Bir kaşık suda nükleer savaş çıkarmak!

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu / Güney Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi
9.09.2017

Asya-Pasifik güç dengesinde Kuzey Kore de dahil hiç kimse savaş istemiyor. Pyongyang’ın tüm bu denemelerle, güç gösterileriyle ve sürekli geliştirdiği nükleer kapasitesiyle arzuladığı aslında oldukça mütevazi. Kuzey Kore sadece kapasitesinin niteliği nedeniyle değil, amaçladığı siyasi hedef açısından da “mütevazi bir nükleer güç” sıfatını hak ediyor.


Bir kaşık suda nükleer savaş çıkarmak!

Bizden önceki kuşakların Soğuk Savaş’ın hikayesi olarak aşina olduğu Kore Yarımadası, Kuzey Kore’nin kimileri tarafından aptalca kimileri tarafın-dan da cesurca bulunan hamleleriyle yine günlük yaşamımıza girdi. Aslında medya bizi heyecanlandırmakta haksız da sayılmaz. Pyongyang strateji-sini uygulamakta çok kararlı, ısrarcı ve aceleci görünüyor. Mesela bu hafta henüz dünya, Kuzey Kore’nin uzun menzilli kıtalararası balistik füze denemesinin etkilerini üzerinden atamamışken, Pyongyang Asya-Pasifik’te yapay bir depreme de neden olan 6. nükleer denemesini gerçekleştirdi. Nükleer denemeye yönelik ilk tepki de beklendiği gibi ABD Savunma Bakanı Mattis’den geldi. Washington, Pyongyang’ın ABD’ye ve yahut mütte-fiklerine olası bir saldırı düzenlemesinin maliyetinin ne kadar yüksek olacağını hatırlattı: Kuzey Kore ayağını denk almaz ise “muhtemelen askeri bir karşılıkla” yanıtlanacaktı.

Tabi bu yeni bir tehdit değil, ancak sanki Washington bu sefer ne kadar ciddi olabileceğini anlatmak da istiyor. Kuzey Kore meselesinin Washington DC’nin işine yarayan yönünü (Pasifik’te güç gösterisi yapmanın bin bir yolu varsa Washington DC, THAAD sistemleri ve askeri tatbikatlarla en sinir bozucu yolları bulmuş görünüyor) daha önce kaleme aldığım konu ile ilgili yazılarımda okuyucunun dikkatine sunmuştum. Ancak Kuzey Kore’nin bu caydırılamaz, deyim yerindeyse gemi azıya almış hali, ABD’nin de canını sıkmıyor değil. Nitekim gerçekleştirilen son deneme sonrası Washington ikazlarının tonunu bir derece yukarı çekmiş görünüyor. Hatırlanacaktır; ABD’nin BM Daimî Temsilcisi Nikki Haley Kuzey Kore lideri Kim-Jong-Un’un savaş için adeta ABD’ye yalvardığını söyledi. Bu açıklamayı takiben, Washington’dan askeri opsiyonun masada olduğu haberi geldi. O andan itibaren Kuzey Kore’yi Saddam Hüseyin Irak’ı ile kıyaslayan pek çok görüş ortaya atıldı. Kore Savaşı’ndan Irak müdahalesine, oradan Libya’ya Amerikan askeri müdahaleciliğinin tüm hikayeleri televizyonlarımızda, bilgisayarlarımızda, gazete sayfalarımızda Kuzey Kore liderinin görüntüsü ile birbirine karıştı. Ancak kimi meraklılarından da gözünden kaçmadı vururuz, vurabiliriz, vuracağız tehditleri arasında ABD; Çin’i uyararak, Kuzey Kore’nin bölgede gerçekleştirdiği nükleer ve füze denemeleriyle sürdüre geldiği tırmandırma stratejisini sona erdirmek için Pekin’in gerekli sorumluluğu almasını istedi. Grekirse Pyongyang ile ticaret yapan ülkelerle ticari ilişkilerin kesilebileceğini söyleyiverdi. Mesajın hedefinin doğrudan Çin olduğunu anlamak için konunun uzmanı olmaya gerek yok; zira bugün herkes Çin’in Kuzey Kore’nin nefes alıp vermesinde yegâne güç olduğunu bilir. Gerçi bu tehdidin Çin’in yüreğine korku salıp salmayacağından emin olamayız. Washington ile Çin arasındaki 650 milyar dolarlık ticaret hacmi düşünüldüğünde Beyaz Saray’ın tehdidi görünmesi gerektiği kadar gerçekçi görünmüyor. Buna rağmen bu uyarı bize şu soruyu sorduruyor: Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi istediğinde vurmakta çok temkinli davranmayan ABD, müttefiklerinin üzerinden füze uçurup, altını depremle sallayan Kuzey Kore karşısında niçin arkadan dolaşıp Çin’in kapısını çalıyor?

İşin sonu nereye varacak?

Peki bu sürecin sonunda bir nükleer savaş çıkar mı? Bu soruya cevap arayanları zorlayan bir unsur var; Kuzey Kore lideri de ABD Başkanı da kriz anında nasıl davranıp, ne şekilde karar alacakları bilinmeyen liderler. Bu nedenle nükleer savaş olasılığı ile ilgilenen çevrelerde tartışmalar çıkıyor ama hemen hemen herkesin üzerinde uzlaştığı bir konu var ki; o da bugün Kore Yarımadası’nda nükleer bir savaş yaşanma ihtimalinin -ciddi bir hata yapılmadıkça-  sıfır olduğudur.

Her şeyden önce mevcut Asya-Pasifik güç dengesinde Kuzey Kore de dahil hiç kimse savaş istemiyor. Pyongyang’ın tüm bu denemelerle, güç gösterileriyle ve sürekli geliştirdiği nükleer kapasitesiyle arzuladığı aslında oldukça mütevazi. Kuzey Kore bu nedenle, yani sadece kapasitesinin niteliği nedeniyle değil, amaçladığı siyasi hedef açısından da mütevazi bir nükleer güç sıfatını hak ediyor. Pyongyang rejimi her şeyden çok rejiminin geleceğini güvence altına almaya çalışıyor. Pyongyang’ın inancına göre bunu başarması için ABD şehirlerini geliştirmekte olduğu füzelerinin menzili içine alması bir gereklilik. Ancak bu şekilde uluslararası camiada Kuzey Kore meşru bir nükleer güç olarak tanınabilir. Yani Pyongyang’ın ABD’yi vurabilecek menzilde füzeler elde edinceye kadar füze denemelerini ve nükleer denemeleri sürdüreceğini söyleyebiliriz.

Pyongyang’ın bir “çılgınlık” sahnelercesine oynadığı oyun, kısaca kontrollü tırmandırma stratejisi diyelim, aslında son derece akılcı oynanmakta. Üstelik Kuzey Kore bu oyunu daha önce sahneye koydu ve rasyonelliğini kanıtladı. 2003 senesinde Pyongyang, nükleer güç olma yolunda NPT’yi terk ettiği sırada ABD topraklarında Kitle İmha Silahları bulunmayan yani caydırıcı gücü Saddam’ın tehditlerinden ibaret olan Irak’ı askeri müdahale yoluyla işgal ediyordu. Anılan tarihte, Kuzey Kore’nin nükleer güç olma yolunda adım atmış olması, aslında Washington’ın bu ülkeye saldırmamasında kilit rol oynamıştı. Demek ki, Pyongyang’ın sınırlı nükleer kapasitesi 2003 senesinde kendisine gerekli caydırıcılığı sağlamıştı. Pyongyang, daha önce sahnelen bu oyundan cesaret alarak bugün nükleer intiharın sınırında ama ilk vuruş gücünü kullanmadan (çünkü bu gerçek anlamda bir çılgınlık olur) caydırıcılığını görünür hale getiriyor.

ABD açısından Kuzey Kore meselesinin çok rahatsız edici olmasının sebeplerinden biri de bu “nükleer silahlı bir gücün görünür” olma hali. Unutulmamalı, Kuzey Kore nükleer meselesinin bir çözüme bağlanmamış olması Washington’un önem verdiği Nükleer Silahların Yayılmasını Önleyen Anlaşmanın, yani NPT rejiminin geleceğini tehlikeye atıyor, nükleer silahların sağladığı caydırıcılığı, ABD’nin müttefiklerine sağladığı caydırıcılık her yerde sorgulanırken görünür, bilinir hale getiriyor. Washington’ın bu durumun Asya-Pasifik güç dengelerini etkilemesini (Japonya ve Güney Kore’nin silahlanması olasılığı) müttefiklerine vereceği sağlam ve işler güvenlik teminatları, bu teminatların Çin ve Rusya ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği konusunda kafa yorması sonra da en azından diplomasi alanında çok çalışması, biraz da para harcaması gerekecek.

Hep bahsettiğimiz gibi, ABD için bir yandan oldukça sıkıntılı gibi görünen bu durum iyi kullanılması halinde Washington için bazı avantajlar da sağlayabilir. Washington yönetimi de bu avantajların peşinde zira ilk vuruş seçeneğini kullanmayan nükleer silahlı Kuzey Kore’yi vurmak yararlı bir seçenek değil. ABD bir gerçeğin farkında; eğer Washington Kuzey Kore’ye karşı bir önleyici nükleer saldırıda bulunursa Pyongyang’ın haritadan silinmesine neden olabilir ancak 1. saldırı sonucu Pyongyang’ın elinde kalan konvansiyonel güçleriyle Güney Kore ve hatta Japonya’ya karşı katlanılması güç ciddi zararlar vermesi de mümkün olabilir. Öte yandan silah programlarından şu veya bu nedenle vazgeçmiş Irak, Ukrayna, Libya örnekleri caydırıcılığı bulunmayan rejimlerin sonunu gösterdiği için Kuzey Kore’nin de nükleer silahlarını terk etmesi mümkün değil. Rusya Federasyonu başkanı Putin olaya biraz dramatik bir etki vererek Kuzey Korelilerin gerekirse çimen yiyeceklerini ama nükleer silahlarından vazgeçmeyeceklerini söyledi. Kısaca yaptırım ve tehditler boş, Kuzey Kore baş ağrıtmaya devam edecek demek istiyor. Washington’da durumun farkında olanlar Kuzey Kore’nin çıkardığı gürültüyü başkaları için de rahatsız edici kılmaya çalışmanın yararlı olacağı görüşündeler. Üstelik bu gürültü patırtıdan biraz para da kazanılabilir. Nitekim Washington DC, Kuzey Kore bahanesi ile bölgedeki müttefiklerine güvenlik ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla yeni silahlar satma yolunda. Beri yandan da THAAD’lar gibi füze savunma sistemlerini Güney Kore’ye yerleştirmek suretiyle Çin’in hızla gelişmekte olan nükleer kapasitesini etkisiz kılmayı hedeflemekte. Ne de olsa bir taşla iki kuşu ürkütüp para kazanmayı ABD daha önce başka bölgelerde becermişti.

Diplomaside neler oluyor?

Trump’ın Kuzey Kore’de uygulamakta olduğu stratejiyi “bütüncül angajman diplomasi” olarak tanımlamak mümkün. Washington, bir yandan Pyongyang’a karşı yaptırımları devam ettiriyor, diğer yandan da müttefiklerine yeni savunma silahları satarak onların güvenini sağlamaya çalışıyor. Arka kapı diplomasisini sürdürmeyi de ihmal etmiyor. Bu sorunun diplomasi dışında çözülemeyeceğinin farkında olarak kendisini diplomasi masasından karlı kaldıracak hamleler peşinde koşuyor.

Tüm aktörlerin karşılıklı hamlelerinin sergileneceği diplomasi masasında ise şu anda birçok olasılık karşılıklı olarak dillendirildiğinden hafiften kakofoniye çalan ürkütücü bir gerilim müziği var. Bu gerilimli atmosferden fayda sağlayabileceğini düşünen Rusya, gerilimin tırmandığı günlerde inisiyatif alarak bir dondurma’ya karşılık dondurma (freeze and freeze) teklifini ortaya attı. Bu teklif Kuzey Kore’nin gün be gün menzillerini arttırdığı bir ortamda ABD’ne ufak bir rahatlama aralığı sunuyordu. Yani Kuzey Kore’nin füze ve nükleer denemelerini bugün ulaştığı menzillerde dondurmasını öneriyordu. Nasılsa şu anda, ABD için Kuzey Kore’nin mütevazi nükleer gücü doğrudan bir tehdit oluşturmuyordu. Rusya’nın teklifinde Kuzey Kore’nin yapacağı jeste karşılık ABD’nin de bir jest yapması yani Güney-Kore ile birlikte sürdürdüğü askeri tatbikatları sonlandırması isteniyordu. Bu tür bir anlaşma bugün Kuzey Kore tehdidini doğrudan ensesinde hisseden Güney Kore’yi daha da güvensiz bırakacağından ve bu güvensizliğin Japonya’ya vereceği mesajdan endişelenen Washington DC, müttefiklerine sunduğu güvenlik teminatlarını boşa çıkartacak bu teklifi derhal reddetti. Üstelik Washington’un Pasifikte gelecekteki rakiplere karşı diş göstermekten hoşlanmadığı da söylenemez. Washington’un teklifi ise Kuzey Kore’nin bir an evvel koşulsuz olarak füze ve nükleer denemelerini önce durdurması ve sonra da dondurmasını (freeze) içeriyor. ABD, Trump ve ekibinin çıkardığı tüm vururuz gürültüsüne rağmen nükleer silahsızlanmayı masaya -şimdilik- getirmiyorlar çünkü rejimin dondurma teklifi dışında silahsızlanmayı içeren bir teklifle ilgilenmeyeceğini -yani Kuzey Kore’nin nükleer gücünden bugün asla vazgeçmeyeceğini çok iyi biliyorlar.

İstikrarsızlık çelişkisi korkusu

Yalnız sorun “Durduramadık o halde donduralım” diyerek çözülmeyecek kadar da karmaşık çünkü kalan Güney Kore için mütevazi nükleer güce sahip Kuzey Kore ile burun buruna yaşamak sanıldığı kadar kolay değil. Bunun farkında olan Seul Yönetimi ve ABD tüm Kore Yarımadasının nükleer silahlardan arındırılması için o gün kendi lehlerinde olan konjonktürü 1990’ların başında kullanmış ve hem Seul hem de Pyongyang Kore Yarımadası’nın nükleer silahsızlandırılması fikrini kabul etmişti. Bu amaç uğruna, o günün koşullarında ABD, Asya-Pasifik’te müttefik topraklarında konuşlandırmış olduğu Amerikan taktik nükleer silahlarının kaldırılması kararını almış ve bunu hızla uygulamaya koymuştu. Soğuk Savaş’ın hemen ardından ufukta ne Çin ne de Rusya gözüküyordu. Yine de müttefiklerin tamamen korunmasız kaldığını düşünmek de doğru değil. O günden bu yana Washington DC, bölgede müttefiklerine yönelik yaygınlaştırılmış caydırıcılık taahhüdünü denizde yerleştirilmiş nükleer kapasitesi ile sürdürdü. 2010’lu yıllara gelindiğinde ufukta Pekin ve Moskova gözükmekteydi ama denizden sağlanan Amerikan nükleer caydırıcılığı zamanın ruhuna uygun olduğundan değiştirilmedi. Ne de olsa bu yöntem Obama’nın ilan ettiği off-shore balancing veya leading behind diye anılan geriden liderlik etme stratejisiyle de oldukça uyumlu olacaktı. Oysa Güney Kore için tehlike çanları 2003 yılında çalmaya başlamıştı. Nitekim 2006’da Kuzey Kore nükleer silah elde edince topraklarındaki ABD taktik nükleer silahlarının kaldırılmasına razı olan Güney Kore, kendisine yönelik Amerikan caydırıcılık teminatını sorgulanmaya başladı. Amerikalılar denizden sağlanan nükleer caydırıcılığın da yeterince güçlü olduğu konusunda Seul’u inandırmak için dil döküyorlardı ki Kuzey Kore 2010 yılında Güney Kore’yi vuruverdi. Saldırı nükleer değil konvansiyoneldi, topyekûn değil küçük çaplıydı. Sonuçta batan bir gemi ve ölen insanlar vardı. Böylece, Kuzey Kore’nin saldırgan tutumu literatürde ‘’istikrasızlık çelişkisi’’ (instability paradox) olarak geçen kavramın yeni örneği, Güney Kore’nin de yeni kâbusu oluverdi. İstikrarsızlık çelişkisi, teorik bir kavram olarak nükleer silahı yeni elde etmiş aktörlerin olası davranışlarını açıklamayı vaat eder. Buna göre nükleer silahı henüz elde etmiş bir ülke ile olası hasımı bir kriz durumunda karşı karşıya geldiklerinde, nükleer silaha sahip olan aktör (burada Kuzey Kore) karşısındaki hasımın nükleer silahından çekinerek (caydırıcılık) temkinli hareket edeceğini düşünür; krizi tırmandırmayı tercih edebilir hatta maceracı davranabilir, örneğin Güney Kore gemisini batırabilir, art arda nükleer deneme yapabilir, bir yerleri vurup yeryüzünden silmekle tehdit edebilir. 2010’da Pyongyang’ın hiç tereddüt etmeden Güney Kore’ye konvansiyonel saldırıda bulunması istikrarsızlık çelişkisinin sadece birkaç teorisyenin hüsnü kuruntusu olmadığını gösterdi.

Hikâyenin devamı herkesçe malum, ABD müttefiki Güney Kore’nin muhatap olduğu bu konvansiyonel saldırıyı caydırmak için ilave konvansiyonel tedbirler aldı. Washington ayrıca Kuzey Kore’ye yönelik yaptırımlar uygulamaya da devam etti. Bugün gelinen noktada, Kuzey Kore’nin gene bir nükleer güç olmaktan aldığı cesaretle Kore Yarımadası’ndaki gerilimli tırmandırmayı sürdürdüğü görülüyor. İstikrarsızlık çelişkisinin kanlı canlı saldırısını bir kez yaşamış Seul ise diplomasi masasında önerilenlere karşı temkinli bir tutum takınarak, akıllara getirilmek istenmeyen bir olasılığı dillendirmeye başladı: 1990’larda geri çekilen Amerikan taktik nükleer güçlerinin Kore Yarımadasına yeniden konuşlandırılarak Amerikan yaygınlaştırılmış caydırıcılığının kuvvetlendirilmesi. Bu zor kararı ve sonuçlarını elbette ABD düşünecek.

Şimdilik geldiğimiz nokta şu: Asya’da nükleer bir savaş olasılığı yok denecek kadar az ama zamanın ruhu nükleer silahların yayılmasının önlenmesi dileklerinin çok uzağında.

[email protected]