Avrupa, radikal-extremist selefiliği destekliyor mu?

Prof. Dr. Özcan Hıdır / Sabahattin Zaim Üniv., YTB Danışma K. 0üyesi
7.01.2017

Post-oryantalist dönemde Batı, Müslümanlara yönelik algı operasyonlarını farklı enstrümanlarla sürdürüyor. Avrupa’nın, selefiliğin radikal-extremist (DEAŞ) yorumuna verdiği örtülü desteğin en önemli sebebi İslam’ın ve büyük çoğunluğu teşkil eden orta yol anlayışına sahip ana akım Müslümanların imajını bozmaya matuf yönüdür.


Avrupa, radikal-extremist selefiliği destekliyor mu?

11Eylül sonrasında bazı literatürde kullanılan adıyla “neo-selefîlik”, “neo-tardisyonel selefîlik”, “neo-ehli hadis”  veya “neo-fundamentalistler”, “politik-siyasî-cihadçı/cihadî selefîlik”,  “prutanistler”, “islamî fundamentalistler” ve “militan İslâm’ın temsilcileri”  gibi çok daha spekülatif adlandırmalarla birlikte güncel dinî-mezhebî tartışmaların başat aktörlerinden biri haline ge(tiri)len radikal-extremist yönelimlere sahip selefîliğin Avrupa-Batı ülkeleri tarafından Suriye’de DEAŞ dolayımındaki post-kolonyalist savaş ve Türkiye’de meydana gelen terör saldırıları başta olmak üzere, İslam dünyasına yönelik operasyonlar amacıyla desteklendiği-kullanıldığı artık su götürmez bir gerçek olarak ortadadır. 

Batı bu anlamda uzun yıllara dayalı planlama ve çalışmalarının –tabir yerinde ise- adeta meyvesini toplamaktadır. Zira bu amaçla Batı’da-Avrupa’da uzun sürelerden bu yana devam eden ancak son yıllarda hız verilen selefiliğin fikrî, siyasî ve davet üslûbuna, radikal ve entegrist yönlerine, İslami nassları anlama yöntemlerini analiz etmeye matuf oryantalistik-neo oryantalistik proje ve çalışma grupları oluşturulduğu ve bunların yayımladığı rapor ve araştırmaların İslam dünyasına yönelik projeksiyonlarda kullanıldığı bilenlerin malumudur. Öyle ki bugün Batı’da hemen her ülkede hiç de azımsanamayacak sayıda selefilik uzmanları mevcuttur.  Peki, Avrupa-Batı selefilik ile alakalı bütün bu çalışmaları niçin yapıyor, bu uzmanların yetiştirilmesi için neden uzun uğraş veriyor?

Bu soruya ilk bakışta “Kendi ülkelerinin emniyeti için” diye cevap verilebilir. Zira bugün Batı’da hiç de azımsanmayacak oranda Müslüman yaşamakta ve bu Müslümanlar arasında da şu veya bu nedenlerle selefiliğe yönelenler hiç de azımsanacak oranda değildir. Hatta bu eğilimler gün be gün artış göstermektedir. Buna göre Batı, entegre edebilmek için Müslüman grupların radikal-extremist eğilimlerini anlamaya çalışmaktadır. 

Neo-oryantalistik bir proje 

Meselenin bir yönü bu olmakla beraber, kanımca Batı’da selefiliğin yoğun bir şekilde araştırılması ve uzman yetiştirilmesinin esas sebebi, profesyonel anlamda yaklaşık iki-üç asırlık bir geçmişe sahip oryantalistik amaçlar ve projelerle alakalı yönüdür. Zira oryantalizmin en önemli amaçlarından biri, İslam’ın kendi içerisinde çatıştırılmasına, “İslam’a karşı İslam”ın ortaya konmasına zemin hazırlayacak fikirlerin ve bu fikirlere dayanan siyasetin üretilmesi olduğu söylenmelidir. Zira Avrupa-Batı, oryantalizmin ürettiği literatür, yöntemler, bilgiler-fikirler vasıtasıyla Müslümanların klasik-modern-post modern gruplarını, ayrışma alanlarını, tarihi-modern tecrübelerini, sinir uçlarını, radikal-entegrist eğilimlerini oldukça iyi tahlil etmekte; İslam, Müslümanlar ve İslam dünyasına yönelik siyasetinde, medyada ortaya konan olumsuz Müslüman imajında bunlardan alabildiğine yararlanmaktadır.

Burada da genelde ya Şiilik gibi ana akım İslam anlayışına karşı konuşlanan mezhepler veya zahiri-literal ve batıni-ezoterik olmak üzere uç anlayışlar öne çıkarılmaktadır. Zira bunların her birisi, dini anlamda operasyona açık, kullanıma müsait yönler ve tandanslar barındırmaktadır. Bu itibarla son yıllarda Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de sünniliğe karşı özellikle alan açılan Şiilik (Haşdi Şa’bi) ile buna karşı Sünnililiği adeta domine edip DEAŞ örneğinde somut olarak ortaya çıka(rıla)n radikal-extremist selefilik, aslında post-modern dönemin önemli neo-oryantalistik projeleri olarak karşımızdadır. Bu anlamda büyük medeniyetlere öncülük etmiş İslam dünyası, adeta DEAŞ ve Haşdi Şa‘bi zihniyeti arasında sıkıştırılmış olarak çaresizlik içinde gerilimler yaşıyor. Bütün bunlara “batıni-ezoterik oryantalistik devşirme bir hareket” olarak FETÖ’yü de eklersek, aslında fotoğraf daha da netleşmiş olur. Dolayısıyla, yakın zamanlara kadar, DEAŞ’ı desteklediği yönünde Türkiye’ye suçlamalarda bulunan Avrupa-Batı’nın, aslında “yavuz hırsız” misali, bir yandan Selefiliğin radikal-extremist anlayışı (DEAŞ), diğer yandan da buna karşı konuşlanmak üzere Şiilerin (Haşdi Şa’bi) önünü açan siyasetini kamufle etme amacı güttüğü artık iyice açığa çıkmıştır. 

Radikal eğilimli mühtediler

Öte yandan Batı’nın selefiliğin radikal-extremist-entegrist yorumuna (DEAŞ) verdiği örtülü desteğin en önemli sebeplerinden biri de, İslam’ın ve büyük çoğunluğu teşkil eden orta yol anlayışına sahip ana akım Müslümanların imajını bozmaya matuf yönüdür. Hatta bu imaj bozucu operasyonların Avrupa-Batı’daki İslam yorumu-anlayışları arasında son yıllarda özellikle öne çıkan literal-zahiri-protest selefi gruplar için de geçerli olduğu söylenmelidir. Bu anlamda da protest-radikal selefilikten etkilenerek Müslüman olan mühtedi gruplar ile bilhassa üçüncü ve dördüncü nesil Arap asıllı Müslümanlar arasında yaygın olan radikal-entegrist selefiler örnek gösterilebilir. 

Suriye’de DEAŞ saflarında Batı ülkelerinden gelen önemli sayıda mühtedinin olduğu bilinen bir olgu. Yer yer farklı motivasyonlar rol oynasa da, bu katılımlarda ihtidaları sonrasında mühtedilerin kimliklerinin daha ziyade selefiler arasında görülen radikal-extremist-protest söylem, eylem ve yorumlarla şekillenmesinin önemli rolü vardır. Zira Avrupa’daki bu yerli Müslümanları arasında belirgin olarak “selefî-literal-zahirî-protest”, “tasavvufî-irfanî” ve “rasyonel-revisyonist-liberal” olmak üzere başlıca üç yorum tarzı öne çıksa da en belirgin ve yaygın anlayış, radikal-protest selefi anlayıştır. Kaldı ki her ihtida, aslında buhranlı, depresyon içeren sancılı bir arayışın akabinde gerçekleşmekte ve yeni girdiği dinde mühtedi, genellikle radikal-protest tavırlarla yeni kimliğini inşa etmeye çalışmaktadır. Bunun ise dış etki, müdahale ve istismarlara açık bir durum olduğu yadsınamaz. Nitekim bu grupların el altından radikal eğilimlerinin istismar edildiği ve yönlendirildiği, zaman zaman medyaya yansıyan itiraflar ve bilgiler arasındadır.  Tabiatıyla Avrupa’daki Müslümanların bütün bu grupları ve İslâm anlayışları, paradoksal olarak bir yandan çeşitliliği, farklı yorum tarzlarını ifade edip dinamizmi-olumluluğu vurgularken, diğer taraftan da Batılı devletlerin el altından yönlendirmesiyle İslâm korkusunu-karşıtlığını besleyen olumsuz bir unsur olarak öne çıkmakta, çıkarılmaktadır. 

Avrupa’da özellikle İslam’ın Arap yorumuna sahip olanlar ile yeni mühtediler arasında daha ziyade ortaya çıkan selefi gruplar arasındaki radikalleşmenin önemli sebeplerinden biri de, Avrupa devletlerinin bir yandan selefi-radikal Müslüman gruplara yönelik sert söylemlere sahip olmakla birlikte, diğer yandan bu tür grupları engellemede gevşek davranmaları, yer yer de onların faaliyetlerine zemin açmaları, hatta teşvik etmeleridir. Zira selefilik, özünü gizleyen, dışta başka içte başka olması hasebiyle Müslümanlara yönelik tehlikesi daha büyük olan ve dolayısıyla nüfuz edilip çözülmesi çok daha zor “batınî-takiyyeci” bir hareket-anlayış değil; zahirî temele dayanan bir harekettir. Dolayısıyla Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerinin takibi, radikal söylem ve eylemlerinin önlenmesi de zor değildir. Hangi camide-ortamda kimin neler söylediği çoğunlukla bilinmekte ve aslında takip de edilmektedir. Medyada yer alan bazı radikal söylemlere sahip konuşmacıların ülkelere girişinin yer yer engellenmesi hariç, selefilerin radikal söylemlerle faaliyet yapmalarına da genelde izin verilir. İki-üç gün süren büyük toplantılarda yurtdışından –genelde İngiltere ve Amerika- extremist görüşlere sahip selefi konuşmacıların davet edildiği toplantılara bazı durumlar hariç çoğunlukla engel olunmaz. Hatta, İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda sıkı bir denetime sahip görsel medyaya çoğunlukla bu tür radikal-selefiler konuşmacı olarak çıkarılır; Müslümanları temsilen onlar konuşturulur. Selefi grupların vakıf-dernek gibi kurumlar kurmalarına, bu vakıf ve dernekler için büyük sermayelerle bina satın almalarına, bu binalarda radikal söylem ve eylemlerde bulunmalarına, neşriyat yapıp bunları serbestçe dağıtmalarına göz yumulur. 

Fikir özgürlüğü bağlamında Avrupa ülkelerinin bu tavrı, anlaşılabilir gibi dursa da burada genelde İslam ve Müslüman imajını karalama, İslam’ı bu tür söylemlere mahkum etme, Avrupalı insanların gözünde Müslümanları radikal tipoloji ve söylemlerle eşleştirme amacı sezilir. Bu tür imajlar söz konusu olduğunda da bugün Batı’da artık DEAŞ’n akla geldiği izahtan varestedir.

Burada Avrupa-Batı tarafından Müslümanlar söz konusu olduğunda neden radikal selefi şahıs ve grupların özellikle öne çıktığı-çıkarılmaya çalışıldığını sorgulayabiliriz. 

Tabiatıyla bunu teolojik, psikolojik, sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi olarak ele almak mümkün. Ancak bu sebepler arasında İslam’ı (Kur’an ve Sünnet) yorumlama/anlama biçimi, mezhep-meşrep-cemaate ait olmama fenomeni de oldukça önemli rol oynar. Zira özellikle Arap kökenli selefi gruplarda ve onların etkisiyle Avrupalı yerli selefi mühtedilerde Kur’an ve hadisleri metodoloji ile kayıtlı olmaksızın “doğrudan ve lafzî-literal” olarak yorumlama ve bunları literal anlamlarıyla hayata geçirme eğilimi çok daha belirgindir. Yine bu meyanda Arap ülkelerindeki selefi tandanslı alimlerin fetvalarını, söylemlerini benimseyip “import görüş-fetva” olarak Avrupa konteksini göz önüne almaksızın kullanma eğilimi yoğundur.

Desteklenen camiler

Bu kullanım ve söylemler de Avrupa’da selefi eğilimli bazı kurum ve onların etkisindeki camilerdeki vaaz, hutbe ve derslerde servise sokulur. Son senelerdeki bazı müdahaleler hariç, bu kurum ve camiler sürekli medyada yer almasına, yer yer de afişe edilmesine rağmen genelde müdahale edilmeyip önleyici tedbirler alınmaz. Üstelik bu camilerin finansmanı da çoğu zaman körfez ülkelerindeki bazı selefi kurum ve kuruluşlarca yapılır, imamları ve yönetimleri de onlar tarafından belirlenir. Dolayısıyla geleneği ve metodolojisi olmayan bu camilerdeki faailyetler, her türlü dış müdahele ve etkilere de açık hale gelebilmektedir. Zira mezhep-meşrep ve cemaat aidiyetinin güçlü olduğu camilerde-ortamlarda dış müdahaleler-etkilere açık olan radikallik ve özellikle “politik selefilik” tavrının gelişip zemin bulması, imkansız değilse de oldukça zordur.

Bu anlamda Avrupa’daki Diyanet ve Milli Görüş’e ait camileri örnek verebiliriz. Nitekim bu camilerde radikal selefi eğilimlerin zemin bulamadığını kolayca söyleyebiliriz ki, sahada yapılacak her türlü araştırma da bunu gösterecektir. Bununla beraber son senelerde özellikle Almanya, Hollanda, Avusturya ve Belçika gibi ülkelerdeki bazı karar verici siyasetçilerin, Türkler ve Türklere ait camilerde de selefi-radikal eğilimlerin artış gösterdiğine dair temelsiz bazı araştırmalar ve buna dayanan istatistiki rakamlar verdikleri görülmektedir. Bütün bunların, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türkiye’nin DEAŞ’a destek verdiği yönünde algı operasyonu olmasının yanı sıra, Türklere ait cami ve kurumlara mensup Avrupa’daki Müslümanların radikal-selefi yorumlara iltifat etmiyor ve Avrupa karar vericilerinin yapıbozum amaçlarına hizmet etmiyor oluşlarıyla da açıklanmalıdır. 

Öyle görülüyor ve anlaşılıyor ki “klasik oryantalizm”den “post-oryantalizm/neo-oryantalizm” aşamasına geçilip buna dair dil, kavram ve tutumların alabildiğine üretilip medya yoluyla dolaşıma sokulduğu günümüzde Avrupa ve Batı, İslam dünyası ve Müslümanlara yönelik algı operasyonlarından, imaj bozma çalışmalarından asla vazgeçmeyecek. Bu algı operasyonlarının günümüzdeki en önemli enstürmanı ise selefilik. Özellikle de DEAŞ zihniyetini besleyen radikal-extremist selefi eğilimlerdir. Bu durumda genelde İslam dünyası ve Avrupa’daki Müslümanların özelde de Arap asıllı ve yerli mühtedilerin Batı’nın bu algı operasyonlarının esas gayelerinin farkında olmaları ve bunu boşa çıkaracak söylem ve eylemler üzerinde zihin yormaları önemlidir. Ancak bundan daha önemlisi, bu algı operasyonlarının en önemli söylem ve malzemesi olan “aşırılık-radikallik”, “şiddet” ve “terör”e alet olmayacak medeniyet ufku-fıkhı olan, itidali önceleyen bir Müslümanlık kıvamının İslam dünyası ve özellikle Avrupa’daki Müslümanlar arasında yerleşmesine öncülük edecek adımların atılmasıdır. 

Bu anlamda da Anadolu İslam yorumunun ayırıcı vasıflarını ortaya koyacak çalışmalara öncülük etmek bilhassa önem kazanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışmalarının yanı sıra YTB, Yunus Emre Enstitüsü, TİKA, Maarif Vakfı gibi, Türkiye’nin yumuşak gücünü ortaya koyan kurumlarımızın vizyonları ve bu vizyonlarına uygun nitelikli adımları, bu anlamda son derece ehemmiyeti haizdir.  

[email protected]