Göçmen nefreti ve CHP

Asım Öz / Yazar
21.07.2018

Uzun süredir kabul edilmesi gereken apaçık bir durum var ortada: Batı artık tümele/temele yaslanan bir siyasi söylem üretemiyor adeta sıfırı tüketmiş halde. Halklarına nihilist düşmanlıklar dışında yeni vaatlerde bulunamıyor, devletler ise küresel şirketler karşısında aciz kalıyor, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar göçmenleri bir nebze de olsa haklı kıldığından Batı’nın ‘uygarlaştırıcı’ konumunu sorgulamaya zemin hazırlıyor.


Göçmen nefreti ve CHP

21. yüzyıl, kanaat teknisyenlerinin açtığı, insan zihnini tâbi kılma yönündeki daimi savaşın kodları bir yana bırakılırsa rahatlıkla göçmen yüzyılı şeklinde tanımlanabilir. Her on yılda bir göçmenlerin ve mültecilerin küresel yüzdesinin arttığını dikkate alırsak, tarihte hiç olmadığı kadar bölgesel ve uluslararası göçmenden bahsettiğimizin farkına varırız. Savaşlardan ve despotların canavarlığından kaçan ve başkalarının kapılarını çalan göçmenler nicedir hararetli tartışmaların konusu. Göçmenlerin farklı ülkelerde özellikle iç politikada bir dizi olumsuz dahası hakkaniyetli olmayan damgalama dinamiklerinin nesnesi kılındığı aşikâr. Göçmenler aynı zamanda Batılı güçlerin kendi aralarındaki ve küresel şirketlerle devam eden kavgalarında taraf olmaya zorlanıyor.

Türkiye’de Suriyeli göçmenlerin gerek seçim dönemlerinde gerekse sair zamanlarda sıklıkla gündeme gelmesi onları “zamanımızın siyasi figürü” haline getiriyor. Yıllardır süregiden gidişat bir krize işaret ediyor. Alttan alta yayılan söylentilerin ayyuka çıkmasında reyting açgözlüsü medya ile iş birliği içindeki patlamaya hazır siyasi aktörlerin katkısı çok fazla. Öyle ki göçmenlerin günah keçisi ilan edilmeleri endişe verici bir boyuta ulaştı. Popülizmi büyük bir günah haline getirmek yerine yeni yeni “sol popülizm” kavramını benimsemeye başlayanlar bile Suriyelilerin göçünü vatandaşlık kuralının bir istisnası şeklinde görmekte ısrarcı. Aslında onların göçmenlere dair klişelerle yüklü perspektifinden hareketle Türkiye’de solun nerde konumlandığını yeniden yorumlamak oldukça yararlı sonuçlar ortaya koyabilir. Avrupa’daki sağla, Türkiye’deki sol arasındaki “dolaşım rejimleri”ni gözden geçirmek yatkınlıklarla yahut düşünce alışkanlıklarıyla tahkim edilen kesişme noktalarının ihmal edilemeyecek kerteye ulaştığını gösterebilir. Sözgelimi CHP üzerine yapılacak siyasal analizler ilginç benzerlikler sunabilir. Çeşitli olaylar vesilesiyle linçten bahseden sol, Suriyeliler söz konusu olduğunda pervasızlık şölenine herkesten önce katılıyor. Bu bakımdan sol popülizm bağlamında ortada olan esasen bir ambalaj, çünkü popülist iddialı bir solun öncelikle mevcut önyargılarını değiştirmesi gerekiyor.

Ahlaki panik ve kinopolitika

Muharrem İnce’nin hem CHP Grup Başkanvekili hem de Cumhurbaşkanı adayı iken yaptığı göçmen karşıtı açıklamaları gerçekten dehşet verici. Mesela Mayıs ayından itibaren Suriyelilere ilişkin düzmece klişeler yanında düpedüz palavra olan rakamlar telaffuz etmesi kaygıları korku seviyesine yükseltti. Miting meydanlarından ekranlara yansıyan beyanları, Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin toplumun birer üyesi olmadığı ya da her açıdan bu hakka erişemeyecekleri kabulüne dayanıyor. Oysa göçmenlikle alakalı yeni bir teorik başlangıç noktasının gerekliğini fark eden Thomas Nail, hareketi toplumsal hayatın esas özelliği olarak yorumladığı kinopolitika kavramıyla toplumun ve onun çeşitli figürlerinin tamamının devamlı biçimde toplumsal hareket ve göç ile yeniden şekillendiğini göstermişti. Bu çerçevede Suriyeli göçmenlerin çok azının yapabildiği bayram ziyaretleri ancak hareket-odaklı yeni bir kuramsal yaklaşımla anlaşılabilir. Çünkü göçmen için bir kereliğine hareket etmek enderdir; çoğu göçmen, bağlantı ya da dolaşımlar sisteminde defalarca yer değiştirir.

Türkiye’de, kamusal kaygı ve korkuların odağı olagelen Suriyelileri, “siyasetin merkezi” ya da “kurucu bir figürü” kabul etmek gerekir. Göçmenleri sınır dışı etme hissiyatından medet umanların arttığı bir dünyada, CHP elitleriyle sınırlı kalmayan gidişatın ve onun dünya-tarihsel negatif potansiyelinin farkına varmak ve izini sürmek toplumsal selamet açısından bir zorunluluk. Muharrem İnce, CNN Türk’teki “Seçime Doğru Özel” programında yaptığı şu açıklamayla artık lafı dolandırmanın gerekmediğine karar vermişe benziyor: “4.5 milyon Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Bayram’da gidiyor 72 bin kişi, bir hafta 10 gün kalıyor, sonra geri dönüyor. Eğer sen gidip 10 gün kalıp geri gelebiliyorsan kal orada devamlı. Ne diye geliyorsun, tatile mi geliyorsun? Demek ki şartların uygun… Gittikten sonra kapatırım kapıyı kalırsın. Burası aşevi mi? Benim ülkemin insanları işsiz.”

Nasırlaşmış duyarsızlık

Sosyologlar ahlaki paniği, “toplumsal refahı tehdit eden bir kötülük olduğuna dair, çok sayıda insan arasında yayılan korku hissi” diye tanımlıyor. Muharrem İnce’nin “ahlaki paniği”ne göre Suriyeliler, Türkiye’yi “istila ederek”, bildiğimiz, uyguladığımız ve el üstünde tuttuğumuz “yaşam şeklinin çöküşü ve ölümüne” işaret ediyor. Görünen o ki Avrupa’daki göçmen karşıtı retorik İnce tarafından da paylaşılıyor. Sol popülizm için “tek çıkış yolu” olarak da görülen İnce, geçmişte bu minvalde hayli söz sarf etmişti. İnce’nin 2012’den itibaren yaptığı tehlikeli kışkırtmalara aşina olanlar için, hiç de şaşırtıcı bulunmaz medyayı çalkalayan açıklamaları. Doğrusu bahsedilen yergilere karşılık vermenin bir anlamı da yok, çünkü kökenleri bizzat sol popülizmin karşısında durduğu ve eleştirdiği siyaset anlayışına dayanıyor.

1960’ların ikinci yarısından itibaren birçok kişi CHP’den nafile “sol” atak bekledi, hâlâ bekliyor ama bu çok mümkün değil gibi. Aslında miadını doldurmuş, yüzü geçmişe dönük nasırlaşmış bir duyarsızlıktan ve ahlaki körlükten beslenen demagojik açıklamalar, CHP’nin Ortadoğu ve dış politika anlayışını analiz etmek kadar hareketli göçmen figürünü anlamak bakımından son derece çarpıcı görünüyor. Göçmenlere yönelik hınç ve hırçınlığı şiddetlendiren Muharrem İnce’nin beyanları şüphesiz kendisi genel başkan olsa dahi, partinin gideceği yön ile ilgili radikal bir farklılıktan söz edilemeyeceğini gösteriyor.

Sol popülizm

Her şeyden önce göçmenliğin tamamıyla olumsuz yönden anlaşılması söz konusu… Mülteciler, Muharrem İnce’nin ve başkalarının konuşmalarında duygudaşlığı içeren daha yatay bir ilişkinin muhatapları yerine mücadele edilmesi gereken kişiler şeklinde kodlanıyor. İnce, ahkâm kesiyor ama ne uluslararası sözleşmeleri bilebilecek ne de bayram için ülkesine gidebilen Suriyeli oranının azlığını düşünebilecek kadar meseleye vakıf. Toplumsal yatırım, toplumsal içerme ve entegrasyon konusunda Avrupa’daki aşırı sağ organizasyonların sığ retoriğine demir atmayı siyaset teklifi sanıyor. Hâlbuki sol popülizmin kapısını aralaması umulan bir siyasetçinin, Suriyeli mültecilerin doğru düzgün bir şekilde ağırlanmalarını, dillerini öğrenmelerini, kendilerini çekip çevirmek için ihtiyaç duydukları yardımı sağlayacak imkânlar başta olmak üzere bir dizi politika önermesi beklenirdi. İşler şu an ve uzun bir süre böyle olacak gibi göründüğüne göre, şimdilik “bıçkın” İnce ve sol popülizm odağından ümitlenmek mümkün değil.

Gizlenmeyen karşıtlık

Suriyeli mazlumlara, mağdurlara ve gariplere her türlü olumsuzluğun pervasızca yüklenişi, aynı zamanda CHP politikasının gerçek kaygısını ifşa ediyor: Kontrol edilemez göçmenlik ve ulus-devletin yetersizliği. Öte yandan sorunun göbeğinde BM ile varlık kazanan uluslararası ulus-devlet sistemiyle şu anda alt-ulusal ulus-devlet sistemi iddiasıyla ortaya çıkan AB’nin, göçmen figürüne uyum sağlayamaması bulunuyor. Müteveffa Zygmunt Bauman’ın Kapımızdaki Yabancılar’da aktardığı rakamlara bakılırsa Avrupalıların yaklaşık yüzde 40’ı göçü, AB’nin karşı karşıya olduğu en önemli sorun görüyor. İngilizlerin ise yarısı göçün ülkenin çözmesi gereken sorunların en önemlilerinden biri olduğunu ifade ediyor. Tabii ki uzun yıllar gündemin bu şekilde devam edeceğini söylemek de sürpriz bir öngörü sayılmaz. Öte yandan şunu da göz önüne alalım; son seçim sonuçlarından hareketle milliyetçiliğin yükseldiği varsayılan Türkiye’de, bot vasıtasıyla Avrupa’ya gelen mültecilerin ve Meksikalı göçmenlerin acımasızca ölümlerinde şahit olduğumuz ölçüde bir yıkımla karşılaşılmıyor. Herhalde bunun için bir toplumun karakteristiği içerisinde biçimlenen sosyal alışkanlıklarına daha yakından bakılması gerekir. Ne var ki sol mahfiller, toplumsal eylemin mahiyeti üzerine düşünmek yerine “ırkçı-İslâmcı sağ blok” diye başlayan akla ziyan cümleler kurmayı tercih ediyorlar.

İşin diğer yüzü, göçmenlere baş belası muamelesinde bulunan göçmen karşıtı retoriğin bir ülkeden diğerine neredeyse aynı muhtevayla yer değiştirmesi. Bugünlerde televizyon haberleri, gazete başlıkları, siyasi konuşmalar ve tweetler 7/24 Suriyelilere ilişkin olumsuz referanslarla dolup taşıyor. Nitekim Avrupa’da göçmenlere dair pejoratif değerlendirmelerin belirgin karakteristik özelliklerine bakıldığında barbarlık kavramının hayli etkili olduğu görülür. Burası çok klişe gelmiş olabilir; öyleyse birkaç örnekle somutlaştıralım. İngiltere’de merkezi gazetelerden The Gurdian, mültecileri Roma’nın barbarlar tarafından işgalini hatırlatacak şekilde “Avrupa’nın kapılarını tırmalayan korkunç mülksüzler” diye tanımlayan bir editör yorumuna yer vermişti. Fransa’da, “mülteci trajedisinden” bıktığını her fırsatta dile getiren Marine Le Pen’in katıldığı bir toplantıda “göçmen akınının dördüncü yüzyıldaki barbar akınına benzediğini ve sonuçlarının aynı olacağını” söylemesi göçmenlere rıza göstermediklerinin işareti. Muharrem İnce, şu ya da bu ölçüde Avrupalı siyasetçilerin çoğunu ve onların medyasını takip edenlere tanıdık gelen bir yergiyi 24 Haziran seçimleri boyunca diline pelesenk etmişti. İnce, göçmenlere odaklanan duyarsız ve kışkırtıcı bakış açısını yansıtan açıklamalarını İstanbul, Osmaniye, Giresun ve Kilis başta olmak üzere pek çok şehirde yaptı. Ne var ki onun retoriği, göçmenleri “azılı dalgalar”, “istilalar”, “fırtınalar”, “taşmalar” ve “baskınlar” şeklideki “tehlikeli su” metaforlarıyla damgalayan tarihsel hafızası güçlü Avrupalı siyasetçilerle boy ölçüşmekten hayli uzaktı. Ancak şu nokta dikkat çekiyor: Argümanları farklı olsa da CHP elitlerinin göçmen karşıtlığını bileyleyen sembolik mekanizmalarıyla gelecek vaat etmeyen Avrupa sağı arasındaki müşterek işaretlerin dikkat çekecek ölçüde fazla olduğunu iddia etmek abartı olmaz.

Nihilist düşmanlıklar

Açıkça konuşmak gerekirse, uzun süredir kabul edilmesi gereken apaçık bir durum var ortada: Batı artık tümele/temele yaslanan bir siyasi söylem üretemiyor adeta sıfırı tüketmiş halde. Halklarına nihilist düşmanlıklar dışında yeni vaatlerde bulunamıyor, devletler ise küresel şirketler karşısında aciz kalıyor, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar göçmenleri bir nebze de olsa haklı kıldığından Batı’nın “uygarlaştırıcı” konumunu sorgulamaya zemin hazırlıyor.  CHP ve sol da siyasetsizlik nedeniyle tıkandı;  zira ne yaparsa yapsın kendi tabanı olabilecek insan unsuruna hitap edemiyor. Halkla bağlantısını belirli, gözle görülür ve elle tutulur tatmin edici politikalarla değil ancak toplumda sıkıntıya sebep olan meseleler üzerinden kurmayı deniyor. Bunların başında da Suriyeliler geliyor. Avrupa’da göçmen olarak tebarüz eden hareketlilik bizde Suriyeliler ile kavramsallaştırılıyor. CHP’li İnce’nin insanlar arasında güvenlik paniğine yol açan Suriyeliler anlatısı “kaygılı” halk dışında bir politika olarak kabul görmedi.

CHP’nin uzun zamanlı krizi, gittikçe artan oranda halkçılık savları ile yanlış cepheler yaratıp düşmanlık duygularını köpürtmek arasında seçim yapmakta zorlanmasıdır. Gerçek kriz ise, ikisinin asla bir arada olamayacağıdır. Onca yıllık tarih, bunu kanıtladı; fakat önümüzdeki yıllar bizi bunun farkına varmaya daha fazla zorlayacak. Bu şartlar altında belki daha oturaklı düşünmek elzem. Gittikçe artan sıklıkta işittiğimiz göçmenler ve diğer konularda yapılması gereken, artık var olmayan sıkıntı verici modellere takılıp kalmak yerine şimdiye odaklanmaktır. Eğer bunu yerine getirmekte başarısız olurlarsa hiçbir mazeretleri olmayacaktır.

[email protected]