Eğitimin pusulası: Müfredat

İpek Coşkun / SETA, Araştırmacısı
18.02.2017

En baştan bazı doğru bilinen yanlışları düzelterek başlayalım. Müfredat, ders kitabı değildir. Dolayısıyla aklınıza gelen her şeyi müfredata koymak ya da müfredatta görmek teknik olarak mümkün değildir. Bununla birlikte müfredat, eğitime, özellikle de ders kitaplarına çerçeve veren ve öğretmenlere yol gösteren bir tür pusula olarak tanımlanabilir. Öğretmen kaptan, müfredat pusuladır kısaca. Müfredat iyi tanımlanmaz ve çerçeve sağlıklı bir şekilde kurgulanmazsa da yolumuzu kaybetme riskimiz her zaman vardır. Hele de Türkiye’nin büyük bir sosyal ve siyasal dönüşümün arifesinde olduğu bugünlerde bilhassa eğitim alanında benzer değişim ve dönüşümü yakalayabilmek için pusulamızın ayarını iyi yapmamız gerekir.


Eğitimin pusulası: Müfredat

Tam da böyle bir dönemde Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) önemli bir adım atmış, eğitimimizin pusulası olan müfredatta kapsamlı bir düzenlemeye gitmiştir. Düzenleme diyorum çünkü devasa bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz, içerik konusunda eklemeler ve çıkarmalar olmuştur; ama bu değişiklikler devrimsel boyutta değildir. MEB müfredatta yaptığı bu düzenlemeyi bir basın toplantısı ile duyurmuş ve eğitim tarihimizde az rastlanır şekilde kamuoyunun görüşüne sunmuştur. Yaklaşık bir aylık süre zarfında da taslak olarak sunulan 53 dersin programı hakkında paydaşlardan geri bildirim istemiştir. Bakanlık çok demokratik bir adımla bu süreci başlatmış olsa da öncelikle kabul edelim 53 dersin programını değerlendirmek  için paydaşlara verilen bir aydan az süre detaylı değerlendirmeler için yeterli olmamıştır. Son beş yıldır eğitim alanında önemli çalışmalar ortaya koyan SETA olarak biz de bu kısıtlı sürenin el verdiği ölçüde geri bildirim süreçlerine katılmaya çalıştık, bu yüzden seçici davranarak daha çok zorunlu temel alan derslerine odaklanan bir geri bildirim çalışması gerçekleştirdik. Altı komisyonda bütün kademler için Türkçe, yabancı dil, matematik, fen, dini alanlar ve sosyal/beşeri alan derslerinin programları akademisyenler, öğretmenler ve dış paydaşlar dediğimiz farklı kurum ve kuruluşlardan uzmanlarla ele alındı. Talim ve Terbiye Kurulu’na (TTKB) iletilen komisyon görüşlerimizde ön plana çıkan hususlara burada kısaca değinmeye çalışacağım.

Disiplinler arası bakışa ihtiyaç

53 dersin programlarına ilk baktığımızda dikkatimizi çeken hususlardan biri programların farklı disiplinlerle temastan uzak olmasıdır. Bunun temel nedeni ise programların sadece ilgili alanın öğretmenler ve akademisyenleri tarafından hazırlanıyor olmasıdır. Örneğin Tarih dersinin programı sadece tarihçi öğretmenler ve akademisyenler tarafından hazırlanmaktadır. Oysa pekala uluslararası ilişkiler, edebiyat, siyaset bilimi, sosyoloji ve hatta psikoloji gibi alanlardan uzman, öğretmen ve akademisyenler de yazım süreçlerinde yer alabilir. Aynı alandan yazarların olduğu bir ortamda ‘alan körlüğü’ diye ifade edebileceğimiz bazı sıkıntılar ortaya çıkarabilir. SETA’da değerlendirme komisyonları oluşturulurken bu disiplinlerarası bakışa olan ihtiyaca binaen örneğin yabancı dil komisyonunda Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin ve akademisyenlerinin olmasına dikkat edilmiştir. Zira bilhassa yabancı dil öğretiminde temel sorunların başında Türkçe eğitimimizdeki boşluklar gelmektedir.

Yine Tarih ya da İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde dış politika ve siyaset bilimi uzmanları ile istişareler gerçekleştirilmiştir. Bu yöntem oldukça verimli geri bildirimlerin alınmasını sağlamıştır. Bu konuda umuyoruz Talim ve Terbiye Kurulu komisyonların kurgulanmasında benzer bir değişikliğe gidecektir. Müfredata genel hatlarıyla göz attığınızda Bakanlık’ın sadeleştirme çalışmalarını daha çok ilkokul ve ortaokul düzeyine yönelik yaptığını gözlemleyebilirsiniz. Bununla birlikte günün sonunda halen eğitimin büyük yükünü liselerin çektiğini söylersek abartmış sayılmayız. Bu değerlendirmeden lise müfredatında da sadeleştirmeye gidilmesi gerektiğini değil, müfredatın alt kademelere doğru yükün dengeli dağıtılması gerektiği anlaşılmalı. Örneğin Türkiye’de halen 10 yaşına kadar çocuklar Tarih dersi almazlar, ki bu ders doğru kurgulandığı takdirde çocukların merak duygusuna en çok hitap edebilecek derslerdendir. Mevcut durumda bunun yerine Amerikan ekolünden miras meşhur dersimiz “Hayat Bilgisi” vardır.İlkokul 1’den 3. sınıfa kadar Hayat Bilgisi dersi haftada 4 saat yer alır okullarımızda.  1. sınıfta öğrencilerin okula uyumu bağlamında bu dersin varlığı önemli olabilir. Ancak ilginç bir şekilde içerikleri ve kazanımları farklılaşsa da Hayat Bilgisi dersinin ünite isimleri ve hatta sıralaması bile 1. sınıftan 3. sınıfa kadar aynıdır: Okulumuzda Hayat, Evimizde Hayat, Sağlıklı Hayat, Güvenli Hayat, Ülkemizde Hayat, Doğada Hayat. Bu ünite konularının ve ayrımların hangi pedagojik kaygı ile yapıldığını toplantılarımıza katılan öğretmenlere sorduğumuzda açıkçası çok da tatmin edici yanıtlar almadık. Benzer şekilde Türkiye’de bir öğrenci ilkokul 3. sınıfa kadar haftada 11 saat Türkçe dersi almaktadır. 1. sınıfta okuma-yazma süreçlerini dikkate aldığımızda bu süre gayet anlamlı. İkinci sınıf için de benzer bir değerlendirme yapabiliriz. 3. sınıfta halen 11 saat Türkçe eğitim alan öğrencilerimizin yazım ve okuma becerilerinin PISA ya da TIMSS gibi uluslararası sınavlarda gördüğümüz kadarıyla bu kadar zayıf olması ise müfredatın ne kadar etkin kurgulandığı ve uygulandığı noktasında soru işaretleri doğurmaktadır. Nihayetinde de ortaokul öğretmenleri ilkokuldan gelen, lise öğretmenleri de ortaokuldan gelen öğrencilerin büyük bir kısmının yeterli donanımda gelmediklerini ifade etmektedir ve geçişler çoğunlukla sancılı olmaktadır. Bu nedenle de özellikle liseye geçiş yılı olan 9. sınıflarda sınıf tekrarları ve okul terki halen yüksektir. Özetle, müfredatın ağırlığını ve sorunlarını ileri kademelere ötelemek başta küçük olan sorunları, devasa sistemsel engeller haline getirmektedir. Çözüm ise adil ve dengeli bir dağılımın sağlanmasıdır. Çocukların algıları küçük yaşta zannettiğimizden çok daha açıktır. Bu bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

Komisyon çalışmalarımızda hemen her toplantının başında katılımcı akademisyenler ve öğretmenlere göre, yaşadığımız eğitim sorunlarına baktığımızda müfredat artık tali bir meseleye dönüşmüştür. Öğretmenlerin mesleki gelişimleri desteklenmediği müddetçe müfredatla ilgili ne yapılırsa yapılsın okullarımıza istediğimiz ölçüde yansımayacaktır. Kendimize burada samimi bir soru soralım. Öncelikle öğretmenler için müfredatın anlamı nedir? Bu zamana kadar farklı alanlardan ve şehirlerden öğretmenlerle yaptığım birçok mülakatta, müfredat, bir eğitim-öğretim yılında ‘yetiştirilememesi’ ile meşhur bir eğitim unsuru olarak ifade edilmiştir. Bunun temel nedeni ise öğretmenlerin müfredattan ziyade ders kitaplarına bağlı bir eğitim süreci benimsemesi, müfredatın öğretmenleri destekleyici bir şekilde kurgulanmamış olmasıdır. Neden destekleyici olması gerekir? Çünkü yazının başında ifade ettiğim gibi müfredat, öğretmen için bir pusula olmak zorundadır. Hele de en genç öğretmenlerinizin ülkenin en dezavantajlı okullarında mesleklerine başladıklarında güçlü bir desteğe ihtiyacı vardır. Son düzenlemede örneğin İngilizce dersi programında bu desteğin nispeten sağlandığı söylenebilir ancak diğer dersler için bunu söylemek hala güç. Müfredatta öğretmenlere, dünyada resource toolkit olarak adlandırılan materyal desteklerinin, eğitim teknolojilerinin de yardımı ile sunulması gerekmektedir. Daha somut ifade ile Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde sınıfında Suriyeli göçmen öğrencilerin de bulunduğu genç bir sınıf öğretmeni için müfredatın destekleyici olması ve telafi mekanizmalarını sağlaması, sandığımızdan çok daha önemlidir ve ancak bu şekilde müfredat öğretmen için anlamlı hale gelir.

Kitap yazımında milli seferberlik

Müfredatı hazırlamak bu haliyle ders kitaplarını hazırlamakla kıyaslandığında nispeten daha kolay. Kitaplarda dönüşümü yakalamak daha zordur nitekim. Müfredat ne denli iyi kurgulanmış olursa olsun müfredat çerçevesinde hazırlanan kitapların içerik ve tasarımları eğitim bağlamında asıl ana gündem maddelerimizdir. Zaten bilindiği üzere öğretmenlerin birçoğu müfredat yerine ders kitaplarını takip etmektedir. Asıl önemlisi ders kitaplarını çocuklarımızın önüne koyduğumuzda çocuklara: ‘Alın bakalım biz sizin için bunu yapabildik’, diyoruz. Peki sunulan bu malzemeler konusunda çocuklarımız ikna oldu mu? Bence şimdilik hayır. Halen ders kitapları çocuklar için bir kenara konulan ve yüzüne de pek bakılmayan bir eğitim aracı. Bu durumun temel nedeni içeriğin kurgusundaki zayıflık, tasarımlardaki sıradanlık. Çevrenizdeki herhangi bir öğrencinin bir ders kitabını şöyle bir karıştırmanızı öneririm. Ona baktığınızda aslında ihtiyacımız olan şeyin ne olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz. Çocuklarımızın çok iyi tasarlanmış ders kitaplarına ihtiyaçları var. Yine doğru bilinen yanlış bir bilgiyi düzeltelim, ders kitaplarının büyük bir çoğunluğu özel yayınevleri tarafından hazırlanır, TTKB ise oluşturduğu komisyonlarla bu kitapların değerlendirmesini yapar ve onay verir. Son zamanlarda elime geçen ders kitaplarının hangi gerekçe ile komisyonlar tarafından onay aldığı konusunda kafamda çok fazla soru işareti olsa da piyasada TTKB’ye sunulan kitapların birbirinden çok da farklılaştığını söylemek güç. Dolayısıyla elimizdeki malzeme de arzu ettiğimiz nitelikte değil. O zaman ders kitaplarının hazırlanmasında milli bir seferberliğe gitmemiz gerekiyor, ülkenin en iyi tasarımcılarını ve yazarlarını, öğretmenler ve akademisyenlerle buluşturarak artık ders kitaplarını belirli bir niteliğe taşımalıyız. Bunları yapmadan, müfredat üzerine daha uzun süreli değerlendirmeler gerçekleştirmeden  kademeli olarak dahi olsa hızlı bir uygulamaya geçilmesi doğru olmayacaktır. Sıralamış olduğumuz tüm bu sorunları göz önüne aldığımızda son bir aydır taslak olarak sunulan müfredatla ilgili medyadaki tartışmaların evrim ve Atatürkçülük özelinde domine edilmesinin ne tür bir lüks olduğunu sanırım artık anlatmamıza gerek yok. Çok daha öncelikli ele almamız gereken sorunlarımız var. 

[email protected]