Devlet mekanizması yeniden kurulurken

Ercan Yıldırım / Yazar
14.07.2018

24 Haziran sistemiyle katı ulusçu tavır yerine ülke sınırlarını ‘ümmetin sınırları’na genişleten, 90’ların yöntemlerini reddetmesine karşın devlet gücünü göstermede ‘kararlı erk’ten imtina etmeyen, etnik yapıları birer siyasi birim görmesine rağmen varlığını ülke bütünlüğünün üstüne çıkarmaya çalışanlara göz açtırmayan bir yeni ‘kurucu irade’ ortaya çıktı.


Devlet mekanizması yeniden kurulurken

Devlet bir koalisyon olduğu kadar, belli başlı bazı dinamiklerin, sınıfların, güç merkezlerinin aynı mekanizma içinde hareket ettiği organizmadır.

Mekanizmaya dayalı organizma, hiyerarşik “devlet çarkı” bazı hallerde teklese de kırılmaz, kırıldığında yeni çark yapmak gerekir.

Gezi olaylarıyla ayyuka çıkan İstanbul büyük burjuvazisinin Erdoğan karşıtlığının söndüğü, güvenlik bürokrasisiyle birlikte yeni sistem etrafında milli iradeyle bütünleştiği bugün daha net biçimde gözleniyor. Yeni sistem sadece Türkiye’nin “idari mekanizması”nı hızlandıracak bir hiyerarşi oluşturmadı, devlet aygıtını idare eden kolları, sınıfları, küresel burjuvanın distribütörü iş çevrelerini etrafında toparladığı gibi Başkan Erdoğan’ı vazgeçilmez lider olarak da kabul etti. Bunu belki de en net medya patronluğunun dönüşümünden izlemek mümkün. Medyanın işini yapıp yapamamasından öte medya sermayesi İstanbul büyük burjuvasıyla, küresel sermayenin siyasal kanaatlerini öğrenmekte en etkili gösterge.

Türkiye’nin nomosu, Amerikan demokrasisinin ve elbette devlet aygıtının oturduğu temele benzese bile ondan daha eskidir. Yeni sistemin Amerikan siyasi yapısına benzer iki partili yapıya doğru yolculuğu esasında sınıfların, burjuvanın, güvenlik bürokrasisinin, sivil inisiyatiflerin güç kavgasının sona ermesi belki de doğrusu “nefesinin kesilmesi”yle ilgili. Erdoğan’ın birleştirici vasıflarının, liderlik özellikleriyle örtüşmesi, özellikle bu son dönemdeki tasfiye diyalektiğini iyi oturtması, güçlü devlet formülünün uygulanmasını sağladı.

Başkan Erdoğan Gezi öncesi siyasi anlayışını büyük oranda kadim, kerim devlet moduna yaklaştırırken devletin kılcallarına sahip olan elit-bürokrasi de Başkan Erdoğan’a 13 seçim kazandıran siyasi hassasiyetleri ve söylemi sahiplenmeye başladı.

Yeni Türkiye, yeni sistem güç merkezlerinin diyalog kurmayan katılığının sonlandırılmasıyla inşa ediliyor. Bu manada klasik hiyerarşinin yeniden çatılması belki yeni sistemin doktrinini netleştirebilir.

Şekil mi içerik mi?

Osmanlı devlet geleneği seyfiye, kalemiye, ilmiye sınıflarıyla imparatorluk vasfı kazanmıştı; kamunun organize edilmesinde belki Fatih Kanunnamesi’ne göz atmanın faydası olur. Kapitalist dünya sisteminde devlet erkinin içine burjuva da dahil oldu; bilinenin aksine aydından, ordudan çok İstanbul büyük burjuvası vesayet kanallarını açtı.

Yeni sistemin nomosunu kurarken klasik bürokrasi örgütlenmesini Fatih sonrası duruma göre şekillendirme yoluna gidilebilir. Öyle ya kurucu Osman-Murat Beylerin İslam-Türk-ehli sünnet-gaza nomosunu, çağın getirdiği “aparatları” da ekleyerek okumak, kurmak mecburiyeti hasıl oldu.

Türkiye’nin sistemi değişti. Ruhu, doktrini, nomosu belirip hayata geçti mi, bu şimdilik muamma.

Yeni mekanizmanın işlerlik kazanması “içerikle” çok ilintili. Bu sistemi eski parti liderlerinin de talep ettiği şeklindeki meşruiyet kanalı millet nezdinde karşılıksız; 24 Haziran’da kabul gören sistemin içeriği, Başkan Erdoğan’ın 15 yıllık siyasi söylemlerinden mezcedilmiş üst kimliğe oturmak zorunda. Bu siyasi duruş, millet bağındaki dikotomik kutupları korusa da “ayrıştırıcı-dışlayıcı” tarzı hiçbir zaman tercih etmedi.24 Haziran sistemi haliyle güç merkezlerinin koalisyonu kadar tezlerinin karşılıklı kabulüyle de ilgili; katı ulusçu, içe kapanmacı tavır yerine 4 milyona yakın Suriyeliye tahammül eden, Türkiye’nin sınırlarını “ümmetin sınırları”na genişleten, 90’ların yöntemlerini kat’a reddetmesine karşın devlet gücünü gösterme açısından “kararlı erk”ten imtina etmeyen, etnik yapıları birer siyasi birim görmeye rağmen varlığını Türk-ülke bütünlüğünün üstüne çıkarmaya çalışanlara göz açtırmayan bir yeni “kurucu irade” ortaya çıktı.

Bu iradenin oluşturduğu mekanizmanın başarısı doğrudan doğruya “içeriği”yle ilgili, pervasız güç kirlenmesi, AK Parti’yi doğuran siyasi şartlar ve bürokrasinin egemen baskıcılığı sisteme en baştan zarar verir. Devletin yeniden organizasyonu popülist söylemlerin ötesinde millet menfaatlerini kuşatacak derinlikte ve katılıkta olmalı… Yani devlet, hiçbir sınıfın, hiçbir kesimin, grubun emrine yeniden girmemeli.

Halk ile devlet arasındaki çeperler yeniden hortlamadan, Başkan Erdoğan ve kabinesiyle millet bağına aracılar dadanmadan güçlü devlet hiyerarşisi kurulmalı. Örnek mi? Çok fazla… Tefecilerin, faizcilerin, piyasa simsarlarının, taksicilerin, stokçuların, spekülasyoncuların, mafyanın, hukukun ve devletin munis yüzünü kullanarak halkı ezmesine kadim devlet geleneğimiz izin vermez.

Devlet nezaketi, bürokratik ve siyasi nezaketle birleşmeli kaba ve hoyrat dil uç vermemeli. Uzun zaman iktidardan uzak kalanların koalisyon içindeki özgürlüğün verdiği sekr halinin kamuya yansımayacağı daha “rasyonel” bir bürokrasinin gelişeceği şimdiden anlaşılıyor.

Güçlü devlet arayışı

Dünya ekonomisinin ve siyasetinin nabzının attığı orta kuşak ülkeler, siyasal yapılarını değiştiriyor; Amerika’dan Çin’e kadar güçlü lider ve güçlü devlet organizasyonlarına geçiyorlar. Türkiye’nin sistem değişikliğiyle enerji-ticaret yollarının akışkanlığı arasında paralellik var.

Muhalefet, Türk milletinin, demokrasi adına her etnik-dini-iktisadi sınıfın ve grubun kendi başına hareket ettiği bir düzeni değil tam tersine güçlü lidere, güçlü devlete dayalı bir sistemi aradığını kavrayamadı.

Türkiye’nin kuruluşu Malazgirt’e dayanır, bu kurucu tarihi inşa eden ruh-nomos farklı grupların millet haline gelmesini sağlayacak talepleri karşılamaya dayalıdır. Artık vukufa ermiş bir vatan, felsefesini oluşturan İslam, küfrü kapıdan içeri almayan ve muhannete muhtaç etmeyen bir devlet… Türkiye’nin nomosu Cumhuriyet ile kesintiye uğradı yeni sistemle yeniden güncellenecek gibi görünüyor. Bu da elbette ciddi dönüşümler gerektiriyor.

Millet dünya sisteminin gidişatından haberdar, reyini ve iradesini bu farkındalıkla kullanabilmekte. Fakat dünya sisteminin yeni otoriterlikler inşa ettiğinde büyük çatışmaların kapısını araladığını da belirtmek gerek.

Sadece Putin-Trump otoriterlikleri değil Çin’in liderliği ömür boyuna yayması, İtalya ve Orta Avrupa ülkelerine kadar aşırı içe kapanmacılık eninde sonunda küresel sermayeyi yenemeyecekleri ama kendi aralarında hesaplaşacakları boyuta gelecek.

Türkiye bu sürece kendini hazırlarken aynı zamanda dünya sisteminin hışmına uğrayabilir. Devlet mekanizmasının “otoriter devlet” sınıfına girmemek için klasik nomosa daha sağlam sarılacağı günler önümüzde.

Küresel çeteye bakınca kendini toparlamaya çalışan bir devlete şahitlik ederken İslam ülkelerine nazar ettiğimizde “devlet hiyerarşisi”ni kaybetmediğimize şükrediyoruz. Libya, Suriye, Irak, Afganistan tecrübeleri yeni sistemin yol izlerini verecek elbette. İlk elden yeni sistemde Türkiye’nin bir yönü olsa bile “resmi ideoloji”sinin kurulmayacağını anlayabiliriz. Bu safhada milli ve yerli kavramlarının eşlik ettiği zemin şimdilik zevahiri kurtarıyor. Bu manada hala kapsamı ve derinliği flu olan yerli-milli ideolojinin yeni sistem mekanizmasının oturmasıyla değiştirilmesi gündeme gelecektir.

Yeni Türkiye’nin ihtiyaçları

Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan “manifestolar” Altı Ok’un farklı versiyonları güncellenerek geleceğin dilini, doktrinini, ruhunu oluşturamaz. Milli-yerli kavramlarının İslami içeriğe çok ihtiyacı var. Erken dönem Kemalistlerin, bilhassa Türkiye dışından gelen Türkçülerin mütemadiyen vurguladıkları İslam ile Türk kimliğini ayıran, aslolanın her ne şartta olursa olsun etnik devamlılığın sağlanması olduğunu savunan görüş, yeni sistemin oturmasını, büyük Türkiye’nin kurulmasını engelleyecektir.

Yeni Türkiye’nin, sahici, felsefi, derinlikli bir söylemi barındıran doktrine; tarihi ve inanç değerlerine uygun bir hukuk sistemine; başta devlet çarkı olmak üzere kamuyu sevk ve idare edebilecek bir ahlaki donanıma; toplumla epistemolojik, metafizik, entelektüel ilişkiler kurabilen, samimi, kaliteli, Batı medeniyetinin taşıyıcısı olmayan aydın-güzide sınıfa; duru, saf, çeperlerinden arınmış bir dini düşünceye; Türkiye’yi geleceğe taşıyacak ve “bize özgü yol”u kurmasını sağlayacak iktisadi anlayışa ihtiyacı var.

24 Haziran’da kurulan yeni sistem siyasal alanı kompartımanlara ayırmaktadır. İcracı sınıfın siyaset üretmesinin, siyasete dahil olmasının önü kısmen kapatılırken siyasal alan da kendine uygun mecralar bulabilecek duruma geldi.

Artık Türkiye’de ittifaklar siyasi alanı belirleyecek noktaya geldi. İdeolojik katılıklar buharlaşırken muhafazakar kimlikler katılaşacak, kontrolü ve iktidarı elde edip kaybetmeme güdüsü, hizmette, kimlik siyasetinde, popülizmde yüksek irtifalar getirecek.

Nitekim Muharrem İnce’nin yer yer lümpen popülist tavırları ve şiddete varan tutumları merkezi dili kaybetmesine neden oldu. Dolayısıyla siyasal alanın “kaybetmemeye göre” ayarlanması, beraberinde işlek devlet mekanizmasını zorlayacak.

“Devleti şirket gibi yönetme” fikri olumsuzluk için kullanılsa bile kâr marjı yüksek bir faaliyet aynı zamanda. Nitekim Başkan Erdoğan’ın açıkladığı kabinenin teknokrat-bürokrat ağırlıklı olması, sektörleri ve alanlarını sadece “teorik” açıdan değil pratikte de bilmeleri dahası siyasi angajmanlarla uğraşmayacak olmaları belki de Başkan Erdoğan’ı zirveye çıkaran “hizmet siyaseti”ne yeni boyutlar katacak. Herkesin kendi alanına, işine baktığı, yerlerini hizmet siyasetine göre odakladığı kabineye karşın genel politikalar Başkan ve parti üzerinde kalır. Bu manada siyaset icraatın üzerinde kuvvetle dururken hassaten alt yapı meselelerinde eğitim-sağlık gibi konularda daha yenilikçi kararlar da alınabilir.

Din-devlet ilişkileri

15 Temmuz darbe girişimi, “hakikatin üstündeki tülü” kaldırdı. Türkiye, Anadolu’nun İslamlaşması “din ü devlet” fikriyatı üzerine inşa edilmiştir. Anadolu’ya gelen Türklerin ellerinde İslam’dan başka tutunacakları dal, farklı boyları aynı hedefe yöneltecek İslam’dan başka amaç bulunmuyordu, hala da öyledir!

Din devlet ilişkileri sadece Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı’da da belirli bir ivmede gitti. Kerim devlet dini gruplara her daim kontrollü serbestlik sağladı. Osmanlı’da İslam her tür meşruiyetin temel kaynağıydı fakat dini yapıların, tarikatların “pervasız”lığına tahammül göstermedi.

Cumhuriyet idaresi ise tekke-zaviyeleri kapatıp, İslam’ı halkın uhdesine devrederek ciddi bir kötülüğe kapı araladı. 27 Mayıs’tan sonra güçlendirilen silsilesi olmayan tarikat ve cemaatler, sahih ve sahici olanları bitirdi.

Laiklik, kamusal alanda dini olanı bütünüyle yasaklama, bu hüdayinabit grupları palazlandırdı; Amerikan dünya sisteminin 27 Mayıs sonrasında Türkiye’deki dini yönlendirme çabalarının bundaki tesiri en az Kemalistler kadar yüksektir. FETÖ de bu geleneğin/söylemin bir parçası olarak güçlendi, sonraları artık tamamıyla küresel güçlerin himayesine girdi.

FETÖ temizlendi mi?

15 Temmuz sadece din devlet ilişkilerini değil aynı zamanda devletin yeniden yapılandırılmasını sağlayan iradeye güç verdi.

Devlet FETÖ ile açığa çıkan bir başka meselede ciddi kararlar almak zorunda; milletin lokmasına el uzatan aracıların zulmünü kaldırmak kadar İslam’ı kullanarak nüfuz sağlayan yapıların da ciddi manada ayıklanması gerekir.

Türkiye’nin büyümesi sürecinin bir tarafında elbette dini yapılar olacak. Fatih Sultan Mehmet’e İstanbul’un fethinde binlerce müridiyle destek veren bir Hacı Bayram varken toplumu İslami yaşam ve hissiyat açısından organize eden bu yapıları tümüyle yok saymak gerçekçi değil. Fakat devlet, Kemalistler şimdiye kadar sahih ve sahici olanlara sert tedbirler uyguladı, mesiyanik, bozguncu, fitneci olanları ise destekledi.

Türkiye’nin nomosunda kendi ikbalini milletin ve dinin üzerine çıkaran hiçbir derviş, tarikat, kişi, postnişin bulunmadı, bulunamaz. Anlaşılıyor ki yeni süreçte siyasal alanla birlikte dini sahada belirgin bir ayıklama olacak fakat yine öyle gözüküyor ki 27 Mayıs sonrasında palazlandırılan kontrollü dini gruplar kendilerini sıyırmayı da başaracak.

İşte yeni sistem sahih olanla sahteyi tefrik etmezse çok daha büyük meseleler devlet organizmasını içeriden kemirir. Elbette yeni sistemle Başkan Erdoğan’ın daha evvel dile getirdiği gibi dini anlayışı yenileme, güncelleme de başta Diyanet olmak üzere devletin asli yükümlülüklerinden biri.

Devlet Bizantinist bir yaklaşımla İslam’ı yenileyemez fakat ciddi, vasıflı kurumlar ve güzideler-ulemayı bir araya getirerek bunun kapısını açabilir, açmalıdır.

Bu süreçte FETÖ devletin kılcallarından temizlendi mi, büyük oranda evet. FETÖ sadece bir kadro değil bir zihniyet… Amerikan dünya sisteminin din anlayışının tezahürü. FETÖ kadroları pasifize edilse bile FETÖ’cülük, yöntemi, düşünce yapısı sonradan tezahür eden tarikat ve cemaatlerde yaşıyor. Kendini mutlak görme, mesiyanik tavırlar, dünyayı-iktidarı-gücü isteme FETÖ’den başka yapılarda güçlü biçimde yer buldu. 15 Temmuz bir yanıyla FETÖ’yü gündemimizden çıkarma vesilesi olurken öbür taraftan din anlayışımızı yenileme, devlet ile bütünleştirme imkanı da sağladı. FETÖ’yü temizlersin, devlet ve millet olarak buna gücün yeter fakat para ve kariyer için dün FETÖ’de bugün bir başka yerde olmayı başaran kariyeristlere ve karaktersizlere kimsenin gücü yetmez.

@Ercnyldrm1