Arap dünyasının krizleri ve İslamcılık

ASIM ÖZ / Yazar
21.04.2019

Arap devrimlerini başlatanların İslâmcı ya da solcu şeklinde sınıflandırılmasını doğru bulmadığını söyleyen Merzûkî, devrimlerin İslamcılar ya da solcular tarafından değil hiçbir şeyi olmayan sıradan insanlarca başlatıldığını vurgular. Uluslararası gelişmelerin belirleyiciliğinin ötesinde Arap uyanışına olan sadakatini ifade ederek devrimlerin başarısız olduğunu, akamete uğratıldığını ancak karşı devrimlerin de başarısızlıkla sonuçlandığını dile getirerek mevcut durumu analiz eder.


Arap dünyasının krizleri ve İslamcılık

Arap dünyası üzerine tarih/uyanış ekseninde yazılmış, düşünce ve siyaset kitaplarında çok sayıda bilgi ve yorumla birlikte kesintisiz devam eden İslâmcılık eleştirisi hemen göze çarpar. Üstelik bu, Arap siyasi hayatında, diktatörlüklerin devrilmesi sürecinin daha başlamadan boğulması üzerinde düşünmeye fırsat bırakmadan yapılmaktadır. 

Arap uyanışı sürecinde ve sonrasında ortaya çıkan tartışmaların ışığında, İslâmî hareketlerin başarısızlığı bu yüzden de İslâmcılığın terk edilmesi gereken bir akım olduğu ilan edildi sıklıkla. Nice seküler, liberal ve solcu tıpkı 1990’larda olduğu gibi kendilerini eski düzenin kucağına attı. İslâmcılığın yükselişini “seküler solun” zemin kaybıyla izah eden epeyce seküler gelenek ağıtçısının bulunması bunun göstergelerinden biri.  Şüphesiz bu meseleyi ele alan yazarların hepsi İslâmcılığı aynı şekilde değerlendirmiyor; bazıları diğerlerine göre daha eleştirel bir tavır takınıyor. Fakat hepsinin üzerinde anlaştığı temel nokta, İslâmcılığın terk edilmesi gerektiği.  Ne var ki, maruz kalınanların bir muhasebesini ya da tahlilini yapma zahmetine katlanmaktan beri duruldu çoğu zaman. 

Dikkatli tarihsel inşalar

Günümüz dünyasını anlamak adına hâlâ geçerli olan bu yaklaşım Tunus eski cumhurbaşkanı Munsif Merzûkî’nin metinlerinde de karşımıza çıkar.  Tunus’taki laik yelpazenin merkez sol kanadında duran Merzûkî, Arap Dünyasının Krizleri (2019) başlıklı kitabında, Arap dünyasındaki siyasi duruşların seyrini sunmuş, egemen düşünce akımlarına muhalif bir karşı düşünceler ve metinler tarihinin yazılmasını sağlamış, eğilimlerin ve yapıların gizli mücadelesini gün yüzüne çıkarmıştır.  Bu yüzden günümüzde, Arap dünyasının belli başlı mahfillerinde Munsif Merzûkî, okunuyor, çevriliyor ve yorumlanıyor.  Makaleleri derleyen ve çeviren Zahide Tuba Kor, düşünürün hayatını ve belli başlı eserlerini tanıtan entelektüel monografisiyle Merzûkî’yi daha iyi tanımayı sağlıyor. Okura bir bakıma olağanüstü bir yakınlığın hatırasını sunan söyleşi ise Merzûkî’nin hayatını, siyasi mücadelesini, insan ve düşünür olarak kişiliğini ve farklılığını anlamamıza imkân veriyor. 

Maalesef görünen o ki, Munsif Merzûkî, Arap Dünyasının Krizleri kitabında, Arap dünyasının temel meselelerini ele alırken seçici bir şekilde 1970’lerde yükselişe geçen İslâmî hareketleri eleştirmesiyle egemen yergi korosuna katılmakta. Nahda Partisi’nin Mayıs 2016’daki kongresinde dini davet ile siyasi faaliyetleri birbirinden ayırması üzerine yazdığı “İslâmcı Dalga… Sular Geri mi Çekiliyor?” başlıklı yazısı bunu net bir şekilde ortaya koyar. Merzûkî, İslâmcı kabul edilen partilerin aşama aşama İslâmî referansın kendisinden uzaklaşmaları dahası kahir ekseriyetinin iktidarda kendine bir konum arayan “sağcı partilere” dönüşmesini bir çöküş olarak sunar. 

Bilinen laiklerden farklı olarak Munsif Merzûkî, Arap dünyasının sorunlarını masaya yatıran ve tarihsel yeniden inşalarla ilerleyen makalelerinde başından sonuna kadar yöntemi ve argümanı bakımından bir antitez oluşturur.  Hemen belirtmek gerekirse, onun Arap dünyasına dair sorduğu sorular, bütün rahatsız edicilikleriyle, sözde huzura kavuşmuş dünyamıza musallat olmayı sürdürüyor.  Arap uyanışının/devriminin kökenlerini, dışarıda aramak yerine bizzat her ülkenin kendi iç gerçekliklerinde bulur mesela. Merzûkî, medyadan toplumsal ve siyasi hareketlere, diktatörlüklerden yozlaşmış elitlere, işsizlikten eğitim ve sağlık sorunlarına, Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişiminden Katar’ın abluka altına alınmasına kadar eleştirel görüş alışverişleriyle ulaştığı bir kriz anlatısı ortaya koyar. Bütün bu sürecin sıcak ve canlı bir fenomenolojisini etkileyici bir gelecek perspektifiyle sunar Merzûkî. 

Munsif Merzûkî’nin Arap düşünce tarihinde bugüne dek eşi benzeri görülmemiş nazari bir devrim yarattığı söylenemez ancak belli başlı gelişmeleri derli toplu yorumlamasıyla farklı ve dikkate değer görüşler ileri sürmüştür. Arap devrimlerini küçümseyenlerin duymaktan hoşlanmayacağı sözler sarf eder: Arap devrimlerini başlatanların İslâmcı ya da solcu şeklinde sınıflandırılmasını doğru bulmadığını söyleyen Merzûkî, devrimlerin İslamcılar ya da solcular tarafından değil hiçbir şeyi olmayan sıradan insanlarca başlatıldığını vurgular.  Arap uyanışını içerden değerlendirmesiyle ezber bozan Merzûkî,  uluslararası gelişmelerin belirleyiciliğinin ötesinde Arap uyanışına olan sadakatini ifade ederek devrimlerin başarısız olduğunu, akamete uğratıldığını ancak karşı devrimlerin de başarısızlıkla sonuçlandığını dile getirerek mevcut durumu analiz eder. Sinik iğvalara karşı radikal özgürlükçü nüveyi hatırlatmasıyla Alain Badiou,  Hamid Dabashi,  Slovoj Zizek yahut Richard Falk gibi isimlere yaklaşır. 

Munsif Merzûkî, Tunus’ta eski rejimin sandıkla, medya gücü ve parayla geri dönmesi ve devrimi kıskaca alan süreçte İslâmcıların özellikle de Raşid Gannuşi’nin Nahda hareketinin payı olduğu kanaatindedir. Ona göre Nahda Partisi örneğinde İslâmcılar, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin yaşadığı acı tecrübeyi yaşamamak dahası kökten yok edilmekten kurtulmak için eski düzenin aktörleriyle bir araya gelmişlerdir. Hatırlanacağı üzere Nahda Partisi 2014 seçimlerinde 69 milletvekili çıkarmış ve seçimlerde birinci olan Nida Tunus Partisiyle koalisyon hükümeti kurmuştu.  Adeta bir kırılma ânı olan bu süreci “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” şeklinde değerlendiren Merzûkî, tüm siyasi partiler ve fikri cereyanlar içindeki düşünürlerin İslâmcılarla modernistler arasındaki kutuplaşmanın aşılması için çaba sarf etmeleri çağrısında bulunur. Ona göre süreklilik arz eden bu ayrışma, Arap dünyasının sefaletinin ve geri kalmışlığının en önemli sebebidir. Bunun aşılması için bütün ideolojileri kesen ortak hedefler ve değerler etrafında bir siyasi ve fikri mücadele verilmesini savunan Merzûkî, “ikiz düşman” olarak gördüğü İslâmcılar ve modernistlerin görüşlerinden tamamen farklı bir fikir geliştirmeyi teklif eder. 

Tarihsel çelişkiler  

Arap dünyasının hâlâ en çok dikkat çeken siyasi simalarından Munsif Merzûkî’nin öne çıkmasının sebebi, uluslararası yankı uyandıran yazılarıyla, konuşmalarıyla, kitaplarıyla ve açıklamalarıyla verili duruma hitap eden güçlü bir anlatı sunabilmesidir.  En önemlisi de herkes için eşit siyasi haklar, özgürlükler, toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin aşılması gibi aktüel tartışmalar üzerinden İslâmî hareketlerin Arap dünyası için bir çıkış olmadığını ileri sürer.  Mevcut krizi aşacak düşünceler üretilememesinden dolayı gençlerin bir şeylere inanma ihtiyacı duyarak dinlere yöneldiğini söylemesi dikkat çekmektedir. Acaba Merzûkî’nin bu mesele etrafındaki yaklaşımları ne kadar tatmin edicidir? Arap uyanışı sürecinde yazdıkları çoğu liberal ve sol isimlere nazaran farklı olan Merzûkî’nin Arap dünyası için önerdiği çıkış nedir, diye sorulduğunda liberalizmin ruhuna uygun bir yaklaşımın ötesine geçemediği söylenebilir. Fikirler bütünü olarak ideolojileri “karmaşık gerçekliği basite indirgeyen kibirli ve totaliter yaklaşımlar” şeklinde değerlendirmesini bu çerçevede hatırlayabiliriz. Daha genel bir şekilde ifade etmek gerekirse, Merzûkî ideolojilere anlamlı bir ekleme yapmaktan çok, entelektüel olarak onları “demokrasi” adına reddetmektedir.

Büyük ölçüde durumlar üzerine yazılan bağımsız metinlerden oluşan Arap Dünyasının Krizleri, Arap dünyasının var olan durumunu, kendi kendisini tanımlayan ayırt edici özelliklerinden farklı bir alternatif çıkarma hayalidir aynı zamanda.  Ne var ki daima bağlılığını deklare ettiği uzlaşmanın postulatları ile en iyi itkilerinin ait olduğu uyuşmazlığın gerçekleri arasındaki çelişki çözümsüzdür. Kitabın anlattığı hikâye, bir bakıma siyasi liberalizmin en başından beri öne sürdüklerinin süzülmüş hâlidir. 

Elbette Arap dünyasını sadece bir cenahı merkeze alarak eleştirmez Merzûkî; öncekilerin yapamadığını başarmak için Voltaire ve İbn Teymiye’yi unutmamızı salık verir. Bu bağlamda, şimdiki zamanın acil meseleleri düşünüldüğünde, İslâmcılık/İslâmî hareketler çerçevesindeki olumsuz fikirlerin tüm dünyada yaygınlık kazanmasıyla birlikte Merzûkî gibi isimlerin düşüncelerinin farklı değerlendirmelere konu olacağı söylenebilir. On yıllardır Arap entelektüel ve siyasal çevrelerini meydana getiren ve şekillendiren fikirlere dönüp bakmak için bundan daha iyi bir yol yoktur sanırım. 

Başlangıcından itibaren İslâmcılık başta Osmanlı’da/Türkiye’de olmak üzere o kadar farklı hayata dokundu; kişisel, tarihi, felsefi, siyasi o denli macera yaşadı; gücüyle, varoluş biçimiyle ve öğretme biçimiyle o denli çok söylemi, eylemi etkiledi, onların yönünü değiştirdi, onlarda iz bıraktı ki; ona dair birbiriyle zıt ve birbirinden farklı yorumlar asla tükenmeyecek. 

1970’lerden itibaren Arap dünyasında belirginlik kazanan İslâmcı dalganın tıpkı Arap milliyetçiliği, sosyalizm gibi başarısız olduğuna inanan Munsif Merzûkî, toplumdaki farklı rakip cereyanların anlamlı bir reçete sunamadığından hareketle geleceğe dönük birtakım çıkarımlarda bulunur. Argümanlarını ortaya koyarken atalarının dini İslâm’la, İslâmcılık arasında ayrım yapar. “İslâmcı dalga” derken Merzûkî, “iktidara ulaşmak ve mümkün olan en uzun süre başta kalmak için İslâm’ı kendisine fikrî referans olarak alan ve örgütsel seferberliğinin sancağı kılan her türlü siyasî hareketi” kasteder. 

Fikri savaşlar 

Türkiye’de mebzul miktarda örmeği bulunan isimler gibi ideolojilerle bir yere varılamadığının çok açık olduğunu düşünür görünmektedir. Aslında burada göz ardı edilen, her zaman, belli bir demokrasi evrenselliğinin herkes için gerçekten geçerli olup olmadığı sorusudur. Farklı toplumlarda farklı çeşitleri cisimleşen ideolojileri tahfif eden Munsif Merzûkî İslâmî hareketlerin başarısızlığı sadedinde Tunus’taki gelişmeleri hatırlatmakta ve krizin devam ettiği sonucuna varmaktadır. Büyük bir sarsıntı yaratan ittifaklardaki kesinti kategorisini benimseyip kötümser bir yaklaşım sunmaktadır. Öyle ki, İslâmcılığın tüm türevleriyle eski sistemin “destekçisi” hâline gelmesinden ötürü, gelecekle ilgili projeler geliştiren güçlerle ittifakını geliştirmek yerine, Arap ülkelerinin çoğunda alternatif olmaktan aciz kaldığını kabullendiğini iddia eder. 

Hâl böyle olunca İslâmcılık, onun nazarında Arap halklarının başkaldırdığı sisteme ortak olabilmek için hemen her şeyini terk etmek durumunda kalan bir akım hüviyetindedir.  Bu durumun eski sistemi maliyetli baskılardan kurtardığını ileri süren Merzûkî, Tunus’ta sistemin “iktidardan biraz pay alma karşılığında eski hasmını evcilleştirerek geçmişteki bütün tehlikesini bertaraf ettiğini ve onu bir şekilde arkasına aldığı” kanaatindedir.  Başka bir bağlamda Louis Althusser’in “Fikri savaşlar teoride siyasi savaşlardır.” sözünü hatırlatan Merzûkî’nin tüm bunları Arap uyanışı sonrasında ittifak kurduğu Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi’nin İslâmî Yöneliş Hareketi’nden Nahda Partisi’ne uzanan dönüşümü çerçevesinde söylemesi de ilginçtir. 

19. yüzyıldan itibaren varlık gösteren ve birçok entelektüel nesil için hayati bir referans teşkil eden düşünürleri selamlayan Munsif Merzûkî, İslâmcılarla modernistler arasındaki mücadelenin hiçbir zaman yapıcı bir rekabet ve fikir alışverişi düzeyine ulaşamadığı kanaatindedir.  Sözgelimi her iki akımın da iktidara geldiğinde toplumun sorunlarını çözme noktasında bir olgunluk gösteremediğinde ısrarcıdır. Birçok çevre için hayati bir referans olan Merzûkî, modern demokratik toplumun en köklü inanç ve gelenekleri ile uyumlu bir toplumsal ve siyasal çıkış önermektedir. Demokrasinin mevcut çözümler içinde “kötünün iyisi” olduğuna inanan Merzûkî için bunun anlamı son yıllarda daha da belirginlik kazanan yüz yıllık krizin aşılıp aşılamayacağını görmektir; temel toplumsal kurumların, kişilerin eşitlik ve özgürlüklerine uyacaklarsa nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda bir anlaşma olmaması şeklindeki krizi. 

‘Kötüyimser’ 

Gelgelelim zorlukların ve engellerin İslâmcıların bileğini bükemediğini göz ardı ediyor Munsif Merzûkî,  İslâmcılık söz konusu olduğunda eski müttefikliğin yaralarının da etkisiyle çok önemsediği “kötüyimser” tutumunu bir anda terk ediyor. Genelde İslâmcılığın özelde ise tezlerini derinlemesine, ayrıntılı biçimde okumadığı Gannuşi’nin daha ihtiyatlı ve sükûnetli bir değerlendirmesini sunmuyor. Burada Arap dünyasının kurtuluşunun şu ya da bu şekilde İslâmcı fikriyatın kaderiyle sıkı sıkıya bağlı olduğu göz ardı ediliyor. 

Bütün bunlara rağmen Merzûkî, son derece önemli bir siyasi düşünürdür ve makalelerini sırf İslâmcılık eleştirisi yüzünden yok saymak çok büyük bir hata olur. Onun bir hasım hem de coşkulu; kayda değer fikirlere sahip, kendisiyle alışveriş yapılabilecek vasıflı bir hasım… Öyleyse Merzûkî’nin meydan okumasına karşı koymak için yapılması gereken onun yorumlarıyla hesaplaşmaktır. Bu aynı zamanda bizleri geçmişten çıkarılması gereken derslere getiriyor. Mesela geçmişte İslâm ile sosyalizmi günümüzde ise İslâm ve demokrasiyi bağdaştırmaya matuf çalışmaları dönemsellikle izah etmesi yahut siyaseti ahlakileştirme noktasında yaşanan sorunları gündeme taşıması son derece önemli. 

Hızla yükselen kötümserlik dalgası içinde “kötüyimser” Merzûkî’nin fikri serüvenini ve eleştirilerini görmezden gelmek, İslâmî hareketlerin “iktidar” tecrübesini, İslâmcılığı güçlendirecek bir bakış açısıyla yeniden düşünmek için kullanabileceğimiz birçok kavrayıştan mahrum bırakabilir bizi. 

[email protected]