Darbelerle mücadele ve siyasal sistemin tasarımı

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı
25.02.2017

Doğrudan halk tarafından seçilen bir kişinin yürütme gücünü belirli bir süre kesintisiz kullanmasına imkân veren Cumhurbaşkanlığı Sistemi, zayıf koalisyon hükümetleri ve onların doğurması muhtemel siyasi krizleri ortadan kaldıracak ve çift başlılığı sonlandırarak yönetimde konsolidasyonu gerçekleştirecektir. Bu darbecilerin tercih etmeyeceği güçlü bir siyasi yapının kurumsallaşması demektir.


Darbelerle mücadele ve siyasal sistemin tasarımı

“Böyle bir kritik dönemde, böyle bir kritik ortamda hükümet düşmüş, öyle bir durumda müdahale edelim istedik. Anlatabildim mi?...Yani [Demirel] istifa ederse, yeniden bir kriz doğacak, müdahalemiz daha kolay olacak. Ben onu düşündüm”.

Bunlar 1980 Darbesi’nin baş aktörlerinden Kenan Evren’e ait ifadelerdir. Mehmet Ali Birand’ın 12 Eylül belgeselinde, 1980 Darbesi’nin gününün kararlaştırılmasını anlatırken doğrudan kendisi tarafından dile getirilmiştir. Kenan Evren, darbenin zamanlaması açısından bir kriz anını gözlediklerini ve dönemin Dışişleri Bakanı Erkmen hakkında verilen gensorunun hükümetin düşmesi ile sonuçlanacağını umduklarını, böylece bekledikleri kriz anının doğacağını hesap ettiklerini bu ifadelerle belirtmiştir. Böylece, aslında darbeci zihniyetin Türkiye’de nasıl bir siyasal yapı ve atmosferi tercih ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. 

Bilindiği üzere, 1980 Darbesi Türkiye’de TSK’nın demokrasiyi sekteye uğrattığı tek müdahale değildir. Yapanların rütbeleri, yapılan işin ismi (cunta, darbe, postmodern darbe, e-muhtıra gibi) ve yöntemleri farklılaşsa da, TSK sivil siyasete çok kez müdahalede bulunmuş ve Türkiye’de bir darbeler tarihi oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu müdahalelerin bazısında yönetime el koymuş, bazısında hükümetleri istifaya zorlamıştır. Dahası, Türkiye’de birçok askeri müdahalenin ardından ya yeni bir anayasa veya anayasa değişikliği yapılmış ve sivil siyasetin alanı daraltılarak, vesayetçi zihniyetin kurumsallaşmasının temelleri atılmıştır. Türkiye’de sivil siyasete yönelik askeri müdahalelerin en yakın örnekleri, iki gün sonra yıl dönümü gelen 28 Şubat Postmodern Darbesi, 27 Nisan E-Muhtırası ve TSK’ya sızmış bir terör örgütünün gerçekleştirdiği 15 Temmuz FETÖ darbe girişimidir.

28 Şubat süreci ve etkileri

Türkiye’nin demokrasi tarihine bir kara leke olarak geçen ve “bin yıl süreceği iddia edilen” 28 Şubat Postmodern Darbesi, binlerce insanı mağdur etmiş ve ülkenin ekonomisini çok derinden etkilemiştir. 28 Şubat, irtica ile mücadele iddiasıyla ordunun, yargının, medyanın, üniversitelerin, meslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. 28 Şubat’a giden süreç, dönemin Başbakanı Erbakan’ın İran ve ardından Mısır, Libya ve Nijerya ziyaretlerinin yoğun bir şekilde eleştirilmesiyle başlamıştır. Postmodern darbeye giden yolda, Barolar Birliği adli yıl açılışında sözde şeriat ve laiklik kaygılarını gündeme taşımıştır. TÜSİAD ekonomide kötü gidiş bahanesiyle erken seçim çığırtkanlığı yapmıştır. Düzmece olduğu sonradan anlaşılan sahte şeyhler ve kurgusal ilişkiler aracılığıyla mütedeyyin toplumsal kesim baskı altına alınmıştır. Medya irtica haberleri ile manşetleri süslemiştir. Bugün bağımsızlığı tartışma konusu yapılan yargı üyeleri, 28 Şubat sürecinde yaldızlı cübbelerini postallara ezdirme pahasına koşa koşa giderek askerden brifing almış ve ayakta alkış tutmuştur. Dönemin rektörleri YÖK Başkanı tarafından okunan bir deklarasyon yayınlamıştır. Bu aktörler, askerin müdahalesine zemin oluşturmak için dört bir koldan çaba sarf etmiş ve görevlerini başarıyla(!) yerine getirmişlerdir. Toplum irtica tehdidi ile korkutulmuştur. Bu aktörlerin rollerini destekleyici mahiyette siyasiler kaos açıklamaları yapmış ve milletvekillerinin parti değiştirmeleri gündeme gelmiştir. Başbakanlıkta şeyhlere ve kanaat önderlerine verilen iftar yemeği ve Sincan’daki Kudüs Gecesi’nden sonra, 4 Şubat günü Sincan’da tanklar Ankara sokaklarında görünmüştür. Ve 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu toplanmış, Erbakan’a kararları imzalaması için baskı yapılmıştır. Söz konusu baskılar nihai olarak Erbakan’ın istifası ve Refah-Yol hükümetinin düşürülmesi ile sonuçlanmıştır.

28 Şubat sürecinde, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın açtığı dava neticesinde, 1995 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan Refah Partisi kapatılmış; oluşturulan Batı Çalışma Grubu vasıtasıyla irticacı olduğu gerekçesiyle binlerce kamu personeli fişlenmiş ve kurumlarından uzaklaştırılmış; meslek liselerinin ortaokul kısımları kapatılmış; başörtüsü yasaklanmış; katsayı uygulaması ile binlerce insanın eğitim hakkı elinden alınmış; üniversitelerde ikna odaları kurulmuş ve başörtülü öğrenciler güvenlik görevlileriyle saklambaç ve köşe kapmaca oynayarak dersleri takip etmek durumunda kalmıştır. Hatta, 2000’li yılların ortasına gelindiğinde bile devlette en üst makamlara gelmiş bir kişi, bu memleketin başörtülü insanlarına “eğitim almak istiyorlarsa başka ülkelere gitsinler” deme pervasızlığını göstermiştir.

 

TSK, 28 Şubat’tan yaklaşık 10 yıl sonra, 27 Nisan 2007 tarihinde elektronik ortamda bir basın açıklaması yayınlayarak sivil siyasete tekrar ayar vermeye girişmiştir. Ancak, e-muhtıraya askeri vesayette bir kırılma yaratacak şekilde dönemin hükümeti tarafından sert bir şekilde yanıt verilmiştir. Yine yaklaşık 10 yıl sonra, 15 Temmuz 2016’da FETÖ vatanı ve milleti hedef alan hain bir darbe girişimine kalkışmıştır. 15 Temmuz gecesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast girişiminde bulunulmuştur. Genel Kurmay Başkanı, Jandarma Genel Komutanı ve Kara Kuvvetleri ile Hava Kuvvetleri komutanları rehin alınmıştır. Boğaziçi Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü araç trafiğine kapatılmış, F-16 savaş uçakları ile Ankara’da TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi bombalanmış, Millî İstihbarat Teşkilatı binasına havadan ateş açılmıştır. TRT’de darbe bildirisi okunmuştur. Bu gecede 248 vatandaşımız şehit ve binlerce vatandaşımız gazi olmuştur.

FETÖ, 1970’lerden itibaren devletin tüm kurumlarına sızmaya başlamış bir terör örgütüdür. FETÖ’nün büyümesi son 10 yılda bir ivme kazanmış olmasına rağmen, aslında FETÖ her dönem başka bir siyasal partiye yaslanarak ve özellikle 1990’lardan itibaren zayıf koalisyon hükümetlerini kendi amaçları doğrultusunda araçsallaştırarak kamu kurumlarına sızmayı başarmıştır. Böylece, devleti bürokrasi üzerinden kontrol etmek istemiştir. Türkiye’deki vesayetçi parlamentarizmin ürettiği siyasi krizlerde kendine hareket alanı oluşturarak varlığını korumaya ve güçlenmeye çalışmıştır. Bunun en iyi örneği, 28 Şubat sürecinde FETÖ’nün konumlandığı yerdir. Bu süreçte, Fetullah Gülen Refah-Yol Hükümetine “beceremediniz bırakın” şeklinde seslenmiş veya “askerler daha demokrat” demecini vermiştir. Bu dönemde zarar görmeyen tek yapılanma olarak belirmiştir.

Siyasi yapının kurumsallaşması

Esasında, yazının başında yer alan ve doğrudan Kenan Evren’e ait olan ifadeler ile Türkiye’nin son 20 yıllık süreçte tecrübe ettiği askeri müdahaleler, darbelerin nasıl bir siyasi yapı ve atmosferde daha güçlü bir şekilde filizleneceğini ortaya koymaktadır. Veya tersinden okumayla, bu tecrübeler darbelerle mücadelenin nasıl bir siyasal sistemi gerektirdiğinin ipuçlarını vermektedir. Çok açıktır ki, demokrasiyi askıya alan askeri müdahaleler siyasal kriz ortamlarını, zayıf koalisyon hükümetlerini ve siyaseten puslu havaları gözetmektedir. Parlamenter sistem çerçevesinde yaşanılan siyasi krizler veya ortaya çıkan zayıf koalisyon hükümetleri, askerin sivil siyasete müdahalede bulunması için uygun bir zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin darbeler tarihi ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’de siyasal sistem değişikliği tartışmalarını kaçınılmaz olarak tetiklemektedir.

28 Şubat ve 15 Temmuz gibi girişimler, Türkiye’de siyasal sistemde değişiklik ihtiyacının iki temel nedenini ortaya koymaktadır. Birincisi, Türkiye’de darbelerle mücadelenin güçlü ve istikrarlı bir siyasal yapıyı zorunlu kılmasıdır. Doğrudan halk tarafından seçilen bir kişinin yürütme gücünü belirli bir süre kesintisiz kullanmasına imkân veren Cumhurbaşkanlığı sistemi, zayıf koalisyon hükümetleri ve onların doğurması muhtemel siyasi krizleri ortadan kaldıracak ve çift başlılığı sonlandırarak yönetimde konsolidasyonu gerçekleştirecektir. Bu darbecilerin tercih etmeyeceği güçlü bir siyasi yapının kurumsallaşması demektir. Aslında, gerek 27 Nisan E-Muhtırası gerekse 15 Temmuz darbe girişimi, güçlü bir siyasi iradenin askeri müdahalelerin önlenmesindeki önemini ortaya koymuştur. Güçlü bir sivil siyaset olduğu için e-muhtıraya ertesi gün net bir yanıt verilebilmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi liderliği ve milletin kahramanca desteği ile püskürtülmüştür. 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesindeki en önemli faktörlerden biri, Erdoğan’ın meydanlara, köprülere, havalimanlarına inme çağrısının millet nezdinde karşılık bulmasıdır. Ancak, bütün bu süreçlerde sistem güçlü bir siyasal lidere dayalı olarak işleyebilmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü ve karizmatik liderliği Türkiye’de birçok alanda yaşanan dönüşüm için çok önemli olmakla birlikte, Türkiye’de devletin bekası ve demokrasinin geleceği 30-40 yılda bir ortaya çıkacak karizmatik liderlerin garantörlüğüne emanet edilemez. Erdoğan sonrasında belki de uzunca bir süre bu derece güçlü ve karizmatik bir lider bu ülkede çıkmayabilir. O zaman ister istemez şu insanın aklına gelmektedir: Ülkenin bekasını ve demokrasisini riske sokacak gelecekteki olası bir tehdit durumunda, milletin tankların önünde kıyam durmasını sağlayacak güçlü bir siyasi lider konjonktürel olarak o an devletin başında bulunmazsa! Bu nedenle, Türkiye’de darbelerle mücadelenin daha sağlam gitmesi için lider bağımlı siyasal istikrar anlayışından kurumsallaşmış bir güçlü ve istikrarlı siyasal yapıya geçiş sağlanmalıdır.

Darbelerin veya darbe girişimlerinin Türkiye’de sistem değişikliği ihtiyacını bir kez daha ortaya koymasının ikinci nedeni, darbe sonrasında devletin yeniden yapılandırılması zorunluluğudur. 15 Temmuz darbe girişimi bu zorunluluğu net bir şekilde hatırlatan son hamledir. 15 Temmuz’un hemen ardından askeri ve güvenlik bürokrasisinde bazı yeniden yapılanma çalışmaları yapılmıştır. Ancak, 15 Temmuz darbe girişimi, FETÖ’nün sadece orduya değil, devletin tüm kurumlarına sızmış olduğunu açık bir şekilde göstermiştir. FETÖ’nün 40 yılı aşkın bir süredir bürokrasiye hâkim olma gayreti, bürokratik vesayet ve bilgi ve belgelerin manipüle edilmesi aracılığıyla iktidarı halkın iradesine dayanmayan yollarla elde etme anlayışının bir yansıması olarak okunabilir. Bu bağlamda, Türkiye’de devletin yeniden yapılandırılması sürecinde bürokratik oligarşinin sonlandırılması ve “imamlar bürokrasisi”(!) (bir kamu görevlisinin kurum dışındaki informel bir hiyerarşik yapıda ilerleme isteği ve o yapıdaki üstten emir alması) yerine liyakat bürokrasisinin inşa edilmesi gerekmektedir. Siyasal sistem değişikliği bu yeniden yapılanmanın üst başlığını ve çerçevesini oluşturmaktadır.

Elbette, siyasal sistem değişikliği Türkiye’de bir anda yeni darbe tehlikelerini ortadan kaldıracak sihirli bir değnek değildir. Türkiye’de darbelerin siyasal kültür boyutu vardır. Türkiye’de askeri müdahalelerin sonlandırılması asker başta olmak üzere birçok aktörde bir zihniyet değişimini ve hâkim siyasal kültürel kodlarda bir dönüşümü gerektirmektedir. Ancak, siyasal sistem değişikliği beraberinde getireceği güçlü ve istikrarlı siyasal yapı ile en azından darbecilerin kolladığı siyasal atmosfere imkân vermeyerek, darbe geleneğinin pratiğe geçirilmesini zorlaştırabilir. Böylece, Türkiye’deki darbe geleneğinde yaşanacak bir kırılmaya katkı sağlayabilir. Bu anlamda, Türkiye’de darbelerle mücadelede Kenan Evren’in ifadelerinin işaret ettiği siyasal atmosferin yaratılmaması için siyasal sistemin tasarımı üzerine iyi düşünmek gerekmektedir.

[email protected]

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı / Uludağ Üniversitesi Öğr. Üyesi