El Bab’taki stratejik düğüm

Dr. Bora Bayraktar / Kültür Üniversitesi Öğr. Gör. - Gazeteci
26.11.2016

El Bab önündeki yakınlaşma, ÖSO’nun varlığı ve rejim ile kan davası düşünüldüğünde Türk Silahlı Kuvvetleri’ni her türlü kışkırtıcı duruma açık tutuyor. 24 Kasım’da dört askerimizin şehit edildiği saldırı bu çerçevede ele alınmalı. Buradan bir Türkiye-Suriye savaşına gidilmesi mümkün. En önemli risk bu olarak görünüyor.


El Bab’taki stratejik düğüm

Türkiye’nin 24 Ağustos’ta başlattığı Fırat Kalkanı operasyonu El Bab’ta yoğunlaştı. 22 Ekim’de Türkiye’nin El Bab’ın doğusunda hareketlenen PYD hedeflerini vurması ve ardından Suriye’nin hava savunma sistemlerini aktive etmesiyle sekteye uğrayan harekat, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Moskova ziyareti sonrası varılan uzlaşma neticesinde 12 Kasım’da yeniden başladı. Hava desteğinin gelmesiyle hızla güneye inen Türkiye destekli ÖSO, El Bab’ın iki kilometre kadar yakınına ulaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül ayında “Hedef El Bab” açıklamasına uygun olarak kent kuşatılmaya başladı ve terör örgütü DEAŞ’tan temizlemek için bombardımanlara girişildi. Suriye rejimi ve PYD de El Bab’ı ele geçirmek için büyük çaba sarfediyor. TSK destekli ÖSO’nun önünü kesmeye çalışıyor. Peki ama neden? Anadolu’nun, Halep’e, Şam’a, Kudüs’e, Arap dünyasına açılan kapısı El Bab, hangi stratejik kapışmanın alanı haline geldi?

Hedefler, fırsatlar ve riskler

Ankara’nın Fırat Kalkanı ile ilan ettiği hedefi, Çobanbey-Cerablus doğrultusundan güneye doğru 45-50 kilometrelik bir hatta inerek bir güvenli bölge oluşturmak. Açıkça söylenmeyen, ama anlaşılan ayrıntı ise bunu yaparken El Bab’ı kontrol altına almak,  Halep’in doğusundaki El Nayrab Hava Üssü’nden çıkan, El Bab’ın hemen güneyinden geçerek Arima-Menbiç hattına uzanan M4(202) karayolunu denetim altına alacak şekilde sınır hattı olarak belirlemek. Bab sonrası Arime’yi alarak Menbiç’te PYD/YPG’ye son darbeyi vurmak. Fırat Nehri’nin batı yakasıyla doğal olarak çizilmiş bölgeyi güvenli/tampon bölge olarak kullanmak. Uzun vadede burada oluşacak yapıyı Suriye’nin yeniden yapılanması müzakerelerinde taraf olarak masada tutmak. Mücadele buna odaklanmış görünüyor.

Ancak daha önce çeşitli platformlarda dile getirdiğim gibi Bab’ın güneyine inmek bazı riskleri de beraberinde getiriyor. Birinci ve en kritik olan sorun, Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu’nun, onunla beraber hareket eden Türk askerinin Suriye rejimi ile karşı karşıya kalması. Türkiye hali hazırda Hatay’ın güneyinde Keseb’de yaklaşık 20 kilometrelik bir hat üzerinde Suriye rejimi ile sınırdaş durumda. Bu bölgede çok ciddi bir provokasyon yaşanmış değil. Ancak El Bab önündeki bu yakınlaşma, ÖSO’nun varlığı ve rejim ile kan davası düşünüldüğünde Türk Silahlı Kuvvetleri’ni her türlü kışkırtıcı duruma açık tutuyor. 24 Kasım’da dört askerimizin şehit edildiği saldırı bu çerçevede ele alınmalı. Buradan bir Türkiye-Suriye savaşına gidilmesi mümkün. En önemli risk bu olarak görünüyor. 

Burada krizin tırmanmasını engelleyecek olan faktör Moskova gibi duruyor. Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı’nı Rusya ve İran ile açık uzlaşması, örtülü olarak da Şam’daki rejimin sessiz kalması ile gerçekleştirdiğini söylemek yanlış olmaz. 9 Ağustos’ta St. Petersburg’daki Erdoğan-Putin görüşmesi Türk diplomasisi açısından önemli bir kazanım olmuş, hem ikili ilişkiler düzelme yoluna girerken hem de Moskova, Ankara’nın DEAŞ’a karşı Suriye’deki harekatının önünü açmıştı. Buradaki uzlaşmanın “Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması”, “Kökten dinci terör örgütlerinin faaliyetlerinin durdurulması”, “ABD’nin PYD üzerinden sahaya ülkeyi bölecek şekilde girmesinin engellenmesi” ekseninde geliştiği anlaşılıyor. Dolayısıyla Moskova, Tahran ve Şam, Fırat Kalkanı için itirazlarını geri çekerken Türkiye›nin de Suriye›nin bütünlüğünün korunması noktasında taahhütler vermiş olması gerekiyor.

Denge noktası

El Bab bu anlamda birbirine çok da güvenmeyen bu iki eksen açısından (Türkiye/Rusya-İran-Şam) bir kırılma ya da denge noktası gibi görünüyor. Şam’daki rejim, ÖSO’nun El Bab’ı bir köprübaşı olarak kullanmasından, Bab’ın Halep’teki muhalif güçler için bir lojistik ve harekât merkezi olarak gelişmesinden endişe ediyor. Esad rejimi, beş yıldır muhalefete destek olan Türkiye›nin Bab’ı kullanarak Halep’i etkisi altına almasından çekiniyor. Bu yüzden Bab’ın ÖSO’nun denetimine girmesini istemiyor. Provokatif saldırı ve tacizlerin, zaman zaman PYD’ye yol verilmesinin arkasında da bu var.

Ancak Türkiye artık dönüşü olmayan, güvenliği ve bekası açısından geri adım atamayacağı bir noktaya gelmiş bulunuyor. Güneyinden geçen PYD koridorunun önünü kesmenin, Menbiç’i PYD’den arındırmanın yolu El Bab’dan geçiyor. Burada bir Türkiye-Suriye savaşının önüne geçmenin sorumluluğu ister istemez Moskova’nın omuzlarına yükleniyor. Moskova 24 Kasım saldırısından sonra krizi sınırlayacak yönde açıklamalar yaptı. Ancak El Bab’da ileride benzer hareketlerin devamını görmek olası. Türkiye’nin yapması gereken kararlılık ve süratle El Bab operasyonunu tamamlamak ve burada pozisyonunu tahkim etmek. 

Zamana karşı yarış

Suriye’de cephenin bu kadar hareketli olması, ellerin tetikte, sinirlerin gergin olmasının sebebi artık herkesin zamana karşı yürütülen bir yarışın içine girildiğini düşünmesi. Amerika’da 20 Ocak 2017’de Cumhuriyetçiler yeni bir yönetim anlayışıyla iş başına gelecekler. Seçilmiş Başkan Donald J. Trump ayrıntılarını vermese de Suriye politikasında güçlü değişiklikler yapacağını belirtiyor. Yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Savunma Bakanı tanınmış asker kökenli siyasetçiler. ABD muhtemelen çatışmayı sona erdirmek için güç de göstereceği yeni bir yaklaşım ve diplomasi geliştirecek. Trump güvenli bölge planına sıcak bakıyor. Çatışmayı bitirmek istiyor. Muhaliflere yapılan yardımları kesmeyi planlıyor. Müttefiklerle hareket edeceğini söylüyor. Rusya ile diyalogtan yana. Esad’ın kanlı bir diktatör olduğunun farkında ama pratik gerekçelerle varlığına bir süre daha göz yumması muhtemel. İşte bu yüzden Suriye sahasındaki güçler, Washington topa girmeden, inisiyatif almadan önce cephedeki pozisyonlarını güçlendirmek, hedeflere ulaşmak istiyor. 

Türkiye yukarıda belirtilen çerçevede El Bab ve Menbiç’i alıp, PYD koridorunu yararak güvenli bölge için somut önerisini ortaya koymak istiyor. Ankara buna destek bulmakta zorlanmayacaktır. Suriye rejimi ve Rusya’nın ise iki büyük hedefi var: Birincisi Halep’teki direnişi kırmak, kenti tamamen denetim altına almak ve böylelikle artık yaşaması tamamen Tahran-Moskova desteğine bağlı olan Esad rejimini ayakta tutmak. Masaya böyle oturmak istiyorlar. İkincisi ise İdlib’i çembere almak, mümkünse muhalefetin Türkiye sınırı ile bağını kesmek ve böylelikle orta vadede ÖSO’nun yaşam kanallarını keserek ülkenin Hatay sınırındaki kuzeyini kendi güvenceleri altına almak. Bu Ruslar için de hayati bir hedef. Çünkü Latakya’nın güneydoğusunda kurdukları Hmeymim askeri hava üssü Rusya’nın Doğu Akdeniz planlarıyla ilgili çok önemli bir merkez. Burası 2015 yılının Eylül ayında Suriye muhalefetinin grad füzeleriyle saldırısına uğramıştı. Rusya Tartus deniz üssü ile birlikte Hmeymim’i NATO’yu Doğu Akdeniz’de dengelemenin aracı olarak görüyor ve stratejik öneme sahip olduğunu düşünüyor. Bu üslerin güvenliğini tehlikeye atmak istemiyor. Bunun için bu üslerin yakınlarında muhalif güçler, silahlı güçler istemiyor. Bu nedenle bir yandan cepheyi daraltmak bir yandan da yine bu üsleri rahatsız etme kapasitesine sahip Türkiye’yi yanında tutmak istiyor.

PYD ise Menbiç’i ve Afrin’i elde tutma hesapları yapıyor. ABD’nin Rakka operasyonundan vazgeçerek Menbiç’i “savunmaya” gideceklerini açıkladılar. Böylece ABD için ne kadar güvenilmez bir “müttefik” olduklarını da ortaya koydular. Büyük güçlerin mücadelesi sırasında ilk kaybeden PYD olacak gibi görünüyor.

El Bab operasyonu fırsatlarla olduğu kadar risklerle dolu bir hal aldı. Ancak gerçek şu ki Suriye savaşı ve bölge güçlerinin hedefleri açısından çok kritik bir noktaya gelindi. Bu aynı zamanda dönüşü de olmayan bir nokta. Kararlılığını, dayanıklılığını ve mücadelesini sürdürenin ayakta kalacağı bir nokta.

[email protected]