CHP’de sorun sadece liderlik mi?

Gökhan Çınkara / Ankara Üniversitesi
7.07.2018

CHP seçmeninin, lider kadrosu tarafından özellikle seçim süreçlerinde oldukça yüksek düzeyde motive edilmesi ve zaman zaman seçim mühendisliğinin taşıyıcısı olarak görülmesi, seçim sonuçlarının açıklandığı sıralarda iletişim stratejilerinin yetersizliği ile birleşince seçmende panik, öfke ve giderek umutsuzluğa dönüşen bir haleti ruhiyeye yol açıyor.


CHP’de sorun sadece liderlik mi?

25 Haziran günü CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce CHP Genel Merkezi’nde kameraların karşısına geçerek öncelikle kendisine oy verenlerin sonra da genel kamuoyunun merakını gideren bir dizi açıklama yaptı. İnce’nin konuşmasının stil ve içerik olarak konvansiyonel/olağan ve geleneksel CHP parti kültürünü yansıtmadığı söylenebilir. İnce’nin konuşmasında temel mesajlar öncelikle kendi seçmenine dönüktü. Burada kendisine seçim gecesi tehdit yapıldığı ve kaçırıldığı iddialarını şizofrenik olarak nitelendirdi. İkinci mesaj odağı, kendisi dışında Cumhurbaşkanlığı için yarışan parti liderlerinin gösterdiği seçim performansının İnce’nin başkanlık yarışında ipi göğüslemeyi sağlayacak ölçüde olmadığıydı. Üçüncü mesaj odağı, Ak Parti seçmenine yönelikti. İnce, seçimlerin sonucuna saygı gösterdiğini, yenilgiyi kabul etmemenin demokrasiyle bağdaşmayacağını savundu. Akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimlere katılımın yüzde 80’leri aştığı vurgusunu takdir ettiğini belirtti.

Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım seçim sonrası süreci İnce’nin ele alışı aslında bizlere CHP içerisinde yaşanacak olan liderlik tartışmalarının temel eksenlerine dair önemli ipuçları veriyor. Bu yazıda CHP içerisinde İnce ve Kılıçdaroğlu arasında yaşanan gerilimi iki siyasi liderlik stili arasında vuku bulan klişe bir politik hadise olarak okumadığımı belirtmek istiyorum. CHP içerisinde yaşanan aktüel gerilim 2002’den bu yana devam eden çevrenin merkeze lider, kurum ve kültür düzeylerinde yerleşme sürecinin bir uzantısı veya doğal bir neticesi olarak görülebilir. CHP içerisinde sürekli tartışılagelen ve çözüme kavuşturulamayan seçmenle kurulan bir strateji biçimi olarak sosyal-demokrat parti niteliğine ve formasyonuna sahip olma, bunun doğal bir sonucu olarak dinle ilgili tartışmalardan uzak durarak toplumun dindar kesimleriyle partinin genel geçer değer ve ilkelerini göz ardı etmeden bir ilişki seti oluşturma yönünde sürekli arayış içerisinde olma durumunu vurgulamamız gerekiyor. Deniz Baykal’ın CHP lideri olduğu dönemden itibaren başlayan, Kemal Kılıçdaroğlu’nda sağ ve muhafazakar aktörlerle politik ittifak stratejilerine varan bu süreç, İnce’nin bu temsili bizzat üstlenmesi (Cuma namazları, geleneksel aile vurgularu vb.) ile farklı bir düzeye erişti. Aslında CHP’nin dindarlar ve demokrasi sarkaçlarında politik alanını genişletme -fakat derinleşme konusunda başarısız- arayışının, salt bir oy devşirmeciliği arayışı olarak değerlendirilmesi bu fenomeni analiz açısından yetersiz olacaktır. Aslolan Türkiye toplumunda görülen yapısal dönüşümün kurumsal, kültürel ve politik liderlik düzeylerinde karşılık bulma arayışının bir neticesidir. CHP bu gerçeklik karşısında bir cevap üretmek zorunluluğundadır.

Polit-büro siyaseti ilerlemiyor

Halihazırda görüldüğü üzere, CHP’de lider değişimleri olmasına rağmen genelde sağ özelde ise muhafazakar/dindar seçmenle yakınlık kurma stratejileri devamlılık gösteriyor. Peki Muharrem İnce bu politikanın veya stratejilerin neresinde duruyor? CHP’ye yakından mercek tuttuğumuzda partinin merkezi karar alma birimleri veya CHP polit-bürosu, yereldeki parti örgütleri ve partinin sosyolojisi olarak seçmenle arasındaki ilişki oldukça karmaşık bir görüntü veriyor. Parti yönetiminin esnek ve manevra yüklü politik açılımlarının örgüt ve seçmen düzeylerinde eşit oranda motivasyona ve mobilizasyona yol açmadığı görülüyor. CHP seçmeninin, lider kadrosu tarafından özellikle seçim süreçlerinde oldukça yüksek düzeyde motive edilmesi ve zaman zaman seçim mühendisliğinin taşıyıcıları olarak görülmesi, seçim sonuçlarının açıklandığı sıralarda iletişim stratejilerinin yetersizliği birleşince seçmende panik, öfke ve giderek umutsuzluğa dönüşen bir haleti ruhiyeye yol açıyor. CHP seçmeninin, polit-büro ve yerel teşkilatlar arasındaki sıkışmışlığı ile parti liderliğinin değişime gösterdiği direnç, nihilist bir patikanın seçmen tarafından rasyonelleştirilmesi neticesini doğuruyor.

İnce, seçim çalışmalarına başladığı günlerde genel olarak Türkiye toplumunun yerleşiklerinden veya merkezden gelen bir figür olmadığına dair mesajlar veriyordu. Bunu kişisel hikayesinde yer alan kişiler ve mekanlara olan vurgusunda cisimleştiriyordu: Annesi, kız kardeşi, babası gibi muhafazakar ve geleneksel, kırsal/taşra yaşam tarzına sahip olan figürler/kişilere yaptığı tekrarlı vurguları bu minvalde hatırlamak gerekebilir. Türkiye siyasetinin çoğunluğunu oluşturan geleneksel sağ seçmen için, liderin kişisel yaşamı, aile özgeçmişi ve politik söylemini oluşturan kavramların ve referansların muhafazakar-sağ değerlerle uyumu ve bunu aşan bir şekilde politik söylemin ve pratiğin psikolojik açıdan motive edebilme yetisinde olması, oy verme davranışlarının en temel dinamikleri olarak düşünülebilir. İnce bu açıdan CHP’nin karar alıcı düzeyinde öbekleşen yerleşiklerinden ve kurumsal gelenek olarak parti içerisinde güçlü olan siyasal hanedanlardan olmaması itibariyle ayrıksı bir karakter. Bu anlamda “çevreden” gelen bir figür olarak nitelendirilmesi mümkün.

CHP yol ayrımında

İnce aynı zamanda büyük meydan okumalarla karşı karşıya. Bir yandan CHP’nin polit-bürosunda her seçim dönemi sınanan sağa-açılma taktiklerini sahici ve tutarlı bir içeriğe kavuşturması gerekirken bir yandan da CHP seçmenlerini bu tür politik manevralara ikna edebilecek politik-eğitimi ortaya koyabilmeli. Polit-büroda veya lider etrafındaki yönetici elit çemberlerinde, CHP’nin yerleşikleriyle (yaşlılar) ayrıca idealist ve aktivist görünürlüğü nedeniyle sivrilmiş fakat pratik siyaset ve toplumsal mekanik ve realitelere uzak ekiplerle, tribalize olmuş grupçuklarla baş etmesi gerekecek. Yerel örgütlenmelerde ise İnce’nin işi bir nebze kolay gözüküyor. Çünkü seçim süreci boyunca gösterdiği performans, kendisinin retorik kıvraklık maharetleriyle şekillense de bu mesajların alıcısı olan seçmenlerin masif mobilizasyonunu organize eden yerel teşkilat ve onun profesyonellerinin ciddi mesai harcadığı gözden kaçırılmamalı. Son olarak İnce CHP seçmenini rehabilite etme görevini üstlenmek zorunda kalacak. Seçim sonuçlarıyla ilgili yaptığı açıklamada İnce’nin kullandığı şizofrenik ifadesi aslında bu konuya/probleme eğileceğini gösteriyor. CHP seçmeninin sandığa gitme ritüeli aslında yüksek inanç ve kader (faith and fate) arasında salınıyor ve bu psikolojik havzada hem seçmenin politik kültürü anormalleşiyor hem de gündelik hayatta CHP’li olmayan seçmenle kurdukları ilişkide kültür-savaşımını sürekli işletmek için uğraş veriyorlar. Sürekli bir şekilde kendilerine her seçimin en son seçim olduğu yönündeki eskatolojik/kıyametvari telkinleri, seçim sonucunu ve sonrasını idare etmede hem parti hem yerel örgütler açısından sakin bir değerlendirmeyi, öz-eleştiriyi ve kurumsal ve kadro değişimlerini güçleştiriyor. Tüm bunlar hesaba katıldığında, CHP seçmeninin politik kültürünün ortalama sağ seçmenle kurduğu politik tartışma alanlarını hemen bir kültür savaşım alanına dönüştürmedeki ısrarı, İnce’nin sağın merkez seçmenleriyle kurmak istediği ilişkide aşılması güç bir bariyer olarak sivriliyor. CHP’nin ve onun toplumsal taşıyıcıları olan seçmenlerinin, din-dindarlar ve milliyetçilik-milliyetçilere yakınlaşmasında lider-seçmen-örgüt düzeylerinde tutarlı ve empatik davranış setlerini içselleştirme ve bunu pratik popüler siyaset alanına yansıtabilme sorunu çözüm bekliyor.

CHP, şu an önemli bir yol ayrımında. Bundan 50 sene önce CHP’nin yönetici elit kadroları Kemalist modernleşmenin değer ve ilkelerini politik yapım süreçlerinin merkezine yerleştirmişti. Ayrıca CHP’nin kurumsal değer setleri ve seçmenlerinin psikolojik tutumu statükocu bürokratik ve entelektüel elitlerin siyasi organizasyonu olarak sivriliyordu ve kısmen mono-blok bir görüntü veriyordu. 2000’lerin Türkiyesi ise genel, sistematik ve yaygın bir dönüşümü tüm boyutlarıyla toplum, siyaset ve ekonomi düzeyinde hissettiriyor, dönüştürüyor ve değiştirtiyor. CHP artık değişen Türkiye ekonomisi ve buna bağlı dönüşen Türkiye toplumsal yapısı itibariyle, orta-üst sınıfların, kozmopolit seküler elitlerin, beyaz yakalıların, metropol elitlerinin partiye asıl rengini verdiği bir siyasi organizasyon olarak görünüyor. Sorun da buradan başlıyor. CHP’yi taşıyanların moral üstünlük atfettikleri anlam dünyaları ve yaşam stillerini, merkez-sağ seçmeninkiyle ortak bir politik-kamusal alanda tutarlı ve işler bir sosyal-ittifakta buluşturma ısrarı CHP’nin krizini tetikliyor. CHP’nin metropolleri yukarıda bahsedildiği şekildeyken taşrası ise etnik ve dini tutunumların önemli olduğu bir seçmen profilinden oluşuyor. Aleviler, Kürtler ve aileden CHP’li Türkler CHP’nin taşra seçmen profilinin sac ayakları. CHP’nin taşrası ile CHP’nin şehirlisi arasında adı konulmamış bir gerginliğin hüküm sürdüğü eklenebilir. CHP’nin orta/üst-orta sınıf şehirli seçmeni pragmatist, kozmopolit ve liberal Atatürkçü; çevre şehirlisi ve taşrası ise ulusalcı, rijit/katı, komplo-teorilerine meyilli, statükocu-Atatürkçü bir profil sergiliyor.

Parti-örgüt-lider üçgeni

İnce’nin farkı CHP’nin taşrası ile merkez-çevre şehir lokasyonlarını ihtiva eden politik coğrafyayı ustaca mobilize etmesinde ve CHP seçmenini liderle buluşturmasında yatıyor. İnce’nin CHP kaynaklı meydan okumalarda göstereceği başarı, ulusal siyasette alabileceği konumunda oldukça belirleyici olacağa benziyor.

CHP’de süre giden liderlik tartışmaları, partinin 21. yüzyılda toplum, devlet ve dış politika ideolojisinin net olmayışı, örgüt ve seçmen ilişkisindeki oturmamışlık ve ahenksizlik, parti-örgüt-lider üçgeninde çözüm bulmayı bekleyen acil ve temel problemler olarak duruyor. CHP’nin 2000’lere değin politik bagajında taşıdığı “rejimin güvencesi” yükümlülüğü bir yandan siyasal bir partiyi siyasetsizleştirirken öte yandan bu gibi makro-meseleleri temel endişesi olarak görmeyen seçmen kümeleriyle arasındaki iletişim kanallarının çarpık olmasına yol açtı. Tüm bu girdiler ve çıktılar, bize Türkiye siyasetinde ideolojik ayrışmaların, kültürel duruşların ve birey/topluma yaklaşımın politik kamplaşmaları belirleyen faktörler olarak yetersiz olacağının haberini de veriyor. Yeni-Türkiye Siyaseti, iç siyasette politik-kurumlardaki dönüşümü ve değişimi hızlandırırken dış siyasette ise küresel siyasetin hızlı ve oynak karakterine uygun olarak akıcı jeopolitik kültürü geçerli kılıyor. Türkiye siyaseti geleneksel ayrışmalarından her geçen gün uzaklaşıyor, sağ-sol; seküler-dindar bloklaşmaları, politik gerçekliği karşılamıyor. Türkiye siyaseti iç dinamikler kadar jeopolitik kültürün de politik çatallaşmaları belirleyen faktör olarak önem kazanacağı bir momente girmiş bulunuyor. Gelecek öngörüsü olarak kaydetmekte fayda olabilir; Türkiye politik haritası yeni-muhafazakarlar ve yeni-ulusalcılar arasında bölüneceğe benziyor. İşte tam bu noktada, quo vadis (nereye gidiyorsun) CHP?