Darbeci zihniyetin ‘kutsal baba’ mitosu

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
21.07.2018

12 Eylül darbesi ardından okyanus ötesinden “Bizim çocuklar başardı” diyen bir ses gelmişti. Bu paternalist sese darbecilerden hiçbir itiraz gelmemesi bir yana tavırları, babanın hoşnutluğuna nail olmanın kutsanmışlık coşkusuydu adeta. Bu tablo, Türkiye’de gerçekleşen darbe ve darbe girişimlerinin tamamında öne çıkan bir görüntüydü.


Darbeci zihniyetin ‘kutsal baba’ mitosu

Vatan kavramı, bir toplumun millet olma değerlerini üzerinde gerçekleştirdiği ve bu değerlerle orada yerleşip tasarruf hakkını elinde tuttuğu yeri, milletin evini ifade eder. Milleti millet yapan değerlerle vatanı vatan yapan değerler aynıdır. Bu açıdan milli iradeyi hedef alan tüm eylemler o milletin evi olan vatanına yönelik işgal girişimleridir. Vatan milletin evi olduğuna göre bu eve ilişkin tüm işlemler ile komşularımızla kuracağımız ilişkilerde tasarruf yetkisi egemen olan millete aittir. Zaten onun egemenliği de bunu ifade eder. Bu anlamda evimize ilişkin milli iradenin tasarruf yetkisini sınırlandırmaya kalkışan tüm girişimler hangi görünüm altında gerçekleşirse gerçekleşsin darbe girişimleridir. 

Milli irade nedir?

Kavramlar ve tanımlar iradeyi şekillendirip o doğrultuda aktive eder. Bu açıdan ele aldığımız milli irade kavramının neyi ifade ettiği önemlidir. Eğer milli iradeyi, milleti oluşturan unsurların yüzde yüz mutabakatı olarak tanımlarsak bu hiçbir konuda barış ve güvenlik ortamının tesis edilemeyeceği kaos ortamını inşa eden bir algı oluşturacaktır. Her konuda yüzde yüz mutabakata dayalı bir millet örneği görülmemiştir. Millet, her konuda mutabakata değil, vatan, millet ve adaletin tesisi için ölçü olan hak anlayışı kavramlarını tartışma konusu yapmayı aşmış, bunun dışındaki tüm karar alma süreçlerinde tartışıp bir sonuca varabilen ve yoluna devam edebilen bir iradedir. Elbette böyle dinamik bir iradenin, bulunduğu coğrafya üzerindeki egemenliği, uluslararası düzeyde de büyük önem taşıyacaktır. Çünkü ülkelerin var oluşları kendi iç dinamikleri kadar diğer ülkelerle olan ilişkileri ile de şekillenir. Bu yüzden her devlet, milli irade ile, iç ve dış tehditleri kontrol edebildiği kadar varlığını sürdürebilir.

Özgürlük beyanı

Uluslararası ortam, örtülü veya açık egemenlik savaşları üzerinden yürüyor. Bugün ticaretin bile uluslararası düzlemde “ticaret savaşları” olarak kavramsallaşması bunu yeterince ifade ediyor. Çünkü bir milletin egemenliği, onun hiç kimseye hesap vermeden kendi vatanı üzerinde tasarrufta bulunduğunu ifade eder. Kendi vatanı üzerinde egemen olan bir milletin devleti, elbette uluslararası ortamı şekillendiren güçlü bir irade olarak ortaya çıkacaktır. Bu nedenle küresel ölçekte egemenlik iddiası taşıyan devletler, işgal edecekleri milletlerin iradelerini ortadan kaldırmadan bunu başaramazlar. İşgalci irade öncelikle işgal edeceği ülkenin içinden, işbirliği yapacağı partner arar. Bu partner bulunduğunda ise onları milli iradeyi etkisizleştirecek bir donanımla destekleyerek sistemin kontrolünü ele geçirmeyi hedefler. İşbirlikçi bu partnerlerin amacı işgalcilere direnecek ve geçit vermeyecek milli irade ve duruşu yıpratmak ve ortadan kaldırmaktır. Milli iradeden hoşnut olmayan söylem ve duruşlar, ya doğrudan, ya da farkına varmasa bile bu partnerlerin izlerini taşır. Her şeye rağmen milli iradeyi, efendilerinin istediği düzeyde bertaraf edemeyen bu işbirlikçilere verilen son talimat silahlı darbe yapmak oluyor. Üstelik bu, milletin kendi güvenliğini sağlamak için kendi emeği ile aldığı silahlar ile milletle alay edercesine oluyor.

Millet olma hali bir toplumun özgürlük beyanıdır ve özgürlüğün korunması millet halinin korunması koşulu ile gerçekleşir...

Özgürlük, eylediğinin sorumluluğunu taşıyan özne olmaktır. İçinde bulunduğu milletin değerlerinden ayrışmak ve milli iradeye savaş açmak, ancak başka bir öznenin kontrolüne geçerek, onunla işbirliği yapan bir nesne olmakla gerçekleşir. Darbeci taşeronları, çocukları olarak ifade eden işgalci irade bize, Türkiye’deki darbeci işbirlikçilerin ilginç tipolojilerini gösteriyor. Bunların birtakım farklı fenomenleri olsa da aynı iradenin emrine amade olmaları gibi ortak özellikleri var. Farklılıklarında ise öne çıkan, milletin değerlerini suiistimal ederek, 15 Temmuz işbirlikçilerinin teolojik, diğerlerinin ise ideolojik motivasyonla hareket etmeleri. Aslında farklı gibi görünen bu iki yapı bile, ideoloji ve teolojilerin tanrısallık iddiası taşıyan Makyavelist akılla üretildiklerini ve benzer iddialar taşıdıklarını gösteriyor. Burada hemen İslam dininin tanrıyı nesneleştirerek üreten teolojik dinlerle hiçbir alakası olmadığını hatta onların tamamını karşısına aldığını hatırlatmalıyım. İnsanlığa karşı işlenen en ağır suçlardan olduğu konusunda hiçbir şüphe olmayan, darbelere yeltenen bu zihniyeti motive eden nedir? 12 Eylül darbesi ardından okyanus ötesinden “Bizim çocuklar başardı” diyen bir ses gelmişti. Bu paternalist sese darbecilerden hiçbir itiraz gelmemesi bir yana tavırları, babanın hoşnutluğuna nail olmanın kutsanmışlık coşkusuydu adeta. Bu tablo Türkiye’de gerçekleşen darbe ve darbe girişimlerinin tamamında öne çıkan bir görüntü.

Evlere ateşler salan Zeus’un oğlu

Tüm Antik Yunan-Roma mitolojik mirası ve Yahudi teolojisini, İncil’le  yoğurup ortaya çıkan Hıristiyan teolojisi, Kutsal Baba’ya imanı esas alan bir kaide üzerinde duruyor. Tanrıya baba diyerek kendisinin de onun çocuğu olacağını zannetmek, yaptığı her türlü hadsizliğin babası tarafından nasıl olsa affedileceği cüretkarlığıyla, babaya iman etmeyenlere zulmü sevap işlemek coşkusu ile gerçekleştirebiliyor.

12 Eylül’de darbecileri çocukları olarak işaret eden ve son darbe girişimi elebaşının da kendisini sık sık Herkül olarak ifade etmesi, ortada darbecileri motive eden Kutsal bir Baba figürü olduğunu çağrıştırıyor. Özellikle Herkül mitosu, babası Antik Yunan’da Tanrıların Kralı Zeus, annesi insan olan bir yarı tanrı. Herkül’ün hayat hikayesi insanları, kudretinden sual olunmaz, babası Zeus’un üzerlerine ateşler salan yıldırımlarından korumak. Kudüs’te Meryem oğlu İsa, babasız olarak dünyaya gelen bir peygamberken, algıları Antik Yunan mitolojisi ile şekillenmiş Batı’da, babası Tanrı, annesi insan, Tanrı’nın oğlu bir yarı tanı olarak, yeni bir teolojik kimliğe dönüştürülüyor. Ona yüklenen misyon da aynı; dünyada ve ahirette tanrının gazabından emin olup, kurtuluşa ermek ona iman etmekle mümkün. Ona iman etmekle kurtuluşun garanti edildiği, böylece amaca ulaşmak için her yolun mubah olduğu sterilize bir inanç. İslam’ın kurtuluş için öngördüğü “İman etmek ve salih amel işlemek” gibi bir zorluğu da yok. İman et kurtul. Adeta tanrıya ve oğluna iman etmek kurtuluş için yeterli algılanıyor. Kendisini Herkül olarak takdim eden ve hakkında Mesih yorumları yapılmasından hoşnut olan FETÖ elebaşının ve diğer darbecilerin bu kimlikleri sahiplenmesi neyi ifade ediyor? Huntington’un, kudretinin zirvesinde olarak, adeta tanrı gibi tanımladığı Batı’nın gazabından, kendilerine itaat ederek emin olabileceğimizi vaazeden bu tanrının kurtarıcılık oynayan çocukları, kendilerini Herkül olarak ifade etmekten çekinmiyor. Çünkü Herkül, elinde yıldırımlar tutan ve dilediğinde evlere ateşler salan Tanrı Zeus’un oğlu. Bugün de Herkül’ün yanında olmak, kendisini kudretinden sual olunamayan bir Tanrı olarak tarif eden Emperyalist Batı’nın gazabından emin olma inancını simgeliyor.    

Darbe virüsünün antikoru millettir

İslami görünüm altında İslam ile hiç bağdaşmayan teolojik bir yapı olarak ortaya çıkan ve cari Hıristiyan dünyanın sahip çıkıp arkasında durduğu ve dünyanın yüzlerce ülkesinde yuvalanmasının önünü açtığı bu zihniyetin amacı nedir? Amaç, zaten eklektik bir din olan Hıristiyan teolojisinin Tevrat’ın Eski Ahit, İncil’in Yeni Ahit olarak ikili yapısına, teolojik olarak ürettikleri ılımlı İslam’ın eklemlenip dinler arası diyalog adı altında teslisi gerçekleştirmek, olabilir mi? Yoksa ürettiği teolojisi ile kendinden başkasını insan bile görmeyen emperyalist algı, tıkanmışlığını bu yolla aşmayı mı deniyor? FETÖ’nün Allah’ın koruması altında olan Kur’an-ı Kerim’in değiştirilemeyeceği gerçeği karşısında, tıpkı Hıristiyan rahipleri gibi tayin ettiği okuyucular ve yorumlayıcılar eli ile İslam algısını deforme edip, ılımlı İslam algısı üretme çabasını anlamak zorundayız. Aynı amaçla ile üretilen radikal İslam algısı da toplumu ılımlı İslam’a iteleme aracıdır. İslam’ı ‘ılımlı veya radikal’ olarak bir sıfat tamlaması ile ifade etmek, bu dinin sahibi Allah’ın, İslam’ı eksik bıraktığını, bu yüzden kendilerinin bu eksikliği tamamlayıp, dinin kendilerine ait olduğunu söylemektir. Böyle bir söylem ise İslam ile değil, eklektik teolojik bir din olan Hıristiyanlıkla örtüşmektedir.            

Bugün Türkiye’nin yeni bir sisteme geçmiş olması, bu zihniyetin sistemden tamamen temizlenebilmesi için önemli imkanlar barındırıyor. Bu anlamda milli irade ile dinamik kılınan hükümetlerin, milli iradeyi tüm sistemin temel mekanizması haline getirebilmesi, darbeci zihniyete yuvalanabileceği alan bırakmayacaktır. Darbeci virüslerin tek antikoru milli iradedir. Sistem içinde milli iradenin etkin olamadığı alanların, darbecilere yuvalanma imkanı vereceği dikkatlerden kaçmamalıdır.

Vatan milletin evi olan mekandır. Bunun korunması, bu mekanın imkanları milli iradenin elinde olduğu sürece mümkündür.  

[email protected]