CHP’nin ve HDP’nin geleceği

Dr. Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci-Yazar
14.01.2017

Ne HDP’nin kimlik politikası merkezli siyasetinin ne de CHP’nin rejim kavgası tartışmalarının bu ülkeye bir faydası vardır. CHP ve HDP’nin yeni bir vizyon ile siyaset üretmekten başka seçeneği yoktur.


CHP’nin ve HDP’nin geleceği

Türkiye, son dönemde içeride ve dışarıda birbirinden farklı terör örgütlerine karşı savaşıyor. Ülke içinde PKK, DEAŞ, DHKP-C ve FETÖ gibi terör örgütleri ile mücadele edilirken dışarıda da DEAŞ ve YPG ile savaş veriliyor. FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe görünümlü işgal girişimi ile beraber PKK ve DEAŞ’ın saldırıları, ülkenin siyasal tablosunu yeniden biçimlendirmeye başladı. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin ABD, Avrupa Birliği ve Rusya ile ilişkilerinin hem değişmeye hem de yeni bir boyut kazanmaya başlaması, Türkiye’nin siyasallığının değişmesinin işaretlerini ifşa ediyor. Bıçak sırtındaki bu ülke, siyasal sistemini inşa etmeye ve anayasasını yeniden yapmaya çalışıyor.

Peki, ortaya çıkmaya başlayan bu siyasal tablo, Türkiye’deki muhalefetin durumunu nasıl etkileyecek? HDP ve CHP’nin içinde bulunduğu açmazın temel nedenleri nelerdir? CHP ve HDP’yi nasıl bir gelecek bekliyor? Geleceğin Türkiye’sinde HDP ve CHP’ye yer var mı?

Öncelikle, HDP’nin gelmiş olduğu trajik durumu kısaca analiz edelim: PKK’nın Temmuz 2015’te başlatmış olduğu ‘devrimci halk savaşı’, HDP’nin siyasal bir akıl tutulması yaşamasına ve şiddetin girdabına kapılmasına neden olmuştur. Çözüm sürecini dinamitleyen hendek savaşları ile bir taraftan şiddet sarmalına teslim oldu, bir taraftan da Türkiyelileşmek olarak tanımladığı siyasal ufkunu kaybetti. Oysa 30 Mart 2014 seçimlerinden önce Selahattin Demirtaş’ın vaadi, PKK’ya silah bıraktırmaktı. “PKK’ye silah bıraktıracak olan AK Parti hükümeti değil, HDP’dir” diyerek şiddet ve terör arasına mesafe koyacağını beyan etmişti.

Vahşet karşısında sükut

Ancak “devrimci halk savaşı” süreci ile HDP, siyasal aklını ve iradesini tamamen kaybetti. Tüm Türkiye’yi kapsayan siyasal bir parti olmaktan çıkıp PKK’nın siyasal temsilciğine soyundu. Öyle ki, DEAŞ’ın saldırılarını gümrah bir dille lanetleyen HDP, PKK’nın vahşeti karşısında suskun kaldı. Yüksek oy aldığı bölgeleri, şiddet ve terörün kucağına attı. Emaneten oturduğu siyaset koltuğunu, PKK’ya teslim etti. Adım adım “Biz HDP olarak PKK’ya silah bıraktıramayız” noktasına geldi. Demirtaş, HDP’nin siyasal meşruiyetini kaybetmesinin ve yoğun oy aldığı Doğu ve Güneydoğu illerinde siyasetin iflas etmesinin baş sorumlusudur. Artık, Kürt siyasal hareketinin, Türklerin ve Kürtlerin haklı ve meşru taleplerini parlamentoya taşıyacak yeni bir partiye ihtiyacı vardır.

Dönemin bir diğer kaybedeni de CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu olmuştur. FETÖ’nün kaset operasyonu ile CHP’nin genel başkanlık koltuğuna oturan Kılıçdaroğlu, ne yeni bir politika üretebilmiş ne de partinin oylarını hatırı sayılır derecede artırabilmiştir. Başlangıçta “Yeni CHP” söylemi ile dikkat çekici oranda teveccühe mazhar olan Kılıçdaroğlu, liderlik koltuğuna oturduğu andan itibaren ikircikli bir siyaset izlemiştir. Bunun yanı sıra, ne parti içerisinde liderliğini konsolide edebilmiş ne de partisine başarılı bir önderlik yapabilmiştir. Vesayet ve güç odaklarına selam vermekten de geri durmamıştır. Daha da kötüsü, Türkiye’nin bekasını ve güvenliğini tehdit eden PKK/YPG ilişkisini doğru okuyamamıştır. Örneğin, bir dönem CHP’de genel başkan yardımcılığı görevi de yapan Sezgin Tanrıkulu, “Gezi’de yaratılan vicdan ortaklığının Kobani’de yaratılamaması Hükümetin DEAŞ lehindeki politikalarına cesaret veriyor” açıklamasını yaparken Kılıçdaroğlu da, “Bizim için YPG terör örgütü değildir… YPG kendi vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşumdur” deme basiretsizliğini göstermiştir. Oysa YPG’nin PKK ile ilişkisi ayan beyan ortadadır. Daha da trajik olan, CHP’nin HDP ile beraber vermiş olduğu fotoğraftır. Hatırlarsınız; 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri sonrasında Şafak Pavey ile Selahattin Demirtaş Atatürk Havalimanı’nda karşılaşmış ve her iki siyasetçi birbirini tebrik etmişti. Buraya kadar her şey normal aslında; ama daha sonra Pavey’in “Birlikte iyi salladık” sözü üzerine Demirtaş’ın “Hep birlikte daha iyisini başarırız” demesi, CHP ile HDP’nin “de facto” ittifakının göstergesiydi. Kılıçdaroğlu’nun yaşamış olduğu politik kafa karışıklığı, vizyonsuzluğu ve politika üretememesi, anlaşılan o ki, onun sonunu belirleyecek.

Siyasetin doğasına aykırı

Bilindiği üzere, Türkiye şu anda MHP ile AK Parti tarafından getirilen anayasa değişikliği teklifini tartışıyor. Öncelikle başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı sistemi ile ilgili olarak Kılıçdaroğlu’nun ortaya koymuş olduğu tavır, siyasetin ve demokrasinin doğasına aykırıdır. “Başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” ifadesi, sadece müzakereci siyasetin önünü tıkamaz; aynı zamanda komisyondaki tartışmalarında yaşanan şiddeti de normalleştirir. İşte hem Anayasa Komisyonu’nda hem de Parlamento’da yaşanan gerilim, bu siyasetsizliğin kanıtıdır. Oysa Türkiye’nin demokrasiyi radikalleştirme ve sessiz kesimlerin taleplerini doğrudan Meclise taşıyacak olan yeni bir sisteme ihtiyacı bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu, selefi İsmet İnönü gibi, sistem değişikliği tartışmasını rejim kavgasına dönüştürmeye çalışmaktadır. Demokrat Parti döneminde İnönü, halkı ve orduyu Demokrat Parti aleyhine kışkırtarak 27 Mayıs darbesine zemin hazırlamıştı. Hatta iktidarın her uygulamasını rejim kavgasına dönüştürmüş, gerektiğinde “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez” diyerek idam sehpalarını, gerektiğinde de “Sizi ben bile kurtaramam” diyerek darbeyi hatırlatmıştı. Kılıçdaroğlu da İnönü ile aynı taktiği uygulamaktadır. Kılıçdaroğlu’nun parlamenter sistemden partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi rejim değişikliği gibi göstermesi ve “Kuvayı Milliye mücadelesi vereceğiz” demesi, hem CHP’nin tarihsel/genetik kodlarına dönüşünün işaretleri hem de Kılıçdaroğlu’nun tükenen siyasi geleceğinin ifşasıdır. Ortaya çıkan tablo, A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür’ün kehanetlerini doğrular niteliktedir: “2019 seçimlerine bugünkü muhalefet parti başkanlarının hiç biri katılmayacak”tır.

Çünkü o makamlarda kalmaları artık mümkün değildir. Eğer Kılıçdaroğlu geleceğin Türkiye’sinde varolmak istiyorsa öncelikle klasik CHP ezberlerini tekrar etmekten vazgeçmelidir. Kan dökmeye teşvik etmek, darbe mekaniğini işletmeye çalışmak veya siyaseti tıkamak; ne CHP’ye oy kazandırır, ne de Kılıçdaroğlu’nun geleceğini garanti altına alır. Kılıçdaroğlu, müzakere ve getirdiği teklifler ile siyasetin önünü açmalı; ezber bozmalıdır. Ne HDP’nin kimlik politikası merkezli siyasetinin, ne de CHP’nin rejim kavgası tartışmalarının bu ülkeye bir faydası vardır. CHP ve HDP’nin yeni bir vizyon ile siyaset üretmekten ve yeni bir şarkı söylemekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

[email protected]