El-Bab zaferi: Sırada ne var?

Dr. Veysel Kurt / İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğr. Üyesi
25.02.2017

YPG’nin, Rakka operasyonunun içinde olmaması Türkiye’nin kırmızı çizgisi. Ayrıca Türkiye’nin bu operasyon içinde yer almasının en önemli risklerinden biri Rakka’nın sınırımıza olan uzaklığıdır. Bu durum hem operasyonel kabiliyeti zayıflatmakta hem de kayıp riskini artırmaktadır. Daha önemlisi ise bu operasyona katılım Türkiye’nin kendi gündemi ve hedeflerini içerecek şekilde dizayn edilmeli ve DEAŞ’la mücadele Türkiye’nin tek başına omuzladığı bir yük olmamalıdır.


El-Bab zaferi: Sırada ne var?

El-Bab kararlılığı sonuç verdi. Fırat Kalkanı Harekatı altıncı ayını tamamladığı gün El Bab’da kontrol sağlanarak en kritik aşamalardan biri geçilmiş oldu. Böylece harekatın hedeflediği derinlik boyutu tamamlanmış oldu. Ancak harekat tümüyle tamamlanmış değil. 24 Ağustos 2016’da başlayan ve yaklaşık 3 bin Özgür Suriye Ordusu mensubu ile bini aşkın Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun katılımıyla devam eden harekat ilk bir kaç haftada hızlı bir ilerleme kaydetmişti. Türkiye sınırındaki Cerablus 24 saat gibi kısa bir süre içinde DEAŞ’tan temizlendi. Örgütün hem temsil bağlamında önem atfettiği hem de silah ve militan yığınağı yaptığı bölgeler teker teker temizlendi. Bu anlamda Dabık’ın da geçtiğimiz Ekim ayında DEAŞ’tan temizlendiğini hatırlatmakta yarar var. Ancak El-Bab sınırına gelindiğinde DEAŞ’ın elindeki bütün imkanlarla direndiği gözlemlendi. El-Bab’da kontrol sağlama süresi uzadıkça özelllikle son iki aylık zaman zarfında çok şey yazıldı, çizildi. El-Bab’a girilemeyeceğinden, DEAŞ’la gizli anlaşma yapıldığına; YPG’ye ihtiyaç duyulduğundan TSK ile ÖSO arasındaki koordinasyonsuzluk iddialarına kadar birçok şey söylendi. Ancak geldiğimiz noktada bütün bu söylemlerin manipüle amaçlı olduğu ortaya çıktı.

Harekatın bundan sonra nasıl seyredeceğine dair çıkarımlar yapmak için bu yaklaşımları bir kenara bırakarak sahada olan bitene ve harekatın amaçlarına odaklanmak gerekmektedir. Nitekim DEAŞ’ın kullandığı yöntemler ve sivil kayıpların minimize edilmesi için azami derecede hassasiyet gösterildiğine dikkat etmek gerekir. Herşeyden önce bu harekatın düzenli bir orduya karşı yapılmadığını ifade etmek yerinde olacaktır. DEAŞ’ın Irak işgalinden beri şehir savaşında edindiği tecrübe, Baas komutanlarından aldığı teknik ve askeri destek ile sahip olduğu militanca motivasyon örgütün direncini artıran faktörler oldu. Ayrıca şehrin alt yapısını yok etme pahasına kanalizasyon yapılarına ve evlere döşenen mayın ve el yapımı patlayıcılar harekatın azami dikkatle yürütülmesini gerektirdi. Sivillerin örgüt tarafından canlı kalkan olarak kullanılması ise hem ağır silahların hem de hava oparasyonlarının etkili bir şekilde kullanılmasını oldukça zorlaştırdı.

Fırat Kalkanı bitti mi?

Harekatın başladığı andan itibaren gerek siyasi karar vericilerden gerekse askeri komutadan gelen açıklamalar, harekatın üç temel amaca matuf olarak başladığına işaret etmekteydi. Birincisi DEAŞ’ın sınırdan temizlenmesi. El Bab’ın kontrol altına alınması, harekatın ilk amacına ulaştığını gösteriyor. DEAŞ, sınırın hem yatay düzleminden hem de derinlemesine belirlenen alandan çıkarılmış durumda. Dolayısıyla operasyondan önce sınır ötesinden yaptığı silahlı atışlar ile sınırdan sızarak Türkiye’ye yönelik oluşturduğu tehdit bertaraf edilmiş durumda. Artık risk kontrol altına alınan bölgelerde döşenen mayın, el yapımı patlayıcılar ile canlı bomba saldırılarından kaynaklanıyor.

Bu durum harekatın ikinci hedefi olan terör örgütlerinden arındırılan bölgelerin güvenli bölge haline getirilerek Türkiye’nin mülteci yükünün azaltılması ile yakından ilgili. Kontrol altına alınan bölgelere Suriye halkının hızlıca yeniden yerleştiğini hem basından hem de bölgedeki kaynaklardan takip etmek mümkün. Böylesi bir tabloyu ne rejimin ne DEAŞ’ın ne de PYD’nin işgal ettiği yerlerde gözlemlemek mümkün değil. Aksine bu aktörlerin saldırdığı bölgelerde hem yüksek oranda can kaybı yaşanıyor hem de yerleşik ahali buralardan hızlıca kaçıyor. Dahası yine bu aktörlerden özellikle PYD’nin yerleştiği bölgelerde bir nüfus ve mülk mühendisliği yaptığını ifade etmek gerekiyor. Fırat Kalkanı Harekatı’nın en önemli ayırt edici vasıflarından biri de kontrol altına alınan bölgelerin yeniden inşa edilmesine yönelik faaliyetlerdir. Örneğin Cerablus’ta kurulan Şehri Konseyi şehrin yönmetimini katılımcı yöntemlerle yürütme amacını taşıyor. Oluşturulan polis gücü ise güvenliği ve asayişi sağlamanın en önemli aracı. Bütün bu önlemler gündelik hayatın yeniden düzene girmesi açısından büyük önem taşıyor. 

Üçüncü hedef ise PYD/YPG’nin Suriye’deki karmaşadan faydalanarak Suriye’nin kuzeyinde sınırımız boyunca fiili bir kontrol alanı sağlamasının önüne geçmek olarak ifade edilmişti. Gelinen noktada bu hedefin kısmen gerçekleştiğini söylemek gerekir. Aslında harekat başladığı andan itibaren PYD’nin ilan ettiği sözde kantonların birbirine bağlanmasının önüne geçilmişti. Harekat başlamasaydı, PYD’nin Batıdan Afrin’den, Doğu’dan ise Menbiç’ten harekete geçerek koridoru kontrol altına alma planını gerçekleştimesi olasıydı. DEAŞ’ın birçok yerden çekilerek buraları PYD’ye bırakması bu olasılığın gerçekleşmesini daha da güçlendiriyordu. Ancak El-Bab’ın da alınması ile 90 kilometrelik Azez-Cerablus hattı ile yaklaşık 30 kilometrelik derinliği kapsayan bölge, Menbiç ile Afrin’i birbirinden koparmış oldu. Ancak Menbiç’in hala PYD’nin kontrolünde olması bu hedefin kısmen gerçekleştirilmiş olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın defaatle yeni hedefin Menbiç olduğunu dile getirmesi, bir sonraki adımın buraya doğru olacağını gösteriyor. Aslında Türkiye’nin birçok kez Menbiç’in boşaltılması talebini dile getirdiğini hatırlayalım. Obama’nın Başkanlık koltuğundan ayrılmadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ile 6 Eylül’de yaptığı görüşmede bu konunun gündem olduğunu hatırlamakta yarar var. Henüz El-Bab kuşatılmadan önce gerçekleşen bu görüşmede Obama, PYD’nin Menbiç’ten çekildiğini dile getirmişti. Cumhurbaşkanı’nın “PYD çekildiğine göre Özgür Suriye Ordusu birlikleri Menbiç’e çatışmasız girecek demektir” yanıtı harekatın bu hedefe yönelik kararlılığını göstermekteydi. Menbiç, konumu itibariyle dikkate alındığında yalnızca PYD’nin uzun vadeli planları açısından değil, kontrol altına alınan bölgeler ile TSK birliklerini tehdit edecek bir noktada olması açısından da önemlidir.

Rakka’yı arındırma

Trump’ın ABD’de başkan seçilmesi ile birlikte Rakka’nın DEAŞ’tan arındırılma tartışması yeniden alevlendi. Obama planının Türkiye’yi ilgilendiren boyutu, YPG’nin domine ettiği Suriye Demokratik Güçleri’ni merkeze almasıydı. Geçtiğimiz günlerde Obama döneminde hazırlanan planın iptal edilerek üç ay içerisinde yeni bir planın hazırlanmasına yönelik talimatı, hem yeni başkan Trump’ın, Obama stratejisinden farklılaşma iradesine hem de bu konudaki kararlılığına işaret ediyor. Bu durum Türkiye için de yeni bir fırsat ve risk alanı demektir. Türk ve ABD’li siyasi ve askeri yetkililer arasındaki trafiğin hızlanması, Türkiye’nin de Rakka operasyonunun içinde yer alabileceği ihtimalini gündeme taşıdı. Her şeyden önce Türkiye’nin de dahil olduğu bir operasyon gerçekleşse bile bunun Fırat Kalkanı’nın devamı olmayacağını ifade etmek gerekir. Fırat Kalkanı Harekatı’nın Türkiye’nin bir operasyonu olduğunu hem ABD’li hem de Türk yetkililer defaatle dile getirmişlerdi. Hatta operasyon başlarken ABD’nin de katılmak istediği ve özel kuvvetlerini nakil etmek için zaman isteği, fakat bu talebin Türk yetkililer tarafından uygun bulunmadığı bilinen bir gerçek. Dolayısıyla Rakka operasyonu farklı bir kapsamda ve farklı amaçlara matuf olacaktır.

Sınıra uzak bölge riskleri

YPG’nin operasyonun içinde olmaması zaten Türkiye’nin kırmızı çizgisi. Ayrıca Türkiye’nin bu operasyon içinde yer almasının en önemli risklerinden biri Rakka’nın sınırımıza olan uzaklığıdır. Bu durum hem operasyonel kabiliyeti zayıflatmakta hem de kayıp riskini artırmaktadır. Daha önemlisi ise bu operasyona katılım Türkiye’nin kendi gündemi ve hedeflerini içerecek şekilde dizayn edilmeli ve DEAŞ’la mücadele Türkiye’nin tek başına omuzladığı bir yük olmamalıdır. Bu açıdan bakıldığında iki seçenek mevcut: Birincisi DEAŞ’a karşı oluşturulan koalisyon güçleri ile ÖSO’nun karagücü oluşturması. Böylece DEAŞ’la mücadelenin hem fırsat hem de maliyeti uluslararası koalisyon tarafından üstlenilmiş olur. Bu mümkün olmadığı takdirde değerlendirilebilecek ikinci seçenek operasyonun sevk ve idaresini üstlenecek Türk ve ABD’li özel kuvvetlerin yönettiği ÖSO ve diğer Arap muhalif güçlerin, operasyonel birimin ana omurgasını oluşturmasıdır.

Sonuç olarak belirlenen hedeflere ulaşma noktasında önemli bir mesafe kat edildiği fakat tümünün henüz gerçekleşmediği söylenebilir. Bunun yanında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu harekat ile sınır dışı operasyon kabiliyeti de kanıtlanmış oldu. 15 Temmuz askeri darbe girişiminden 40 gün sonra başlayan bu harekatın başarıyla sürdürülmesi bunun önemli bir kanıtıdır. Ayrıca hibrit savaş olarak tabir edilen yeni nesil savaş konsepti konusunda önemli bir tecrübe kazanıldı. Sadece sınır komşularımız Irak ve Suriye değil, tüm Ortadoğu’nun bir süre daha bir çatışma sahnesine dönüştüğü bu süreçte bu kabiliyet ve tecrübenin önemi oldukça büyüktür.

[email protected]