Bir bardak suda kopan nükleer fırtına

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Ü. İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı
12.08.2017

Pyongyang, vuslata 2006’da ulaştı, artık nükleer silahlı bir güçtü. O gün Kuzey Kore’yi nükleer silahlı bir devlet olmaktan kriz ve tehditleriyle caydıramayan -ve Irak’ı işgal etmeyi tercih eden- ABD’nin bugün Kuzey Kore tehdidini bu kadar önemsemesinin sebebi nedir?


Bir bardak suda kopan nükleer fırtına

Başlığı okuyanlar, dikkat! Fırtına kopan bir bardak su elbette tekinsiz bir sudur, bardağın dışına damlayan sular, maazallah, tüm bölgeyi zehirleyebilir. Nükleer bir savaşın olma olasılığını anlamlı bulmadığımıza göre -ki neden anlamlı bulmadığımızı aşağıda açıklayacağız- zehirlenmeden kastımız kapasitesi ve parası olup, henüz nükleer silaha sahip olmayan bölge devletlerinin nükleer silah edinmeleridir. Kısaca bizim bir bardak suyumuz, içenin canını acıtır, bakanı korkutur ama sonuçta Kuzey Kore ve ABD arasında -seni vururum, hayır ben seni vururum şeklinde- tezahür eden söz düellosu olsa olsa 14 yıl gecikmiş bir krizin yansımasıdır. Bu yansıma, 4 Temmuz’da Kuzey Kore, BM kararlarına aldırmaksızın kıtalararası balistik füze (ICBM) denemesi yapıp, ABD tarafından dünya barışı için ciddi bir tehlike olarak ilan edildiğinde gözümüzün önünde tekrar bir tehlike sinyali gibi parladı. Ancak bilindiği gibi Kuzey Kore 2003’de NPT’den (Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması) ayrılmış, yani Nükleer silah peşinde koşacağını dosta düşmana duyurmuştu. Pyongyang, vuslata 2006’da ulaştı, artık nükleer silahlı bir güçtü. “O gün Kuzey Kore’yi nükleer silahlı bir devlet olmaktan kriz ve tehditleriyle caydıramayan -ve Irak’ı işgal etmeyi tercih eden- ABD’nin bugün Kuzey Kore tehdidini bu kadar önemsemesinin sebebi nedir?” diye sormamız gerekir. Çünkü biliyoruz ki Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan arındırılması şimdilik bir hayal. Nitekim Kore lideri Kim Jong Un Kuzey Kore’nin nükleer silahlarından vazgeçmesinin bir hayal olduğunu en sarih biçimde ifade de etti: Un, Kuzey Kore’nin uzun menzilli balistik füze denemesi sonrası yaptığı açıklamada Pyongyang’ın sahip olduğu nükleer kapasitenin hiçbir diplomatik pazarlığın konusu olamayacağını tüm dünyaya, bölgedekilere ve ABD’ye duyurdu. Büyük bir maliyetle Kore Savaşı’ndan beri hayali kurulan silahlar bugün, üstelik rejime karşı bir dış saldırıyı caydırırken kolay kolay bırakılmaz. Üstelik nükleer silah programlarını yarı isteyerek yarı teşvikle(!) sona erdirmiş Libya ve Ukrayna’nın kaderi Pyongyang gibi izole bir noktadan dahi görülebildi.

Çatışmacı retoriğin nedeni

Konunun uzmanları, son zamanlarda Kuzey Kore’nin nükleer silah teknolojisi ile bağlantılı denemeleri sonrasında mutlaka ABD’li bir yetkilinin (son krizde bizzat Trump böyle bir olasılığı hatırlattı) dillendirdiği önleyici savaş/ ön-alıcı vuruş seçeneğinin kullanılması olasılığını tartışıyor. Bardaktaki suyu köpürten tabii sadece ABD güvenlik elitinin “Kuzey Kore’yi vursak mı?” sorusu değil. Pyongyang “emperyalizm ile savaşını” nükleer kapasitelerle sürdüreceğini açıklayarak 2016’da iki nükleer deneme gerçekleştirdi. Artık durum uzaya maymun göndermeye çalışmaktan biraz daha ciddi, çünkü temmuz ayında gerçekleştirilen ICBM denemesi ile Kuzey Kore neredeyse ABD sahillerini vurabileceğini gösteriyor. Vurmak ve vurabilmek iki ayrı şey elbette, ayrıca Kuzey Kore’ye füze tehdidine karşı alınabilecek tek önlem önleyici savaş değil. Buna rağmen “Kore’yi vurmak” olasılığının ağırlığı Kuzey Kore-ABD krizinde kullanılıyor. Nükleer silahlı bir devlete karşı önleyici savaş stratejisinin kayıp ve kazançları üzerine Soğuk Savaş’tan miras büyük bir literatür var. Kuzey Kore Sovyetler Birliği gibi bir güç değil, bu nedenle literatürün belirli boşlukları olduğu biliniyor. Yine de tartışmanın merkezinde, önleyici vuruş karşısında Pyongyang’ın mukabelesinin ne olacağını tahmin etmek yatıyor. Arms Control Association’dan Daryl G. Kimball’a göre, Kuzey Kore’ye karşı Batı’nın bir askeri seçenek uygulaması halinde buna Pyongyang’ın askeri mukabelede bulunması yüksek bir olasılık. Kimball böyle bir olasılığın gerçekleşmesi durumunda, Güney Kore ve Japonya’nın mahvolacağı kanısında. ABD’nin Kuzey Kore’yi hedef alacak önleyici askeri müdahalesinin ertesinde Kuzey Kore’nin sahip olduğu nükleer kapasitenin tümüyle yok edilemeyeceği düşünülüyor. Böyle bir durumda, yani Washington’ın birinci vuruş nükleer saldırısını bir şekilde atlatmış Pyongyang elinde kalan ikinci vuruş benzeri nükleer güçleriyle karşılık verecek, haliyle Asya-Pasifik bölgesinde kapsamlı bir nükleer savaş çıkacaktır. Sonuçta 1954 Kore Savaşı’ndan da fazla can kaybının Kore Yarımadası’nda yaşanacağı düşünülüyor. Üstelik vurulmuş ama sağ kalmış Kuzey Kore’nin ikinci vuruş için illa nükleer kapasitesini kullanmasına gerek de yok. Pyongyang sınır bölgesine yerleştirmiş olduğu yoğun topçu kuvvetleriyle karşılık verdiği durumda dahi, büyük bir Amerikan askeri varlığının da yer aldığı Güney Kore’de büyük bir yıkım ve can kaybı yaşanacak, muhtemelen Amerikalı askeri kayıplar da olacak. Dolayısıyla pek çok uzman, Kimball’ın fikrini benimsiyor. Kore krizinden Kuzey Kore’ye karşı önleyici bir savaş fikri çıkarmak ABD adına da ABD’nin bölgedeki müttefikleri adına da en kötü olasılık. ABD, işte bu nedenle olsa gerek ki Kuzey Kore’nin 4 Temmuz’da gerçekleştirmiş olduğu ICBM denemesine karşı askeri cevap vermek yerine şimdilik uluslararası toplumla birlikte hareket ederek BM’nin Kuzey Kore’ye iktisadi yaptırımlar uygulamasını tercih etmiş durumda. Durum buyken ABD’nin Kuzey Kore stratejik aklıyla, tehditkâr bir üslupla konuşmasının nedenleri üzerinde düşünmeliyiz. Tek neden, Kuzey Kore’nin 2003-2006 krizlerinde caydırılamamış olduğu gerçeğini gözler önünden silme çabası olamaz.

Mütavazi bir tehdit

Kore yarımadasının nükleer silahlardan arındırılması yönünde uluslararası toplumun bugüne kadar uygulaya geldiği tüm girişimler maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Benzer bir şekilde ABD’nin de Kuzey Kore’ye karşı uygulamış olduğu gerek yaptırım gerekse de caydırıcılık stratejisi Kuzey Kore’nin nükleer silah ve çok sayıdaki füze edinmesini engelleyemedi.  Bugün, Kuzey Kore’nin halihazırda oldukça mütevazi bir nükleer kapasiteye ve çok sayıda orta menzilli füzeye sahip olduğu biliniyor. Pyongyang her şeyden çok rejim güvenliğinin garantisi olduğunu düşündüğü nükleer politikasını, ABD üsleri ve topraklarını hedef içine alacak füze yetenekleriyle sağlamlaştırmak niyetinde. “Guam’ı vurabiliriz” açıklaması, son günlerde heyecanla yayınlanan noktalar halinde çizgilerle yarımadayı ABD topraklarıyla birleştiren haritalar bu stratejinin şimdilik başarıyla ilerlediğini gösteriyor. Kuzey Kore, ABD’nin caydırıcılık konusunda başarılı olmadığını bildiği gibi- çünkü anlatmaya çalıştık; dünyaya kapalı mini minnacık devlet, silah, teknoloji ve füze geliştirmekten caymadı- kendisine karşı gerçekleşecek önleyici bir vuruşun da son derece zor olduğunu biliyor. Yine de Kuzey Kore aslında oldukça mütevazi bir tehdit. Pyongyang’ın sahip olduğu mevcut nükleer bombaların oldukça hantal ve uzun menzilli füzelere konuşturulacak mükemmellikte olmadığı biliniyor. Keza, Pyongyang’ın bu sene denemesini gerçekleştirdiği ICBM’leri, bir kriz anında hızla ateşlenebilecek ve ABD’deki çeşitli hedeflere ulaşabilecek nitelikte olmaktan oldukça uzak. Kısaca ICBM denemesi ile büyük moral bulmuş, hatta lig atlamış görünen, Kuzey Kore yönetimi için Guam’ı veya başka bir yeri vurmaya kalkmak oldukça kötü seçenekler. Bilineni tekrarlayalım, Kuzey Kore’nin mevcut nükleer gücü kullanılmadığı takdirde mükemmel bir caydırıcılığa sahip. Dolayısıyla kimse Pyonyang’ın bugünlerde kullandığı sert retoriğe rağmen gerçekte nükleer bir çılgınlığa başvurmasını beklenmiyor. Pyonyang rejimi kullandığı çatışmacı retorik ile her ne kadar irrasyonel bir görüntü veriyorsa da aslında oldukça rasyonel bir aktör. Elindeki hantal ama değerli bombaları -farklı kapasitelerle konvansiyonel taktik ve füze teknolojileriyle- karşı tarafı, yani ABD’yi farklı bir stratejiye zorlayacak kadar görünür kılmayı amaçlıyor.

Nükleer Kuzey Kore gerçeğinde, Amerika’da askeri opsiyonun komplikasyonlarının farkında olanlar da zaten, Trump yönetimine bugün daha kapsamlı bir diplomasi stratejisine yönelmesini salık veriyorlar. Bu yeni strateji Washington’un yalnızca yaptırımlarla desteklenmiş caydırıcılık politikası ile yetinmeyip bir an evvel Kuzey Kore ile koşulsuz doğrudan müzakerelere başlaması olasılığını da içeriyor- ki bu Trump Yönetimi açısından da bugüne kadar gelen ABD Yönetimlerinin Kore politikası açısından da büyük bir yenilik.

Önerilen yeni Kore stratejisinin tek ayağı aslında hemen bir sonuç vermesi beklenen doğrudan müzakereler değil. İkinci ayak, ABD’nin Doğu Asya’daki meşru varlığı açısından çok önemli. Buna göre Washington Asya-Pasifik’te müttefiklerini kuvvetlendirilmiş bir caydırıcılıkla desteklemeye devam etmeli. Yani ABD başta Güney Kore ve Japonya olmak üzere bölgeyi bomba, konvansiyonel taktik veya stratejik düzeyde çatışma ve füze tehditlerine karşı güçlendirmeli. Üçüncü ayak, anlaşılabilir nedenlerle Kuzey Kore’ye yönelik sert yumruk politikasının devam etmesini öngörüyor. Yani, ABD Kuzey Kore ile bir yandan görüşecek, bir yandan da Pyongyang’ı daha da köşeye sıkıştırmak için ciddi yaptırımları devreye sokacak. Amerikalı bazı uzmanlar, füze teknolojisinde ciddi bir ivme yakalamış Pyongyang rejiminin yaşamakta olduğu bu özgüvenden faydalanabileceği ve mütevazi kapasitelerini daha da geliştirebileceğini söylüyor. Vakit yeni bir strateji için yeterince olgundur ve daha fazla geç kalınmamalıdır. Aslında İran nükleer krizi meselesini tartışırken de yazılarımda kullandığım William Zartman’ın Ripeness Theory (Olgunlaşma Kuramı) ve Mutual Hurting Stalamate (Karşılıklı Zarar Veren Çözümsüzlük) kavramlarını hatırlamakta fayda var. Zartman’a göre tarafların bir krizde bir sonraki adımları (ABD için Kuzey Kore’yi vurma ya da Tehditkar bir Kuzey Kore ile yaşama- Güney Kore ve Japonya’nın hızla nükleer silahlanması anlamına da gelir bu-; Kore için mütevazi silahlarla ABD karşısına çıkma ya da yaptırımlar altında silah ve savunma teknolojisini nasıl geliştireceğini düşünme) karşı taraf kadar kendileri için de yeterince sorun çıkartıyorsa taraflar müzakere için uygun zamanı yakalamış demektir.

ABD için bu stratejik hamlede önemli bir unsur Kuzey Kore-ABD ilişkilerinin ötesinde Beijing ile ilgili. Hatırlarsınız 2010-2017 İran nükleer krizinde de Rusya Federasyonu’nun tavrı önem kazanmıştı. ABD’nin ölçüp biçtiği yeni kapsamlı diplomasi stratejisinde yaptırımların etkili olmasında kilit rol oynayacak ülke- Kuzey Kore üzerinde ciddi bir etkisi olan-Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Bu yüzden Beijing Yönetiminin son BM yaptırım kararlarına destek vermiş olması ümit verici bir gelişme olarak karşılandı; ancak henüz Çin’in bu strateji ciddi yatırımlarla devreye girdiğinde nasıl bir yol izleyeceği bilinmiyor. Beijing, NPT’nin nükleer silahlı bir üyesi olarak ayrıcalıklı bir siyasi, askeri ve ekonomik güce sahip. Kuzey Kore yüzünden bölgede işlerin tırmanması, sonunda da çığırından çıkması (sonuçta Kim Jung Un Trump’a karşı) ihtimalinde Japonya ve Güney Kore’nin nükleer bir seçenek üzerinde karar kılmaları Çin’in -özellikle bölge askeri dinamikleri açısından-asla istemeyeceği bir şeydir. Bu nedenle, Beijing’in yaptırımlar konusunda eskiye nazaran daha ciddi davranması beklenebilir. İran krizinde Moskova ABD’nin elini rahatlatmıştı, aynı rolü Çin Kore Yarımadasında oynayabilir.

Kapasite dondurma

ABD şu noktada Kuzey Kore ile yüksek maliyeti nedeniyle bir savaşı göze alamayacağına göre, yapabileceği en iyi şey, Pyongyang’ı sürdürmekte olduğu nükleer programını dondurmaya ikna etmek olacaktır. Bu yeni fikir, aslında bölgeyi bilenlerin de hatırlayacağı üzere yeni bir şey değil ve tabii her gün büyük liderleri altında güç gösterisi yapma alışkanlığı kazanan Kuzey Kore rejimini yeniden bu yönde motive etmek için hem sopaya hem de havuca ihtiyaç var. Zaten Trump kısa bir süre önce Kuzey Kore’ye yönelik yeni politikasını “Daha çok baskı ve daha çok angajman” olarak ilan etti. Bu yeni sloganın uluslararası ilişkilerdeki karşılığı ‘zorlayıcı diplomasi’dir ve Trump’ın Kuzey Kore konusunda yeni bir stratejiye ihtiyaç olduğunu söyleyenlere kulak kabarttığını gösterir.

Yazımızın başına dönelim ve bir bardak suda kopan fırtınanın neden gerçekte fırtına gibi görüldüğünü tekrar düşünelim. Fark edeceğiniz üzere yeni stratejinin “sopa” kısmında bir sorun yok, Trump olmasa da Kuzey Kore’yi tuza ve buza çevireceklerini söyleyen/söyleyecek büyük Amerikan bürokratları muhakkak bulunur. Sorun asıl petrolü filan olmayan ve dolayısıyla “emperyalist sistemle” bütünleşmek konusunda cebinde para yokken alışverişe gitmek zorunda bir gariban kadar istekli Kuzey Kore’ye yeterince sulu bir havuç önerebilmek.

Bu krizden korkalım mı?

Almancanın son derece pratik bir buluşu var, Jein, aynıı and hem evet hem hayır anlamına geliyor. Hayır çünkü -hadi itiraf edelim, nasılsa bu itiraf Washington’dan gelmeyecek- Kuzey Kore nükleer mevzusunda tren çoktan kaçtı. Kuzey Kore nükleer bir devlet olmaktan caydırılamadı. Şimdi başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun yapmaya çalıştığı treni geri döndürmekten ziyade, treni yakalayıp bir yerde durdurmak. Bunun için Kuzey Kore’ye uygulanacak zorlayıcılığın bir limiti var, bu nedenle ABD ve Kuzey Kore’nin karşılıklı uyguladığı politikaya kontrollü tırmandırma deniyor. ABD eğer bu şekilde bir nükleer kapasitesi dondurulmuş Kuzey Kore elde edebilirse Kore Yarımadası sorununu biraz daha öteleyebilecek. Evet, korkabiliriz çünkü halihazırda hem Trump yönetimi hem de Kuzey Kore lideri Kim Jong Un birbirlerini sıkıştırmak için başvurdukları kontrollü gerilim politikasında zaman zaman dozu kaçırıyorlar. Bu durum Asya bölgesinde var olan tansiyonu tetikleyebilir ve adı üzerinde istenmeyen bir çatışmaya neden olabilir.

[email protected]