kendilerini teknolojik açıdan donatmaya çalışmaktadır. Rusya bir nevi teknolojik terör olarak sosyal medyayı, hackerleri ve dezenformasyonu kullanarak ABD’nin kurduğu dünya sisteminin göreli saygısını kazanmaktadır. Çin ise yarattığı dev üretim kapasitesi ile ABD piyasasını beslemektedir. Finans piyasasına hakim olunduğu kadar Rusya’nın teknolojik terörüne ya da Çin’in üretim gücüne dayanmak zor değildir. Fakat ABD’nin kendi gücünü koruyabilmesi de güvenlik ve teknoloji piyasasının daralmamasına bağlıdır.

Güvenliğin maliyeti

Almanya, II. Dünya Savaşı’ndan beri ABD’den güvenlik satın alan bir ülkedir. Dahası satın alabilecek parası da olan ve ihracat fazlası veren nadir ülkelerdendir. ABD, dünya sistemini koruyarak yarattığı güvenlik alanında rahat ticaret yapan Almanya’dan payını istemektedir. Savunma harcamalarını NATO ülkelerinin taahhüt ettiği gayri safi milli hasılasının yüzde 2’sine getirmek zorunda olan Almanya şu an yaptığı harcamaların yüzde 80 fazlası olan yıllık 130 milyar Euro harcamak zorunda kalacaktır. Suudi Arabistan’ın rekor zannedilen 400 milyar dolarla kurtulduğu güvenlik ihalesinden Almanya’nın payına düşen daha fazladır. Almanya ise bu kadar yüksek miktarla özerk bir savunma hattı kurabileceğinin farkındadır. Dahası Alman teknolojisi de bu kadar yüksek bir meblağ ile kendi güvenlik imkanlarını yaratma yeteneğine sahiptir. Fakat Almanya güvenlik stratejilerindeki yolu Kıta Avrupası’nda işbirliği ile almak istemektedir.

Almanya’nın kıta stratejisi Batı’dan (Fransa’dan) gelen tehditlerle Doğu’dan (Rusya’dan) gelen tehditleri kendisinde eritebilme üzerine kuruludur. I. ve II. Dünya Savaşlarında Batı ve Doğu’ya hakim olmaya çalışarak stratejisini başarmaya çalışmıştır. I. Dünya Savaşı’nda Batı cephesinde II. Dünya Savaşı’nda ise Doğu cephesinde kaybetmiştir. Bugün ise Doğu’yu ekonomik olarak kendisine bağlamak isterken Batı ile de işbirliği yapmak istemektedir. Kuzey Akımı projesiyle Baltık Denizi üzerinden kendisine bağlamak istediği doğalgaz hatları Almanya açısından Trump’ın iddia ettiği gibi bir mahkûmiyet değil, doğal kaynaklara bağlı Rusya piyasasını kontrol mekanizmasıdır. Diğer taraftan PESCO üzerinden başta Fransa olmak üzere AB dâhilinde kurulmak istenen askeri işbirliği çabasıyla da Batı cephesi güven altında tutulmak istenmektedir. Bu resimde NATO için gereğinden büyük yerler ayrılmamıştır. Oysa ABD’nin istediği ilk elden yüzde 2’ye çıkan harcamaları yüzde 4’e kadar çıkarmaktır. NATO inisiyatiflerinde rol alarak harcamalarını ve arada da askeri tecrübesini artırmaya çalışan Almanya, ABD için pazar olmaktan kaçınabileceğini düşünmektedir. Petrol zengini körfez ülkelerine piyango zengini muamelesi yapan ABD için Almanya olsa olsa iyi yerde dükkân açan bir süpermarkettir. Bir piyasa dâhisi olan Trump da ABD politikalarını belirleyen değil iyi işletendir. Almanya dünya sistemi içerisinde satın alması gerekeni satın alacaktır.

Stratejik özerklik politikası

Almanya stratejik özerklik politikasını yürütme konusunda birbirinden çok farklı açmazlara sahiptir. İngiltere’nin AB’den ayrılması Almanya’yı bu konuda cesaretlendirse de Fransa’nın ABD nezdinde partnerlik ilişkisini geliştirmesi bir AB ordusu projesini zora sokmaktadır. Diğer taraftan etki alanındaki küçük ülkelerde özellikle ekonomik gücünden dolayı oluşan tepkiyi yok etmesi kolay olmamaktadır. Ayrıca AB güvenliğini en fazla tehdit eden göç konusundaki liberal tavırları nüfus baskısı altındaki ülkelerde şüphe yaratmaktadır. Kontrollü ve seçilmiş bir göçmen nüfusa ekonomisini ayakta tutmak için ihtiyacı olan Almanya ile Orta Avrupa’nın küçük ülkelerinin çıkarlarını uzlaştırmak zordur. Örneğin orduyu göçe karşı kullanmak isteyen Macaristan ile ordusu yoluyla özerk politikalar izlemek isteyen Almanya’nın çıkarları birleşemez. Ayrıca ekonomik zorluklar yaşasa da İtalya’yı teslim almak Yunanistan’ı teslim almak kadar kolay değildir. Savaş bölgesinin yanında ve ince bir dengede duran Türkiye ile göç anlaşmaları yoluyla buluşmak zor olmasa da Rusya’yı sadece gaz satın alarak teskin etmek kolay değildir. Dahası Polonya’daki tarihi nefreti yok etmek ya da Balkan ve Kafkas piyasalarında ayağına dolaşan Türkiye’den kurtulmak da mümkün gözükmemektedir.

Son yıllarda Güney Kore, Körfez Ülkeleri ve Mısır’a sattığı silahlarla dünya silah piyasasında üçüncülüğe yerleşen Almanya, Fransa ve İngiltere için rakip konumdadır. Her ne kadar Fransa’yı ürkütmemek için ortak tank projeleri geliştirilse de Almanya, birçok ülke için güvenlik partneri olamamaktadır. Bu bağlamda Alman şirket yapısının etnosentrik olmasının da önemli bir rolü vardır. Üretimi milli bir mesele olarak gören Almanlar için ortak üretim hatları kolay işlememektedir. Patent satmayı ortak üretime tercih eden Almanya’nın sadece ticari dehasıyla güce dayalı bir politika izleyen ABD kadar güven yaratması mümkün değildir. Ancak tarihi müttefikleri Romanya ve Çekya Almanya’nın askeri teknolojisine ram olmaya hazırdır. Uzun zamandır Alman askeri ekipmanlarını kullanan İskandinav ülkeleri bile Almanya ile kurulacak ortak ordu konusunda çok istekli görünmemektedir. Almanya’nın politik imkân bulduğunda bir AB ordusuna önderlik etme arzusu ve ekonomik imkânı bulunmaktadır. Fakat ABD, Almanya’nın imkânlarındaki payına karşı NATO sistemi içinde kalmayı ve dahası NATO’ya desteğini artırmayı dayatmaktadır.

Almanya’nın NATO’dan özgürlük mücadelesi umutsuzca devam etmektedir. Zira halen Almanya için kendi topraklarında bile asker bulunduran ABD ile mücadele etmeden bu tür bir özerklik alanı mümkün değildir. Alman politikası ise romantik olarak Trump’ın geçiciliğine dair bir politika yürütmektedir. Daha medeni bir ABD yönetiminin kendi özerklik alanlarını tanıyabileceğini sanmaktadır. Bu tür bir sanrının en önemli nedeni II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın devlet geleneğini demokratik toplumla terbiye etmeye çalışmasıdır. İktidar ve güç odaklı devlet politikasından demokratik görünümüne rağmen pek de sapmayan ABD’ye karşı meşruiyet odaklı demokratik politikalara dayalı bir güç kazanımı zor görünmektedir. Hele bu gücü ordusuna dayalı olarak kazanmak mücadele yeteneğine değil, teknolojisine güvenen Almanya için daha da zordur.

Diğer taraftan her ne kadar son yıllarda ülkemizdeki faaliyetlerinden de anlaşılacağı gibi istihbarat yeteneğini ve bilgi toplama kapasitesini artırsa da haklı olup olmadığına bakmadan savaşı göze alamayan bir Almanya’nın özerk bir ordu kurgulamasına dünya sistemi izin vermeyecektir. İstihbarat, siyasi bir güç yaratır. Almanya ekonomik ve teknolojik olarak da güçlüdür. Ama hem faşist geçmişinden dolayı sembolik olarak yaralıdır hem de askeri bir gücü haklılık aramadan kullanma maharetini kaybetmiştir. Bu nedenle 19. yüzyıldan sonra yeniden devletini arayan toplumun devletsiz olarak bir orduya sahip olması realist değil romantik bir çabadır.

@bunyaminbezci