Duvardaki tüfek: Bir ‘terörist darbe’ olarak 15 Temmuz

Dr. Mücahit Küçükyılmaz / Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı
15.07.2017

O gecenin dehşetini, o geceyi VIP’te ve “güvenli bir mekânda” ayaklarını uzatarak koltukta televizyon izleyenler değil, tanklarla burun buruna gelen, F-16 uçaklarının ses patlamalarıyla karşılaşanlar, helikopterden üzerine ateş açılanlar yaşadı. Dehşeti yaşamayanlar ise FETÖ’cüler ile darbeden kazançlı çıkmayı bekleyen iş birlikçileriydi; onların dehşeti, millet duruma vaziyet etmeye başladıktan sonra, sabaha karşı başladı.


Duvardaki tüfek: Bir ‘terörist darbe’ olarak 15 Temmuz

15 Temmuz Fetullahçı Terör Örgütü darbe girişimi Türkiye’deki pek çok insan için sürpriz oldu. Oysa 7 Şubat 2012 itibariyle yakın çevremden pek çok dosta “Çehov’un tüfeği” örneğini vererek Fetullahçı yapının devlet içinde bu denli yerleşmesi, özellikle ordu, emniyet, yargı üçgeninde paralel devlet boyutuna ulaşmasının bir sonucu olacağını söylüyordum. Neydi Çehov’un ünlü kuralı: “Piyesin başında seyirciye dolu bir tüfek gösterirseniz, onun piyesin bir yerinde mutlaka patlaması beklenir.” Dolayısıyla FETÖ/PDY örgütünün bilhassa darbeci geleneğiyle malûl ordu sistemimiz içerisine 40 yıldan beri militan yerleştirmiş olmasını boş bir tesadüfle açıklamak mümkün değildir. Hele ki yabancı istihbarat örgütlerinin kontrolünde ortaya çıkarak faaliyet gösteren ve bizde belli bir saygınlığı olan “dinî cemaat” kisvesini kullanan bir yapının, sadece Türkiye’de değil, dünyanın farklı coğrafyalarında eğitim, kültür, ticaret başlıkları altında çalışmalar yapması, en azından bu yabancı istihbarat servislerince es geçilecek bir mevzu olarak görülemez.

İşte Türkiye’de liberal, sol, İslamcı, Muhafazakâr, Milliyetçi vb kesimlerden farklı kişiler, FETÖ/PDY örgütünün, kronolojik sırayla dinî cemaat, eğitim-kültür hareketi, sivil toplum kuruluşu, illegal yapı, terör örgütü, silahlı terör örgütü ve nihayet darbeci niteliğini farklı aşamalarda fark edebildiler. Zira herkes aynı anda bir hakikate uyanacak diye bir kaide söz konusu değildir. Fakat 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hâlâ hakikate uyanmak yerine, “senaryo” ve “kontrollü darbe” gibi söylemlerle apaçık hakikati çarpıtmaya çalışmak artık iyi niyetle değil, FETÖ üyesi olmakla telif edilebilir. Çünkü o gecenin dehşetini, o geceyi VIP’te ve “güvenli bir mekânda” ayaklarını uzatarak koltukta televizyon izleyenler değil, tanklarla burun buruna gelen, F-16 uçaklarının ses patlamalarıyla karşılaşanlar, helikopterden üzerine ateş açılanlar yaşadı. Dehşeti yaşamayanlar ise FETÖ’cüler ile darbeden kazançlı çıkmayı bekleyen iş birlikçileriydi; onların dehşeti, millet duruma vaziyet etmeye başladıktan sonra, sabaha karşı başladı.

Şüphesiz 15 Temmuz darbe girişimi ile öncekiler arasında bariz farklılıklar bulunuyor. Bunların başında, elbette milletin duruma el koyması geliyor. Peki, bugüne kadar darbeciler göründüğü zaman sessizce kenara çekilen millet 15 Temmuz gecesi neden tam tersi bir tepki ortaya koydu ve destansı bir direnişe imza attı?

Klasik darbe

Türkiye’nin daha önce karşılaştığı darbe ve darbe girişimlerini kabaca klasik ve müdahaleci darbeler diye tasnif etmek mümkündür. Buna göre, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri klasik/konvansiyonel birer darbedir. Bu tür darbeler, siyaset kurumu, yerleşik bürokratik devlet aygıtının güdümü ve talimatları dışında hareket etmekte ve basit bir yönlendirme ile denetim altına alınamayacak durumda ise, askerî hiyerarşi içinde genellikle karar birliği çerçevesinde ve cebren, silah zoruyla yönetime el koyma şeklinde gerçekleştirilir. Sonuçta, yeni bir siyaset tasarımı ve yönetici sınıf teşekkül ettirilirken, eskiler yasaklama, sürgün veya idam yoluyla tasfiye edilir. Klasik darbeler fiili olarak sert güç kullanımını içerir; doğrudan hedefi ise devlet yönetimidir, dolaylı olarak milleti de ikna etmek için bir hedef olarak görür. Bu amaçla radyo, televizyon, sinema, gazete, dergi vb klasik medyayı etkili biçimde kullanır.

Müdahaleci darbe

Müdahaleci darbelerde ise, muhtıra, mesaj, mevzuatta keskin düzenlemeler veya basına demeç verme gibi birtakım uyarı mekanizmaları kullanılarak siyasetçileri tedip etme veya istifaya zorlama girişimleri söz konusudur. Doğrudan sert güç kullanımı yoktur ancak “balans ayarı” deyiminde kendisini gösteren bir hizaya sokma çabası vardır. 12 Mart 1971, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 müdahaleleri bu cümleden olup yine klasik darbeler gibi hiyerarşik emir-komuta mutabakatı çerçevesinde icra edilir. Hiyerarşi dışı, Talat Aydemir veya Cemal Madanoğlu örneklerinde yaşanan darbe girişimleri mahiyetleri itibariyle klasik darbe olmakla birlikte, sonuçları itibariyle başarısız kaldıkları için etkileri müdahale boyutuna dahi ulaşmamış, daha çok ordunun kendi iç sorunu gibi algılanmış, belki askerî bürokrasi içinde birtakım düzenlemeler yapılmasına ve tedbirler alınmasına yol açmıştır. Müdahaleci darbenin doğrudan hedefi devlet yönetimidir; milleti ikna etmek için de klasik medyanın gücünden yararlanmaya çalışır.

Bu kavramı ilk kez FETÖ/PDY örgütünün 15 Temmuz’da teşebbüs ettiği darbe için kullanıyoruz. Tanım olarak, “sözlü-yazılı müdahale yöntemleri ile birlikte fiili güç kullanımının da gerçekleştiği; devleti, milleti ve aynı zamanda kamu güvenliğini hedef alan darbe türüdür.” Ön işaretleri 7 Şubat 2012 MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanması, Haziran 2013 Gezi olayları, 17-25 Aralık Emniyet-Yargı darbesi gibi hiyerarşi dışı müdahalelerle verilen terörist darbe girişimi pek çok bakımdan öncekilerden ayrışmaktadır. Evvela, klasik ve müdahaleci darbe girişimleri doğrudan devlet yönetimini hedef alırken, 15 Temmuz gecesi FETÖ’cüler aynı anda hem devleti, hem de milleti, esasında da kamu güvenliğini hedef alarak daha önce hiçbir darbecinin gerçekleştiremediği bir katliama ve terörist eyleme de imza atmıştır. Bu aşırı şiddet kullanımının temel sebebi, o güne kadar gizlenerek tedbir ve takiye yoluyla var olan bir örgütün mensuplarının ilk kez bunlardan vaz geçerek eline silah alıp sokağa, yani insanların karşısına çıkmak zorunda kalmasıydı. Yanıldıkları nokta ise, önceki darbe girişimlerinde olduğu gibi, askeri tankı, uçağı, helikopteri ile sokakta gören milletin evine kapanıp sokağa çıkma yasağına uyacağını zannetmeleriydi. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neredeyse bütün siyasi hayatı boyunca ısrarla bu millete öğrettiği bir kavram vardı: Millî irade. Bu kavram, Rousseaucu ve soyut bir düşman tanımına dayalı bir genel irade olarak değil, bizzat Türkiye’nin demokrasi tecrübesi boyunca çeşitli fasılalarla milletin seçtiği siyasetçilerin karşısına çıkan demokrasi düşmanı bir vesayet sistemine karşı Erdoğan tarafından topluma deyim yerindeyse on yıllar içinde aşılandı. Erdoğan, bir bakıma, millete, kendi iradesini hatırlattı. İşte bu durum, takiyeyi itikat edinen FETÖ darbecilerinin o gece direnen millet karşısında şaşkınlığa uğramalarına ve planlarının bozulmasına yol açtı.

Sosyal medya

Darbenin millet eliyle akamete uğratılmasındaki diğer sebep, Türkiye’deki medya yapısının teknik ve zihniyet olarak yaşadığı dönüşümdü. 1960’ta radyodan, 1980’de ise radyo ve televizyondan darbe bildirisi okuyup gazetelere manşet talimatı verebilen darbeciler, 28 Şubat 1997’ye gelindiğinde, karşılarında mülkiyet ve zihniyet yapısı çeşitlenmiş devasa bir özel sektör medyası buldular. Bu nedenle, balans ayarı yaparak, havuç-sopa taktiğiyle medyayı kendi taraflarına çekmek için bir ikna sürecine girmek zorunda kaldılar. Oysa geçmişte ikna değil, devlet medyasına ve birkaç özel gazeteye doğrudan talimat yoluyla isteklerini dikte ettirebilmişlerdi. Gezi ve 17-25 Aralık sürecinden itibaren FETÖ’cülerin etkili biçimde kullandığı sosyal medya silahı, 15 Temmuz gecesi ters tepti; bu kez demokrasi yanlısı geniş kitleler sosyal medya üzerinden örgütlenerek darbecilere karşı ülkeyi savundu. Hatta klasik medya kanallarına ulaşmakta sorun yaşanınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FaceTime üzerinden televizyon kanalına, oradan da millete seslenmesiyle yeni ve konvansiyonel medyanın bir arada kullanıldığı bir iletişim zinciri kurulmuş oldu.

Sokak sokak direniş ve toplanma mekânları sosyal medya ve açık iletişim kanalları üzerinden organize edilirken, toplumla yüzleşme cesaret ve alışkanlığına sahip olmayan takiyeci FETÖ darbecileri, ByLock ve Eagle benzeri kapalı, şeffaf olmayan ve antidemokratik istihbarat mecraları üzerinden haberleşmeye çalıştılar. Bir tarafta millete ulaşmak için alabildiğine demokratik ve şeffaf iletişim araçları kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve halk, diğer tarafta hem bu açık iletişim kanallarını devreden çıkarmaya çalışan, hem de kendi içinde bir tür kapalı, örgütsel istihbarat ağı kullanan FETÖ mensupları… Bu sadece demokrasi ile darbenin değil, aynı zamanda özgürlük ile köleliğin de savaşıydı.

FETÖ darbecilerinin 15 Temmuz gecesi millet karşısında bozguna uğramasının bir başka nedeni de, elbette 17-25 Aralık sonrası bu örgüte karşı başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bazı siyasilerin ve az sayıda bürokratın yürütmüş olduğu mücadele çerçevesinde gerçekleştirilen yapısal hamlelerdi. Bunlardan o gece, direnişe ilk tesir edeni belki de, bir zamanların çok etkili FETÖ medyasının henüz birkaç ay önce önemli ölçüde tasfiye edilmiş olmasıydı. Bilindiği gibi, Bugün, Kanaltürk, Samanyolu, Mehtap ve Irmak TV gibi televizyon kanalları ile Zaman gazetesi ve Cihan Haber Ajansı gibi klasik medya mecraları kayyıma devredilmiş ve örgüt sözcülüğü yapamaz hale gelmişti. Böylece 15 Temmuz darbecileri, arkalarında ciddi bir ulusal medya desteği olmaksızın ellerine silah alıp milletin karşısına çıktılar.

Duvardaki tüfek duruyor mu?

Bir Arap atasözü “Bir olan asla iki olmaz. İki olan ise mutlaka üç olacaktır” der. Türkiye’deki klasik, müdahaleci ve terörist darbe girişimlerinden öğrendiğimiz en temel şey, paranoyaya yol açmayacak kadar şüpheyi her zaman yedekte bulundurup tedbirli ve müteyakkız halde bulunmanın önemidir. Şu an FETÖ darbe davalarında yargılanması devam eden sabık Başyaver Ali Yazıcı’ya Ocak 2016’da “Kemalist görünümlü bir paralel darbe girişiminden kuşkulandığımı” söylediğimde, “Merak etmeyin Mücahit Bey, siyasetin bu kadar güçlü, ekonominin dünyayla iç içe geçmiş olduğu bir ülkede darbe yapılamaz” diye cevap vermişti. Ben de kendisine “Darbeciler de bu tür argümanlarla geçmişte siyasetçileri rehavete sevk etmiş” diyerek duvardaki tüfek örneği ile yukarıdaki atasözünden bahsetmiştim.

Bu kanaatim bugünün Türkiyesi için de maalesef geçerliliğini korumaktadır. Lakin küçük bir farkla; Türkiye’de darbe girişimi olabilir, sonrasında kriz ve kaos yaşanabilir, ancak darbe olması, yani darbecilerin başarması zor bir ihtimaldir. Zira bu ülkenin vatandaşları, darbe heveslilerine belki de dünya tarihinde eşi görülmemiş bir ders vererek Türkiye’de bir darbenin başarılı olma ihtimalini ortadan kaldırdı.

Duvardaki tüfek hâlâ yerinde duruyor, fakat patladığı zaman, önce tetiği çekeni vuracaktır.

[email protected]