Dindarlık-Müslümanlık arasındaki makas

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
21.07.2018

Kamusal Maneviyat’ adıyla yayınlanan kitabında gündelik hayatın seküler ve modern temposuna teslim olmuş bir dinselliğin dindarlıkla Müslümanlık arasındaki makası bir hayli açtığını savlayan Necdet Subaşı, artık dini hayatın göstergelerinin uhrevi düzeyden çok görünür alandaki imajlarda aranıp tanımlandığını söylüyor.


Dindarlık-Müslümanlık arasındaki makas

Türk modernleşmesi boyunca en sık tartışılan alanların başında gelir din. Kimi zaman siyasi düzeyde din ve devlet ilişkilerinin cari boyutları ile nasıl olması gerektiğine dönük laiklik tartışmalarına denk geliriz kimi zamansa gündelik hayatımızda maneviyatın nereye ve nasıl tetabuk ettiğinin sorgulandığına şahit oluruz. Bütün bu tartışmaların kamusal ya da özel alanlara ilişkin yürütülmesi de tartışmaların seyrini elbette etkiler. 28 Şubat süreci ve akabinde başlayan ve aradan geçen süreçte artık iyice kanıksadığımız bir türe evrilerek, popüler kültürün çeşitli istemleri doğrultusunda, özellikle bu istemlerin dile getirildiği ana mecralardan birini teşkil etmesi dolayısıyla çeşitli medya organlarında birtakım tartışmalar, sataşmalar, saldırılar, savunmalar sık sık yaşandı. Bu tartışmaların kısm-ı azamisinin Türk toplumunun manevi müktesebatının en temel bileşeni saymamız gerekli olan İslami inançlarımızın, dini emir ve yasakları yaşamımıza aktarma yollarımızın, dahası bu emir ve yasaklar çerçevesinde geliştirdiğimiz gündelik anlayış ve bilgeliğimizin doğruluk ya da yanlışlığına, yerinde olup olmadığına, uygun düşüp düşmediğine ilişkin gelişmesi de bu tartışmaları birçoğumuzun gereksiz ve müptezel addetmesine sebebiyet verdi. Sahiden de öyleydi.

Kamusal Maneviyat adıyla yayınlanan kitabında gündelik hayatın seküler ve modern temposuna teslim olmuş bir dinselliğin dindarlıkla Müslümanlık arasındaki makası bir hayli açtığını savlayan Necdet Subaşı, artık dini hayatın göstergelerinin uhrevi düzeyden çok görünür alandaki imajlarda aranıp tanımlandığını söylüyor. Dini bilgilerin popüler kültürün ihtiyaçları doğrultusunda yağmalanmasının maliyetini; Türkiye’nin modernleşme serüvenini, aydınlar ve ulema ayrımını diyanet ve çeşitli dini örgütler çerçevesinde seyreden dini hareketliliği arkaplan seçerek çıkarmaya uğraşıyor. Tüketim kültürünün maneviyatımıza yönelik tehditlerinin doğurduğu sorunlar kadar Avrupa’daki İslam düşmanlığına da işaret eden Subaşı bütün bu tartışmaları yeniden ele almamızı mümkün kılacak bir çerçeve belirlemeye uğraşıyor.

Dinde reform

İslamofobi ve Euro-İslam (hatta şimdilerde Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un tasavvur ettiği haliyle bir “Fransız İslamı”) gibi gerek Müslüman varlığını gerekse de Müslüman maneviyatının yaslandığı temel birtakım sabiteleri gözden düşürmeye yönelik gelişmelerin artık sadece Batılı ülkeler nezdinde gündeme gelen bir konu olmadığına vurgu yapan Subaşı, sözgelimi dinde reform arayışlarını en azından bir ‘ukde’ olarak içlerinde hep yaşatmış ve dini inançları hemen her zaman arkaik bir bakiye olarak değerlendirmiş bazı çevrelerin sürekli bulunduğu Türkiye’de bu tür yaklaşımların kendiliğinden kazandığı ima ve tedailere de dikkat çekiyor.

AK Parti’nin 2002’den bu yana kazandığı büyük siyasi başarının arkasındaki temel motivasyonu sadece tarihsel konjonktürlerden kaynaklanan sebeplere bağlamanın yersizliğine işaret eden Subaşı, bu başarının arkasındaki temel saikler arasında Müslüman kamuoyunda neredeyse bir kaç yüzyıla yayılan ağır bir dışlanmışlık ve bastırılmışlık duygusunu harekete geçirip yeni bir enerjiye dönüştürmeyi mümkün kılan maneviyatın bulunduğunu savlıyor. Buna karşın, Subaşı’nın yaptığı bazı uyarıları da mutlaka göz önünde tutmalı. Bu uyarılardan belki en önemlisi temel dini sabitelerin bile tartışma konusu edilip değiştirilebileceğinin ileri sürüldüğü bir dünyada seküler alışkanlıklar, hazzı ve tüketimi önceleyen tutkular, dünyevi ihtiraslarla sınır tanımayan tercihler ile abartılı sayılabilecek mistik hayat tarzları toplumsal dini gerçekliğimizi maneviyat temelinde handiyse tehdit etmeye başladığıdır.

İlk öztürkçe felsefe sözlüğü

1934’te resmi bir mahiyete bürünen ve Dil Devrimi olarak adlandırılan öz-Türkçecilik hareketinin etkisiyle yazılmış ilk Türkçe felsefe sözlüğü olan Haydar Tolun’un Felsefe Vokabüleri, günümüz Türkçe felsefe dilinde ister tutunsun ister tutunamasın, öz-Türkçe felsefi terimleri nasıl bir ortamda doğduklarını anlamamızda önemli kaynakların başında geliyor. Kitabı yayına hazırlayan Recep Alpyağıl, hem Haydar Tolun’u ve onun Felsefi Miras’ını hem de bu felsefe sözlüğünü anlamamızda bize yardımcı olacak bilgileri aktararak Türkiye’deki felsefe hareketlerinin önemli bir tarihsel aşamasını yorumluyor. Felsefe Vokabüleri, Haydar Tolun, Haz. Recep Alpyağıl, 2018

28 Şubat’tan bugüne ilkesiz medya

Yusuf Özkır, Taksim Gezi Parkı şiddet eylemleri ve İsrail’in Gazze saldırıları esnasında BBC ve CNN gibi küresel medya organlarının yayın anlayışı, Türkiye’deki birtakım gazete ve gazetecilerin Gezi olaylarındaki tutumu ile örneklendirilebilecek önemli bir konuyu işliyor kitabında. Medya ile militanlık tezahürleri arasındaki ilişkiyi anlamak ve tartışmak için ufuk açıcı tespitlerde bulunan Özkır, 28 Şubat postmodern darbe sürecindeki gazeteciliğin irrasyonel boyutunu, Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığının nasıl radikal ve marjinal bir boyuta savrulduğunu, “amiral gemi”nin ‘manşet’ ve ‘mektup’ geleneğini irdeleyerek yorumluyor. Militan Gazetecilik, Yusuf Özkır, Pınar, 2018

@uzakkoku