BM'nin dünya barışına katkısı var mı?

Serkan Yorgancılar / Gazi Üniversitesi-Öğretim Görevlisi
1.09.2018

Her ne kadar BM’nin dünya barışını sağlama konusunda göstermiş olduğu eksik, taraflı, ABD hegemonyasındaki yanlı kararları her zaman eleştiriliyor olsa da dünyada bağımsız, tarafsız, ilkeli ve ahlaki temeller üzerine kurulmuş ulus-üstü kuruluşlara ihtiyaç var.


BM'nin dünya barışına katkısı var mı?

Birleşmiş Milletler kararlarına bakılırsa Dünya Barış Günü olarak kutlanması gereken tarih 21 Eylül. BM 2001 yılında almış olduğu bir kararla Dünya Barış Gününü (International Day of Peace) 21 Eylül olarak belirlemiş. O günden bugüne Dünya Barış Günü adı altında yapılagelen her türlü etkinlik bu tarihte yapılmış. BM’nin resmi internet sitesine girildiğinde de 2001 yılından bu güne kadar 21 Eylül’de kutlanmakta olan Dünya Barış Günü etkinliklerinin neler olduğu rahatlıkla görülebilir. Örneğin 2017 yılının teması, göçmenleri daha ön plana çıkartan “Barış için Birlikte: Saygı, Güvenlik ve Herkes için Haysiyet” olarak belirlenmiş. 2018 yılının ana teması da “Barış Hakkı: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” olarak ilan edilmiş. Türkiye’deki barış günü etkinliklerinin neredeyse tamamında BM tarafından belirlenen ana tema hiç kullanılmamış, bunun yerine toplumun daha dar kesimlerine hitap eden çok daha politik gündemler belirlenmiş. Bu da dünya barış gününün toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenen ve kabul gören bir gün olarak kabul edilmemesine neden olmuştur. 

21 Eylül Dünya Barış Günü kutlamaları her yıl BM’de bulunan Barış Çanının çalınması ve bir dakikalık sessizlikle başlar. 1952’de Japon’lar tarafından uzunluğu bir metre ve ağırlığı 116 kilo olarak yapılan Barış Çanı 60 farklı ülkeden çocuklar tarafından bağışlanan bozuk paraların eritilmesi ile yapılmıştır. Yılda bir kez 21 Eylül’de çalan çanın üzerinde ise Japonca olarak “Çok yaşa dünya barışı” yazmaktadır. Her ne kadar BM’nin dünya barışını sağlama konusunda göstermiş olduğu eksik, taraflı, ABD hegemonyasındaki yanlı kararları her zaman eleştiriliyor olsa da dünyada bağımsız, tarafsız, ilkeli ve ahlaki temeller üzerine kurulmuş ulus-üstü kuruluşlara ihtiyaç var. BM maalesef bu misyonu layıkıyla yerine getirebildiği söylenemez, örneğin son iki yıldır en yüksek düzeyde insanlık dramının yaşandığı Myanmar katliamlarını bile daha yeni soykırım olarak nitelendirebildi. Bu kadar gecikmiş kararlar elbette kuruma karşı olumsuz bakış açılarını güçlendirmekte.

Neden 1 Eylül?

Gelelim esas konumuza, bütün dünyada 21 Eylül’de kutlanan Dünya Barış Günü Türkiye’de neden 1 Eylül’de kutlanmaktadır? Dünya barış günü kutlamalarını 1 Eylül’de yapma ısrarının sebebi nedir. Eğer, Dünya Barış Günü adı altında yapılan etkinlik, gösteri, faaliyet, basın açıklaması BM tarafından ilan edilmiş bir günün anısı dikkate alınarak yapılmakta ise neden bütün dünyadan soyutlanarak farklı bir tarihte ısrar edilmektedir. BM tarafından belirlenmiş bir tarihin değiştirilemez, sorgulanamaz, aksi iddia edilemez veya ona alternatif başka bir tarih belirlenemez olduğunu iddia ediyor veya savunuyor değilim. Elbette, barış günü adı altında sembolikte olsa bir gün “icad” edilebilir ve bu icad edilen tarih bütün dünyada kutlanmakta olan tarihten de farklı bir zaman dilimi olabilir. Ancak neden 1 Eylül sorusunun cevabı çok açık değil.

Tarihte 1 Eylül’de neler olduğuna baktığımızda, 1 Eylül 1939 tarihinin Almanların Polonya işgaline başladığı yani İkinci Dünya Savaşının fitilinin ateşlendiği gün olduğunu görüyoruz. Peki, ne olmuştu 1 Eylül 1939’da. Olayı siyasi tarihçilerden fazlasıyla dinledik, ancak usta edebiyatçı Stefan Zweig’in o gün yaşadıkları da son derece ilgi çekici.

1939 Eylül’ünün ilk haftasında Stockholm’de yapılacak olan bir toplantı için yol hazırlıklarını yapan Zweig, İsveç’e gitmeden önce Shakespeare’in “Zamanı, bizi aradığı yerde karşılayalım” sözüne nazire yaparak İngiltere’de yapması gereken son bir iş olduğuna inanmaktadır. İngiltere’deki yaşantısını düzene sokmak niyetinde olan Zweig’in son işi evliliktir. 1 Eylül bir tatil günüdür ve Bath’deki evinden çıkarak evlendirme dairesine giderek evlenmek için müracaatta bulunur. Evrakları inceleyen memur ilk önce başvuruyu kabul eder ve ertesi güne nikâh tarihi verirken tam o sırada, saat on bir civarında, odaya genç bir memur girer ve “Almanlar Polonya’ya saldırdı. Bu savaş demek” der. Odada herkes derin bir sessizliğe bürünürken Zweig memurun sesinin yüreğine hançer gibi saplandığını söyler. Çünkü memur Zweig’in evlenme talebini kabul edemeyeceğini söyler. Çünkü Zweig Avusturya vatandaşıdır ve Almanya’ya savaş ilanı demek Avusturya’ya da savaş ilanı demektir. Bu son durumla birlikte Londra’dan yeni bir talimat beklediğini söyler. Ve iki gün sonra da İngiltere Almanya’ya savaş ilan eder.

İnsanlık tarihi savaş tarihi

İkinci Dünya Savaşı’nın ilk işgali, Hitler’in motorize zırhlı birliklerinin hızlı ve çabuk hareketleri sonucunda Polonyalı atlı birliklerinin büyük hezimeti ile sonuçlanmıştı. Savaş tarihçilerine göre Polonya’nın Alman birlikleri karşısında durmaya çalıştığı atlı süvari birlikleri ortaçağdan kalma bir görünüm arz ediyordu ve Almanların karşısında kesin hezimete uğramaları mukadderdi.

İnsanlık tarihi boyunca savaşlar hiç eksik olmamıştır. Ancak başta Hitler’in vahşetleri olmak üzere, Amerika’nın Nagazaki ve Hiroşima’ya attığı atom bombalarının da etkisiyle insanlık tarihi boyunca en büyük sivil katliamları bu savaşta olmuştu. 1 Eylül’ün Dünya Barış Günü olduğuna inananların iddiası da dünyanın böylesine büyük bir yıkımı bir daha yaşamaması adına bu tarihin seçildiğidir.

Sol fraksiyonların içerisinde Dünya Barış Günü’nün 1 Eylül olarak belirlenmesine tepki gösteren, Almanların Polonya’yı işgal ettiği günü barış günü olarak kutlamanın sosyalizme ve halklara karşı büyük hakaret olduğunu dillendirenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla olmasına rağmen ana akım sol 1 Eylül tarihinden rahatsız değil.

Türkiye’de 1 Eylül’ü barış günü olarak kutlayanlar sadece sol gruplar değil. Kamu kurum ve kuruluşları başta olmak üzere sağ ve muhafazakar kanat da Dünya Barış Günü’nün 1 Eylül olarak kutlanmasında bir sakınca görmüyor. Açıkçası 1 Eylül tarihinin barış günü olarak kutlanılmasının arka planı sağ cenahta pek de sorgulanmış değil. Onlar yapıyorsa, meydanı boş bırakmayalım, biz daha iyisini yapalım el çabukluğu ile davranılmış gibi. Çünkü Memur-Sen ve Hak-İş başta olmak üzere neredeyse herkes 1 Eylül’de barış üzerine söylevler atmakta hiçbir sakınca görmüyor. Hatta Memur-Sen geçmiş yıllarda BM eski Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a “Sayın Ki-Moon, Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Memur-Sen ve Hak-İş Konfederasyonları olarak; başta Ortadoğu’da olmak üzere bütün dünyada barış taleplerimizi Birleşmiş Milletler’e ve tüm dünyaya ilan ediyor ve barışçıl bir dünya için çağrı yapıyoruz.” şeklinde mektup bile yazmış. BM eski Genel Sekreteri’nin dünya barış gününün 1 Eylül değil 21 Eylül olduğu ile ilgili sendikalara herhangi bir geri dönüş yapıp-yapmadığını bilmiyoruz.

Dünya Barış Günü kutlamalarının tarihi hakkında, yeni yeni kıpırdanmalar ve sorgulamaları saymazsak, henüz yüksek dozda bir eleştirinin yapılmadığını görmekteyiz. Kamuoyunun ilgilendiği asıl mesele dünya barış gününün tarihinin ne olduğundan öte o gün yapılan gösterilerde kullanılan şiddet, nefret ve öfke dili hakkında yoğunlaşmakta. Sol ve bölücü gruplar barış günü adı altında siyasi heybelerinde her ne varsa o konuları gündeme taşımakta, kolluk kuvvetleri ile çatışmakta, yasa dışı gösterilere tevessül etmekte. O gün şiddet yanlısı radikal ve fanatik solcu grupların gövde gösterilerine barış alet edilmektedir.

Oysa barış, bütün toplumların ihtiyacı olan, bireyin ve toplumun gelişimine katkı sunan, huzur ve mutluluk getiren, bireyin ve toplumun en temel ihtiyacı olan güven sorununu ortadan kaldıran bir durumdur. İbn Haldun’a göre savaşın ve barışın birçok nedeni olmakla birlikte her iki mesele de insanın toplumsal bir varlık oluşuyla ilgilidir. Çünkü o, insanda saldırmak ve zulmün (el-‘udvânve‘z-zulm) aynı anda varolduğunu, insanın ihtiyaç duyduğu bir şeyi diğerinin elinden çekip almaya meyilli olduğunu, diğerinin ise elindekini diğerine vermemek için direnme duygusunun olduğuna inanmaktadır. İbn Haldun savaşma güdüsünün en basit ve yalın halini bu çekişme durumuna bağlar. Ona göre savaşmamış bir toplum olmadığı gibi savaş insanda bulunan doğal bir durumdur. Aslında tam tersini de söylemek gerekir. Barışta insanda bulunan doğal bir durumdur. Esas olan barış içerisinde yaşamak ve varlığını sürdürmektir. Clausewitz’in dediği gibi savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır.

Barışa ilahi çağrı!

Günümüzde dünyada yıkım ve şiddete neden olanlar, savaş ekonomisinden beslenenler, sıcak çatışmaları ve savaşları kendi topraklarında değil de başka milletlerin topraklarında yürüten işgalciler, Orta-Doğu’da, Türk ve Müslüman topraklarında her türlü insani vahşete imza atanlar, dünya sisteminin kendilerine sunduğu imkanları da kullanarak Müslümanları şiddet ve savaş yanlısı göstermeyi ustaca başarıyor gözükmekteler. İslam’ın barış dini olduğuna sonuna kadar iman eden bizler biliyoruz ki Kuran-ı Kerim’de barış anlamına gelen ve barışı tavsiye eden yüzlerce ayet vardır. “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara/208)

Küresel dayatmalar ve ideolojik saldırılar karşısında İslam toplumlarının barış konusunda çok önemli adımlar atması gerekmektedir. Başta iç savaş ve sıcak çatışmaların, büyük yıkımların, göçlerin ve çok ciddi can kayıplarının yaşandığı yerlerde barışı sağlayacak somut işlere ihtiyaç vardır. Barışın sağlanması adına tüm yapılar gerektiğinde geri adım atmasını, taleplerini ertelemesini, yumuşatmasını gerekirse taleplerinden vaz geçmesini bilmelidirler. Kadınların, çocukların ve gençlerin umutla bakabilecekleri, güzel düşler kurabilecekleri, huzur ve mutluluk içerisinde yaşayabilecekleri yarınları adına barışı korumalı ve barış duygularını yükseltmeliyiz.

Barışı önemsemek, barışı ciddiye almak, barışsever olmak pasifistlik değildir. Barışı bir söylem olarak bayraklaştırmak, barış eğitimini genç kuşaklara doğru biçimde vermek, temel hak ve özgürlükler bağlamında ötekinin varlığını kabul etmek barışın temel dinamiklerinden bazılardır. Barış, devletler hukukunda sadece savaşın karşıtı olarak düşünülebilecek bir kavram değildir. Bireysel ve toplumsal ilişkilerimizden tutun, doğayla ve hatta diğer bütün canlı organizmalarla kurduğumuz her türlü ilişki için de barış geçerlidir. Düşünce ufkumuzu ve bakış açımızı ne kadar genişletebilirsek barışı o kadar çok çeşitlendirebiliriz.

Barış dolu bir dünya ve barış dolu bir gelecek için, savaşların, yıkımların, şiddetin ve öfkenin yerine bizi biz kılan insani ve ahlaki özelliklerimizi çoğaltmalı, bu özelliklerimizi basit söylemlerin ötesine taşımalı ve yaşantımızın içerisine somut gerçeklikler olarak kazımalıyız.

[email protected]