FETÖ’cülüğün ruhsal tahlili

Yrd. Doç Dr. Murat Beyazyüz / Namık Kemal Üniv. (Ruh Sağlığı ve Has. Uz.)
15.07.2017

Sanıklarının cezaevlerinde Hazret-i Yusuf’un imamlığında namaza durması gibi hikayeler kulaklarımıza geldikçe “Bu adamlar hasta mı?” sorusu daha büyük soru işaretleriyle karşımıza dikildi. Hayır, bu insanlar ruh hastası değil. Bunlar, erken yaşlardan itibaren hayatlarındaki en önemli sorunların çözümünde son derece basit bir kolaycılığa kaçmış, maddi veya manevi menfaatler peşinde koşan insanlardır.


FETÖ’cülüğün ruhsal tahlili

15 Temmuz’dan sonra bu soruları ne çok duyduk. Hele hele FETÖ’nün iç yapısı açığa çıktıkça daha da çok soruldu bu sorular. Ruh sağlığı profesyonelleri olarak bizler, fırsat bulduğumuz her ortamda bu örgütün içindeki insanların hasta olmadıklarını, amiyane tabirle “manyak” olmadıklarını açıklamaya çalıştık. Hatta bu ifadelerin bir “mazur görme” zemini yaratabileceğini bile söyledik. Sorular yine aynı şekilde devam etti. Dahası sorular soru olma niteliklerinden sıyrılıp kanaat olmaya doğru evrilmeye başladı. 15 Temmuz’un üzerinden birkaç ay bile geçmemişti ki, FETÖ sanıklarının cezaevlerinde Hazret-i Yusuf’un imamlığında namaza durma hikayeleri kulaklarımıza geldi. Bu hikâyeyi sosyal medya üzerinden aktaran kişi 15 Temmuz’dan kısa bir süre evvel yurtdışına çıkarak Hazret-i Yusuf’un arkasında namaz kılma şansını kaçırmış olan bir bahtsız. İşin bu kısmı lafı uzatmaya değer. Şöyle anlatıyor bibaht kişi: “Yatsı namazını kılmak için kamet getiriyor arkadaş, cemaatle namaza durulacak, birine ‘geç kıldır’ diyorlar. O da tam imamete geçerken Silivri’nin duvarları açılıyor. Bütün koğuşlarla namaza duruyorlar. İmamete iki metre boyunda hiç tanımadıkları gül yüzlü birisi geçiyor. Fakat namaz bildiğimiz namaz değil, farklı bir namaz kıldırıyor. Selam verince ‘hakkınızı helal edin ama ben önce geldiğim için bizim namaz sizinkinden biraz farklı olduğu için ben böyle kıldırdım namazı’ diyor. O kişiye ‘siz kimsiniz’ deyince, ‘Ben Yusuf (AS). Ben her gün buradayım ama Efendimiz AS bugün arkadaşlara görünseniz dedi. Bu sebeple sizinle oldum’ diyor. Bu olayı koğuştakilerin tamamı görüyor. Duvarların açıldığını herkes görüyor ve hepsi de şoka giriyor. Uzuuun bir sessizlik sonrası ağlamalar oluyor ve başka bir şey de konuşulmuyor zaten.”

Tabii ortalıkta böyle hikayeler de dolaşınca “Bu adamlar hasta mı?” soruları daha iri ve kalın soru işaretleriyle karşımıza dikildi. 15 Temmuz’un birinci yıldönümünde bu sorulara tekrar yüksek sesle cevap vermek gerekiyor. Her ne kadar bu satırların yazarı, 2009 yılında bu örgütlenmenin tehlikelerinden dem vuran bir yazı kaleme almış olup böyle bir cesaretin bedelini ödemiş olsa da bu örgüte mensup olanlar hakkında rahatça kalem oynatılabilecek bir ortamın oluşması çok yakın bir zamana kadar pek mümkün değildi. Bugün, 15 Temmuz’un üzerinden bir yıl geçmişken, bilimsel veya popüler, her ortamda tartışmak restiyle FETÖ mensupları, sempatizanları, destekçileri ile ilgili psikolojik tespitlerimizi dile getirebiliriz.

Bu insanlar manyak değil. Bu insanlar ruh hastası da değil. Bunu açıkça belirtelim. Bırakın FETÖ’yü, bir bakıma en radikal, bir bakıma en anlamsız eylemleri gerçekleştiren terör örgütleri bile bünyelerinde ruh hastalarını, amiyane tabirle “manyakları” barındırmak istemezler. Bu, özelikle en radikal, en vahşi terör örgütleri üzerinde yapılan araştırmalarda bile tekrar tekrar tespit edilmiş, gösterilmiş bir gerçektir. “Örgüt”, “örgütlenme” gibi kavramlar belli bir sistemin kurulmasına karşılık gelir ki, ağır ruhsal rahatsızlığı bulunan kişileri belli bir sistem içinde tutmak imkansızdır ve dahası böyle insanlar bir örgütün gizliliği için de önemli bir tehlike teşkil ederler. Lafı çok uzatmadan şunu söyleyelim: “Siz herhangi bir örgüt kuracak olsanız bu örgüt içinde manyaklara, nerede ne zaman ne yapacağı belli olmayan insanlara yahut da ruh hastalarına yer verir miydiniz?”

Hazret-i Yusuf’un arkasında namaz kıldığını söyleyen insanlar ruh hastası değil! Manyak değil. Bu insanlar erken yaşlardan itibaren hayatlarındaki en önemli sorunların çözümünde son derece basit, alelade bir kolaycılığa kaçmış olan, çile çekmekten korkan, hazır çözümlere alışmış, dogmatik telkine son derece yatkın, özgürce düşünemeyen, sorgulama cesaretinden mahrum, baş etme becerileri hiçbir zaman gelişememiş, sorunlarla yüzleşmeyen, hem bu dünyada hem de öbür dünyada rahat etmenin garantili yollarını arayan, maddi veya manevi menfaatler peşinde koşan insanlardır.

Ergenler ve rehberler

Hemen her insan ergenlik döneminde, hayata dair bir sorgulama süreci yaşar. Hayatın anlamı, hedefi, amacı ve benzeri konular üzerinde kafa patlatılan, bir taraftan da dürtülerin tehdit edici biçimde kişiyi zorladığı, sürekli huzursuzluk yarattığı zamanlardır ergenlik yaşları. Ergen, baş etmekte zorlandığı dürtüleriyle ve varoluşsal sorularla adeta boğuşurken karşısına bir abi veya abla çıkar. Bu abi veya abla her sorunu çözmüş, hiçbir derdi yokmuş gibi gülümseyen, taşbaskı çehresiyle adeta her sorunun cevabını biliyor gibidir. Ergen, bu abi veya ablanın rehberliğini kabullenir. Bu abi veya ablanın yaşı da kendi yaşına yakındır. Bu yaş yakınlığı alttan alta şu anlama da gelir: Bu abi veya abla da hayatın anlam sorunlarına kendi kendine çözümler bulmuş değildir; dahil olduğu grup ona bu çözümleri sunmuştur. Ergenlik pasajından geçerken karşılaşılan büyük sorunlara hazır çözümler sunan cemaatin içinde daha sonra da soru işaretlerine yer yoktur.

Cebrail’e bile muhalif

Hazır çözümler sadece varoluşsal sorunlarla ilgili değildir. Tahsil için gittiği şehirde barınma sorununa da hazır çözüm sunulur. O yaşların önemli ihtiyacı olan sosyal çevre sorunu da çoktan çözülmüştür. Okul bitince herkesin yaşadığı iş bulma sorununa da çözüm üretir cemaat örgütlenmesi. Birileri KPSS, KPDS ve sair sınavlar için gecelerini gündüzlerine katarken cemaate yapışmış genç, soruların cevaplarını elinde hazır bulur.

Meslekte yükselme gibi bir dert sıradan insanlara mahsustur. Cemaat içindeki fertlerin böyle dertleri olmaz. Onların geleceği mertebeler, varacakları noktalar hep belirlenmiştir ve günü gelince gerçekleşecektir. Yani gelecek sorunlarına da hazır çözümler sunulmuştur. Ticarete atılacaksa işi garantidir, çünkü cemaat tarafından desteklenecektir. Akademisyen olacaksa üniversitelerde kadroları hazırdır. Hatta bilimsel yayınları bile cemaat tarafından imece usulü kotarılır. Akademik sınavlarda jüriler önceden ayarlanır.

Münasip bir eş bulup bir yuva kurmak da kolay bir iş değildir, ama sıradan insanlar için… Hazır çözümler sunan örgüt bu sorunu da çözer. Münasip eşi de bulur. “Doğacak çocuğa ne isim versek acaba” diye düşünmek gibi bir dert bile yoktur. O isim bile hazırdır.

Hayatta verilen kararlarda özgürlük ve sorumluluk eksenleri üzerinde gelgitler yaşamak da sıradan insanların çilesidir. Ne kadar özgürce karar verirsek o kadar sorumluluk yükleniriz. Bunun en uç noktasında tamamen talimatla hareket etmek ve bu sayede sorumluluktan da azade olmak vardır. Özgürce karar verebilecek durumda olan insanlar karar verme güçlüğü yaşayabilirler ve özgürce verilen kararların sorumluluğu da bireyseldir. Kararı başkaları veriyorsa, yani özgürlükten taviz veriyorsak sorumluluk da başkalarındadır, yani sorumluluk yükünden kurtuluruz. Cemaat sisteminde de bu vardır. Derece derece, yukarıya doğru abiler karar verir neyin nasıl olacağına. Cemaat müntesibi ferdin de kafası rahattır. Sadece dünya işleri için mi? Hayır, öteki dünyada da cennet garanti altına alınmış gibidir. Çünkü örgütün tepesinde öyle biri vardır ki, ona tutunan her konuda rahat edecektir. O da öyle biridir ki Cebrail’e “kusura bakma” diye itiraz edebileceğini söyler.

Hep kolaycılığa alışmış olan bu şahıslar şimdi FETÖ sanığı olarak yargılanıyorlar. Cezaevinde olmak, vatan hainliği suçlamasıyla yargılanmak zor iş. Hayatlarının en büyük sorunu ile karşı karşıyalar. Şimdiye kadar hangi sorunlarını bireysel inisiyatifle çözmüşler ki, şimdi şahsi bir çözüm üretsinler. Örgüt içindeki derecelerine göre çözümler sunulmuştur kendilerine. Yüzlerce sanığın ifadeleri profesyonel bir gözle incelenirse sorulan sorulara verilen cevaplardan ve yargı sürecindeki tutumlardan çok önemli ipuçları elde edilebilir. Mesela “15 Temmuz” dendiğinde, “14’ten sonra 16 gelir, Haziran’dan sonra da Ağustos gelir diye biliyorum” derecesinde bir bilmezlikten gelme tutumu ilginç değil midir? Tecahül-i arif diye edebi bir sanat vardır. “Bilip de bilmezlikten gelme” şeklinde açıklanabilir kısaca. Mesela “Aynada gördüğüm bu yüz kimin?” cümlesi bu sanata basit bir örnek olabilir. Bir insanın iyi bildiği bir gerçeği bilmiyormuş gibi konuşması edebi bir metinde bir sanattır, fakat gerçek hayatta böyle bir konuşma ve davranışta ısrar etmek olsa olsa sanat derecesine varmış bir edepsizliktir.

İtirafçıların tutumları

Edepsizliği sanat derecesine vardırmış olan bu grubun derecesi ile “itirafçı” denilenlerden oluşan grup, örgüt içinde aynı mertebede değildir. İtirafçılar, yargı sürecini baltalamak, karmakarışık hale getirmek için birkaç gerçek bilginin yanında onlarca yalan yanlış bilgiler sunarak hem masum insanların göz altına alınıp büyük sıkıntılar yaşamalarına sebep olurlar, hem de devletin kurumlarını yorarak kurumları yılgınlığa düşürmeyi amaçlarlar. Bütün itirafçıların tutumlarındaki benzerliği fark etmek de zor değildir. Davasına sahip çıkan neredeyse hiç yoktur. “The Hizmet Movement” mahkemelerde sahipsizdir. Gazetelerinde, dergilerinde, radyolarında, televizyonlarında “gönül teli, gözyaşı iklimi, falan muştusu, filan şafağı, çatlak mızrap, kırık tırnak” gibi ifadelerde kendini gösteren aleladenin de altında barok bir romantizmden daha ötesine varamayan zihinlerden epik çıkışlar beklemeyelim.

Üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen 15 Temmuz kalkışması, faili olmayan bir fiil tuhaflığında, kimsenin üstlenmediği bir terör eylemi acayipliğindedir. Sözü bitirmeden Hazret-i Yusuf konusuna dönelim. Belki bu sayfalar cezaevlerine de ulaşır. Yusuf peygamberin arkasında namaz kıldığına inandırılan alt kademe örgüt üyelerine şunu söylemek lazım: Hep hazırcıydınız, tamam da Hıdırellez’in ne olduğunu da mı bilmiyorsunuz? Yunus Emre’nin “Hızır ile İlyas ab-ı hayat içtiler / Ölüm onlara hiç gelmeyesi” beytini de mi duymadınız? Yahu şu abileriniz size Hızır’ın veya İlyas’ın arkasında namaz kıldığınızı söyleseler haydi neyse diyeceğiz ama, Yusuf peygamber öldü, haberiniz yok mu? Tabii dini konularda da hep hazırcıydınız siz, ne verilirse onu kayıtsız şartsız benimsediniz. Şimdi de hala aynı şekilde devam ediyorsunuz. Ama tekrar ediyorum Hazret-i Yusuf öldü.

Gerçi sizin önderiniz daha iyi bilir. Sahi, o eskiden çok ağlardı, hem de hıçkıra hıçkıra, ayıla bayıla… Sonraları kesildi o ağlamalar, ayılıp bayılmalar… Ceket üzerinden tansiyon ölçebilen doktorların marifeti mi bu hal, yoksa artık gerek mi kalmadı ağlamaya. Bir düşünün derim ben…