Amerika’nın Amerika ile kavgası

Nurşin Ateşoğlu Güney / BİLGESAM Bşk Yrd.
28.01.2017

Trump’ın sert dış politika eleştirisini sürdürüp sürdüremeyeceğini bilemiyoruz. Ne de olsa Kurulu Düzen boşuna ‘kurulu’ sıfatıyla tanımlanmıyor. Dahası Asya ve Avrupa’da, her şeyden öte Moskova’da gözler Trump’ı izliyor. Rusya ABD’nin karşısına mı alınacak yoksa Moskova’yla birlikte ABD, Çin’i daha maliyetsiz bir biçimde dengelemeyi mi tercih edecek?


Amerika’nın Amerika ile kavgası

ABD’nin seçilmiş başkanı Trump, resmen göreve gelmeden önce gerek yaptığı açıklamalarla gerek attığı tweet’lerle daha önce görülmemiş biçimde yoğun tartışmalara neden oldu. Dış politika uzmanları özellikle de Amerikalı dış politika uzmanları bir yandan hala Trump’ın layıkıyla ABD Başkanı olup olamayacağını sorguluyor; diğer yandan Trump ve ekibinin ABD dış politikasında hâkim olan iki rakip yönelimden hangisini takip edeceğini anlamaya çalışıyorlar. Acaba Trump, son 25 yılda Amerikan dış politikasına hâkim olan temel eğilimin, Kurulu Düzen’in -yani The Establishment’in- desteklediği liberal hegemonyacı görüşe yaklaşacak mı? Yoksa seçimlerdeki çizgisini devam ettirip, realist politikayı takip eden başkanlardan biri mi olacak? Bilindiği gibi realist görüşün önde gelenleri, örneğin John Mearsheimer, Obama yönetiminin önemli bazı stratejik hatalar yaptığını düşünmekte. Bu kesim sessiz de kalmıyor; yeni başkana hitaben peş peşe uyarılarda bulunuyorlar. Realistlere göre Washington’un bir an evvel Rusya karşıtı politikalardan vazgeçmesi ve tüm dikkatini daha ciddi bir tehdit olan Çin’e yöneltmesi gerekiyor. Bilindiği gibi, bu uyarılar Trump’ın seçim döneminde benimsediği genel dış politika söylemlerine ve özelde de Çin ve Rusya Federasyonu ile ilgili meselelerde yaptığı açıklamalara uygun düşmekte. Zaten Trump, realist görüşe yakın ifadeler kullanmaya başladığı andan itibaren- yani seçim döneminden bu yana- Washington’daki Kurulu Düzen’in ciddi tepkisine maruz kalmaya da başlıyor. ABD başkanını yıpratma gayreti içerisinde olanlar arasında Trump’ı neredeyse casuslukla itham etmekte beis görmeyenlerin bile var olduğu bir Amerika gerçekliğinden bahsediyoruz. Üstelik Trump’a karşı olan bu cephe, hem Cumhuriyetçi kesimden hem de Demokrat Parti’den ağır topları içinde barındırıyor ve bu cephenin seçim yenilgisine öfkesi dinmiş görünmüyor. Keza Trump’ın da bu cepheye karşı muhalefeti aynı hızla devam ediyor. Trump’ın yemin töreninde halka nasıl seslendiğini hatırlayalım: ‘‘Boş konuşma devri bitti, aksiyon zamanı geldi. Bugün sadece yönetim bir partiden diğerine geçmiyor; aynı zamanda gücü Washington’dan halkın kendisine geri veriyoruz. Birlikte Amerika’yı daha güçlü yapacağız’’. Öyleyse orta yolu bulmaya çalışanların ümit ettiği şekilde 20 Ocak başkanlık devir teslimi sonrasında seçim süresinde benimsediği popülist söylemlerden uzaklaşmış, törpülenmiş bir Trump yok karşımızda. Aksine yeni Başkan, Amerikan Kurulu Düzen’ini bir kez daha hedef alıyor ve eskiye ait yönetim biçimini ret ettiğini bir kez daha yineliyor. Amerika kendi içerisinde seçim sonuçlarıyla bitmeyen derin bir kavga yaşıyor ve bu nedenle Trump’ın seçeceği dış politika yönelimi, basit bir siyasi tercih olmaktan çıkıyor.

Son 25 yılda Amerikan dış politika uygulamasında etkili olmuş gerek Cumhuriyetçi gerekse de Demokrat kesimlerin Trump’ı Kurulu Düzen’in onayladığı liberal hegemonya bakış açısını terk etmemesi için zorladıklarını biliyoruz. Uluslararası camiadaki genel beklenti de buna uygun; Kurulu Düzen’in Trump yönetimini başkanlık süresi boyunca zorlamaya devam edeceği yönünde. Ama yemin töreninde Trump’ın benimsediği söylem işlerin beklendiği kadar kolay olmayacağını gösteriyor. Realist ekolün sesini daha gür duyabiliriz.

Realist ekol ne diyor?

Realist ekol temsilcilerinden John  Merseihemer da Trump gibi son 20 yılda Amerika’da uygulanan dış politikanın hatalarla dolu olduğu inancında. Daha önce belirttik, bu kesim Trump’ın ne yapacağından tam olarak emin olamadığından art arda uyarılar yayınlayarak ABD’nin 45. Başkanı’nın ne yapmaması gerektiğini söylüyor. Buna göre, ABD, Ortadoğu’da demokrasiyi yaygınlaştırma savaşlarından uzak durmalı, çünkü Amerika bu doğrultuda girişeceği savaşları kaybedebilir. Zaten realistler liberal hegemonyacı politika doğrultusunda ABD’nin “dünya polisliğine” soyunarak, demokratik müdahale ve ulus-devlet inşa süreçlerine bulaşmalarına hep karşı çıktı. Mearsheimer’ın 2003 Irak müdahalesinin neden gereksiz bir savaş olduğunu yazdığı günleri hatırlayalım. Bugün o “gereksiz savaşın” açtığı yolda ne kadar kan döküldü. Meirseheimer’a göre gelecekte başarısız Amerikan askeri müdahaleleri neticesinde bölge tamamen terör ve silahlı çatışmalara yazgılı hale gelebilir. Ortadoğu’da oluşacak bu sürekli istikrarsızlık durumu da ABD’nin dikkatini dağıtacak, esas ilgilenmesi gereken Çin’in dengelenmesi meselesiyle uğraşmasını geciktirecektir. ABD için böyle bir senaryonun gerçekleşmesi realistler tarafından kabul edilemez. Bu nedenle, realistlere göre, ‘‘öncelik Amerika’ya’’ sloganını atıp, ‘‘Amerika’yı yeniden güçlü yapmayı’’ vaat eden Trump ve ekibi gelecekte izleyecekleri dış politikayı belirlerken realistlere kulak vermeli.

Diğer realistler gibi ABD’nin liberal hegemonya politikasının iflas ettiğini ileri süren Meirsheimer’a göre Trump yönetimi ABD’nin stratejik önceliklerini belirlemeli. Bu öncelikler dünya polisliğinin yararsız ve maliyetli olduğunu gösterecektir. Bu her şeye muktedir ABD yerine, artık Washington’ın kendisi için stratejik değeri oldukça yüksek olan Avrupa, Körfez ve Doğu Asya gibi üç bölgeye odaklanmasının zamanı gelmiştir. Bu üç bölgeye baktığımızda farklı bölgesel güvenlik koşullarıyla karşı karşıya kalmakta ABD. Avrupa ve Körfez’de hiçbir bölgesel güç bölgesel hegemonyayı sağlayamazken, Doğu Asya’da Çin bunu yapabilecek kabiliyetlere sahip olma yolunda ilerliyor. Dolayısıyla Doğu Asya’da Çin’in bölgesel hegemonyası engellenmeliyken, Avrupa’da Trump yönetimi Rusya Federasyonu ile ilişkileri onarmak ve geliştirmek için ciddi bir çaba sarf etmeli, çünkü Rusya, Doğu Asya’da Çin’e karşı iyi bir müttefik.

Amerika’nın kendi kavgası

Meirsheimar’ın bir realist olarak önerdiği reçete, yeni Başkan’a verdiği dış politika tavsiyeleri Obama yönetiminin özellikle son dönemde izlediği stratejilerle taban tabana zıtlık teşkil ediyor: Ortadoğu’daki istikrarsızlık ABD için baş ağrısına neden olabilir, Körfez ve Avrupa güvenliği önemli ve Avrupa’da Rusya ile arayı çok kötü tutmamak lazım. Çünkü Rusya’ya başka yerlerde ihtiyaç olabilir. Obama yönetimi ise görevi devretmeden kısa süre önce Avrupa’da Rusya’yla ilişkileri daha da gerecek çeşitli kararlara imza attı. Mevcut yönetim önce Rusya’ya yönelik yeni iktisadi yaptırımlar uygulama kararını açıkladı, sonra da Moskova’nın Avrupa’ya yönelik olası bir saldırısını caydırmak için başta Almanya olmak üzere bazı Orta Avrupa ülkelerine NATO kapsamında yeni asker ve füze savunma sistemi konuşlandırma politikasına hız verildi. Tahmin edileceği gibi, Moskova ABD’nin bu adımlarını oldukça kışkırtıcı buldu ve bu tırmandırıcı tavrı nedeniyle Washington’u ciddi bir biçimde eleştirdi. Nitekim tırmandırma stratejisi Soğuk Savaşı hatırlatan sahnelerin yaşanmasıyla devam etti.

Trump sonrası ihtimaller

Obama yönetimi neredeyse son günlerinde kimi Rus diplomatları casusluk yapmakla suçladı ve diplomatlar sınır dışı edildi.  Washington ve Moskova arasında tezahür eden tüm gerginlikler gibi bu da Trump yönetiminin kucağına atılmış, üzerinde Rusya yazan yeni bir sorun yumağı olacaktı ki Putin oldukça akılcı davranarak, Washington’a hemen cevap vermeyeceğini, misilleme yapmak yerine sorunları görüşmek üzere Trump’ın resmen başkanlığı devralmasını beklediğini açıklayıverdi. Kısaca, Amerika’nın Amerika ile kavgası başkaları tarafından da fark ediliyor. Nasıl fark edilmesin; Trump sadece Çin’e yüklenip, Rusya ile dostane ilişkilerin yararlı olabileceğini söylemedi. Daha önemlisi, NATO’dan köhnemiş bir yapı, zamanı geçmiş bir örgüt olarak bahsetti. Trump’a göre Avrupalıların artık kendi savunmalarıyla ilgilenmelerinin zamanı gelmişti. Avrupa’daki Amerikan askeri varlığı da geri çekilebilirdi. Daha henüz Avrupa’ya ulaşan ve çiçeklerle karşılanan Amerikalı komutanların resmini gazetelerde görmüştük ki bu açıklamaları duyuyoruz. Trump açıkça şunu söylüyor: Kurulu Düzen, Müesses Nizam, The Establishment -adına ne deniliyorsa- hâkim dış politika aklı beni ve yönetimimi zorlayabilir ama Obama yönetiminin son gününe kadar sürdürdüğü politikayı, örneğin Rusya karşıtı iktisadi ve askeri politikaları, takip etme niyetinde değilim. Bu karşı çıkışa cevap, Trump’a “Sen bizim başkanımız değilsin!” diyen kitlesel gösterilerle veriliyor.

Amerikan seçimlerini takip edenlerin iyi bildiği genel bir kanı vardır. Seçim sonuçlarını, seçmenin tavrını dış politika yönelimleri değil, sağlık, eğitim, ekonomi gibi günlük hayatı doğrudan ilgilendiren politikalar belirler. Trump, sağlık, eğitim, ekonomi, Amerikan değerleri vb. konusunda da fikirlerini hiç çekinmeden söyledi ama Trump ile Trump’ı reddeden Kurulu Düzen taraftarlarını gerçekten karşı karşıya getiren, seçimler esnasında Trump’ın ABD adına bir dış politika yönelim değişimini dillendirmesiydi. Bu değişim, Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren çeşitli farklarla (Baba Bush’cu, Oğul Bush’cu, Clinton’cu, Obama’cı) takip edilen liberal hegemonyacı yönelimden keskin bir ayrımı işaret ediyor. 20 Ocak’ta resmen ABD başkanı olan Trump’ın bundan sonra seçimlerde veya yemin töreninde sergilediği dik tavrı, sert dış politika eleştirisini sürdürüp sürdüremeyeceğini bilemiyoruz. Ne de olsa Kurulu Düzen boşuna ‘kurulu’ sıfatıyla tanımlanmıyor. Dahası Asya ve Avrupa’da, her şeyden öte Moskova’da gözler Trump’ı izliyor. Rusya ABD’nin karşısına mı alınacak yoksa Moskova’yla birlikte ABD, Çin’i daha maliyetsiz bir biçimde dengelemeyi mi tercih edecek. Kuşkusuz, yeni Amerikan yönetiminin belirleyeceği yeni dış politika yönelimi yalnızca Washington’un gelecekteki başarısını ve başarısızlığını, üstlendiği ya da üstünden attığı maliyeti belirlemeyecek, tüm uluslararası sistemdeki jeopolitik ve jeoekonomik dengeleri etkileyecek nitelikte olacak. Garp cephesinde değişen bir şey olmaz diyenler var. Doğru olabilir ama şunu hatırlatalım; Amerika’nın kurumlarıyla Trump arasında yaşanan ve gün geçtikçe kızışan rekabetin kazananı ve kaybedeni henüz belli değil. Seçim dönemi yüzeye çıkan gerginlik ve bölünme bitmediği gibi, körüklenerek sürüyor. Bir yanda Trump sert açıklamalarda bulunuyor, öte taraftan Trump karşıtları sokaklarda yürüyor. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası benimsediği liberal hegemonyacı dış politika ve bu politikanın vaatleri, beklentileri ve maliyeti Amerika’da çatlak yarattı. Bu bağlamda bugün gördüğümüz tablo, yeni ortaya çıkan uluslararası bir düzenin habercisi. Bilemediğimiz şu, bu düzen istikrara mı yoksa istikrarsızlığa mı dayanacak, dayanmalı. Dünyanın burasından; Ortadoğu, Akdeniz, Avrupa ve Karadeniz’in kesiştiği yerden bakıldığında cevap vermek çok kolay ama kendi sorunlarıyla boğuşan ve seçimi tam anlamıyla bitmemiş olan Amerika’dan bakıldığında ortalık bulanık görünüyor. Trump ve ekibinin bundan sonra yaptıkları her dış politika hamlesi bu bulanıklığı biraz daha aydınlatacak ama kendilerini de kazanmaya ve kaybetmeye adım adım yaklaştıracak.  Olacakları hep beraber müşahede edeceğiz.

[email protected]