Batı basınında Türkiye algısı: Der Spiegel örneği

Turgay Yerlikaya / SETA, Toplum ve Medya Araştırmaları
1.04.2017

Türkiye’nin gerek iç gerekse dış politikada cereyan eden hadiselerle dünya kamuoyunda boy göstermesi, çeşitli basın yayın araçlarıyla manipüle edilmeye çalışılmıştır. New York Times, Time, The Guardian ve Der Spiegel gibi ana akım medya içerisinde yer alan ve uluslararası enformasyon akışını yönlendiren Batı medyasının özellikle 2009 Davos Zirvesi ve sonrasında yoğun bir ilgiyle Türkiye’yi takip etmesi, Türkiye’nin yükselen gücüyle paralel seyretmektedir.


Batı basınında Türkiye algısı: Der Spiegel örneği

Batı basınının Türkiye’ye yönelik tavrı son dönemlerde önemli tartışmalara neden olmaktadır. Kronolojik olarak incelendiğinde söz konusu basın yayın organlarının Türkiye değerlendirmelerinin belirli basmakalıplardan hareketle yapıldığı görülmektedir. 2009 Davos krizi ve eksen kayması, 2010 BM İran ambargo görüşmeleri ve Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinden koptuğu tartışmaları, 2013 Gezi Parkı Şiddet Eylemleri esnasında Erdoğan’ın otoriterleştiği söylemi, 2014 yerel seçimleri ve 2014 Ağustos’unda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve son olarak DEAŞ ve Türkiye ilişkisini farklı düzeylerde kurmaya çalışan haber ve yorumların söylem düzeyinde oldukça taraflı olduğu görülmektedir. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ortaya çıkan tabloda, Batı dünyası Türkiye’ye yönelik oldukça sübjektif bir tutum benimsemiş ve ortaya çıkan hakikati örtmeye dönük bir rol icra etmiştir. Son dönemde Almanya ile gerilen ilişkilerin de bu tarihsel arka plan ışığında değerlendirilmesi tatmin edici analizlere kapı aralayacaktır.

Krizin nedeni

2000’li yıllar Türkiye’de geleneksel siyasetin ortadan kalkmasına neden olacak yapısal dönüşümlere sahne oldu. Yapısal reformların kurucu bir kadro tarafından hayata geçirildiği bu dönem, Türkiye siyasi tarihinde önemli kırılma anlarına tekabül etmektedir. Paradigma değişiminin sirayet ettiği en kritik alanlardan biri hiç kuşkusuz Türk dış politikasıdır. Soğuk Savaş dengelerinde Türkiye’ye yüklenen köprü ülke olma konumu, bu değişimle birlikte merkez ve aktör olma konumuna doğru evrilmiştir. Türkiye’nin içeride ve dışarıda sergilediği aktif ve etkili politikaların, küresel müesses nizamın hilafına yönelik bir algı yaratması, ülkenin ekseninin kaydığı veya bu politikaların en önemli aktörü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriterleştiği iddialarının dile getirilmesine neden oldu. Bu iddiaların etki alanını artırma adına işlevselleştirilen basın yayın araçları, söz konusu algıların operasyonel bir nitelikte üretildiği yerler oldu. Algı oluşturma sürecinde manipülatif bir etkiye sahip olan küresel medya organlarının kullandığı söylem dili, birtakım amaçların gerçekleştirilmesinde ideolojik olarak araçsallaştırıldı. Türkiye’nin aktif bir politika geliştirmek suretiyle uluslararası alanda merkezi bir konum edinmeye çalışması, özellikle bazı medya grupları tarafından törpülenmeye çalışıldı. Güncel bir örnek olan Almanya ile ilgili kriz haberleri de son dönemde bu araçsallıkla inşa edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında Batı medyasında Türkiye’ye yönelik geliştirilen habercilik dili ve söylemi, bir yandan tarafsız habercilik anlayışından oldukça uzak bir tutum sergilemekte diğer yandan da ideolojik angajmanlarla belirli birtakım amaçları gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Türkiye’nin gerek iç gerekse de dış politikada cereyan eden hadiselerle dünya kamuoyunda boy göstermesi, çeşitli basın yayın araçlarıyla manipüle edilmeye çalışılmıştır. New York Times, Time, The Guardian ve Der Spiegel gibi ana akım medya içerisinde yer alan ve uluslararası enformasyon akışını yönlendiren Batı medyasının özellikle 2009 Davos zirvesi ve sonrasında yoğun bir ilgiyle Türkiye’yi takip etmeleri, Türkiye’nin yükselen gücüyle paralel seyretmektedir. Fakat medyada var olan bu ilgi ve yönelişin geliştirdiği söylemin oryantalist paradigmadan izler taşıdığı da aşikârdır. Türkiye, sözü edilen gazete ve dergilerin habercilik dilinde anti demokratik bir sistemde tek adam modeliyle yönetilen bir ülke olarak resmedilmekte ve bu yönde bir algı yaratılmaktadır. Son dönemde yaşanan Erdoğan tartışmaları ve bu tartışmaların medyatik görünümleri, bu tür bir yönelimin yansımalarıdır. Politik ve ideolojik bir karşıtlık içerisinde şekillenen Türkiye karşıtı bu dilin, Türkiye’nin gücüne oranla dozunu arttırdığı göz önünde bulundurulursa, benzer bir karşıtlığın gelecekte farklı formlar şeklinde ortaya çıkması da şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim yukarıdaki yakın tarihsel izlekte ortaya çıkan dönüşümlerin medyadaki kronolojik seyri incelendiğinde büyük bir nitelik değişimi olduğu görülecektir.

Türkiye siyasetine etki etme çabası

Ülkelerin dış politikadaki siyasi tercihleri, özgür olduğu iddia edilen ana akım basın organlarında da takip edilmekte ve bu konuda bir paralellik görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye-Almanya ilişkilerinin son dönemlerde yaşanan mülteci krizi, NSU cinayetleri, Alman siyasetçilerin özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki hakaret içerikli söylemleri, Alman gizli servisi BND’nin Türkiye’yi dinlediğinin ortaya çıkması gibi olaylarla negatif bir seyir izlediği görülmektedir. Bu durumun Alman basınına yansıması da paralel bir kriz halini almış ve Türkiye Alman basınında negatif bir imgeye dönüştürülmüştür. Önemli dergi ve gazetelerde Türkiye’ye ve başta Erdoğan olmak üzere Türk siyasetçilere yönelik hakaret içerikli yorum ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Söz konusu basında Türkiye zaman zaman Almanya’nın bir iç meselesi gibi görülmüş zaman zaman zaman da basın aracılığıyla Türkiye siyasetine müdahale edilmeye çalışılmıştır.

Der Spiegel örneğinden hareketle bakıldığında Alman basınının Türkiye’deki iç siyasete doğrudan etki etme adına bir çaba içerisine girdiği rahatlıkla söylenebilir. Söz konusu etki etme çabaları Gezi Parkı şiddet eylemleri, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve son olarak 16 Nisan referandumu öncesinde açıkça hissedilmektedir. 2014’ün Ağustos ayında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Türkiye’nin yeni bir otoriterlik tartışmasına tanık olması, Alman medyasında da yoğun olarak işlenmiştir. Bunun en somut örneğini Der Spiegel’in 4 Ağustos 2014 tarihli “Erdoğan Devleti” başlıklı sayısında görmek mümkündür. Söz konusu sayıda dergi tarihinde Türkçe kapakla ve 10 sayfası Türkçe yayınlanan ekle okurlarının karşısına çıkmıştır. Erdoğan’ın köşke çıkması durumunda, Türkiye’nin “Erdoğan devleti” olacağını iddia eden dergi, doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileme çabası içinde olmuştur. “Türkiye Başbakanı Erdoğan demokratik reformlarla yola çıktı, ancak eski dönemin seçkinleriyle ve Gezi Parkı direnişçileriyle mücadelesinde hükümdara dönüştü” yorumlarıyla, Erdoğan’ın bir hükümdar olduğu iddiasından hareketle Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığını iddia etmiştir. Gezi Parkı şiddet eylemleri sürecinde de Türkiye’deki iç siyaseti etkilemeye dönük bir tavır takınan dergi, tarihinde ilk kez bir Türkçe başlıkla okurlarının karşısına çıkmıştır. Türkçe bir başlığın yanı sıra Türkçe özel bir ekle de okurlarına seslenen ve kapağında bir protestocunun “boyun eğme” pankartına yer veren Der Spiegel, manipülatif tavrını sürdürme eğiliminde olmuştur. Boyun eğme pankartını kapağına taşıyan dergi, zımni bir düşünsel mutabakat halinde olduğu Türkiye’deki muhalif isimleri bu kapak üzerinden selamlamış, onlara eylemlerinde kararlı olmaları ve mücadele etmeleri gerektiği mesajını vermiştir.

Der Spiegel’in Türkiye’ye olan ilgisi yakın zamanda devam etmiş ve 16 Nisan referandumu öncesinde Türkiye’nin iç siyasetine yönelik müdahale arzusu çeşitli kanallar aracılığıyla (bakanların Almanya’da konuşmalarının engellenmesi) devam ettirilmiştir. Ülke genelinde siyasiler nezdinde süregelen Türkiye alerjisi medyatik kanallar aracılığıyla sürdürülmüş ve farklı biçimlerde kendisini göstermiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ’cü subayların iadesine ilişkin Almanya’nın isteksiz tavrı, medyada da meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. 2017’nin Şubat sayısında yayımlanan “Tarnung İmam”, başlıklı yazıda FETÖ ile ilgili çeşitli değerlendirmeler yapılmış ve örgütü aklamaya dönük bir çaba içerisine girilmiştir. Benzer bir tutumu 15 Temmuz darbe girişimi esnası ve sonrasında da gösteren Alman basını, başlarda bekle-gör politikası ile konuya yaklaşmış sonrasında ise devletin FETÖ’den arındırılması politikalarını Türkiye’de otoriterliğin yükselmesi olarak yorumlamıştır. Der Spiegel Avrupa ülkelerinde yer alan konsolosluk görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin FETÖ’den arındırılması anlamındaki girişimlerine yönelik desteklerini casusluk olarak yorumlamış ve Türk yetkilileri hedef göstermiştir. Türkiye için bir tehdit olan FETÖ’nün Der Spiegel sayfalarında meşrulaştırılmaya çalışılması, derginin kendi yayın perspektifi ile de çelişen bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Alman Der Spiegel dergisinden Maximillian Popp tarafından 2012 yılında kaleme alınan “The Shadowy World of the Islamic Gülen Movement” başlıklı yazıda FETÖ’nün Almanya açısından ne gibi problemler içerdiği analiz edilmektedir. Örgütün şeffaf olmadığı, kendisiyle ilgili iddia ve ithamda bulunan gazetecilerin önemli problemlerle uğraşmak zorunda bırakıldıkları ve örgütün görünmeyen tarafının Almanya için tehdit taşıdığı çeşitli yönleriyle ele alınmıştır. FETÖ’nün Avrupa için bir tehdit olduğunu kabul eden Popp’un Spiegel’in editoryal süzgecinden geçen bu yazı ile son dönemde derginin yayın politikalarında FETÖ’yü aklamaya dönük çabalar arasında büyük tutarsızlıklar bulunmaktadır.

Medyatik temsil ve gerçeklik

Son dönemde Batı basınında ortaya çıkan tabloya bakıldığında medyatik temsil ile gerçeklik arasında bir bağlantı kurmak oldukça zordur. Türkiye’deki arızi durumları demokratik kazanımların askıya alınması olarak yorumlayan Batılı ülkeler özgürlük-güvenlik dengesinde özgürlükler lehine güvenliğin askıya alınmasını talep etmektedir. Mutlak özgürlük yanılsamasıyla güncel gelişmeleri ele alan bu tür yaklaşım ve talepler olay eksenli analizlerle bağlamı gözden kaçırmaktadır. Sadece olaya odaklanarak Türkiye’deki sistemin eleştirilmesi, kümülatif ve yapısal problem alanlarının da görmezden gelinmesine neden olmaktadır. 80’li yıllardan bu yana PKK’nın eylemlerine sahne olan Türkiye’nin, son yıllarda DEAŞ ve FETÖ gibi örgütlerin terör eylemlerine asimetrik bir biçimde maruz kalması, olaya bütüncül bir perspektiften bakılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin terör gerekçesiyle uyguladığı sınırlandırma girişimleri de özellikle Avrupa’daki terör saldırılarından sonra farklı boyutlarıyla birlikte tartışılmış ve özgürlüklerin acil durumlarda güvenlik lehine sınırlandırılabileceğine dair kuvvetli bir görüş oluşmuştur.

[email protected]