Hayaldi gerçek oldu

Mehmet Emin Ekmen
22.04.2017

Merkeze sandığı alan ve yürütme ile yasama iradesini farklılaştıran bu yeni sistemin, iç siyasette; birçoğu öngörülmeyen, hayret verici, dönülmez ufuklar açtığı kısa zamanda görülecek. Siyasetin dinamiklerini altüst edecek hatta siyasetin sosyolojisini değiştirecek yeni bir dönemin başındayız. Referandum sonuçlarını doğru okuyan siyaset, bu döneme daha hızlı intikal edecek ve ön alacak.


Hayaldi gerçek oldu

“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” Ak Parti Kurucu Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bu cümleyi 14 Mayıs 2001’de Bilkent Otel Konferans Salonunda söylediğinde, olacakları kim öngörebilirdi ki? 28 Şubat tecrübesi, kalpleri besleyen öfke, bu topraklara dair umut ve hepsini süzen akıl; Tayyip Erdoğan aşkı ile buluşunca ortaya Ak Parti çıkmıştı. Birçok kere ifade edildiği gibi partiyi millet kurmuş, tabelasını da Erdoğan ve ekibi asmıştı. 28 Şubat’ın acı dolu hatıraları taze, ekonomik buhranın etkileri hala cariydi. Anadolu insanı bin yıllık irfanı ile 22. Dönem TBMM’yi şekillendirdiğinde tarihi bir hamle yaptığının ne kadar farkındaydı bilinmez. Medya-Ordu-Sermaye-Yargı işbirliği ile yapılan 28 Şubat darbesine, Kemal Derviş kararları ile desteklerinin semeresini alan uluslararası finans çevrelerine karşı ileri sürülen Ak Parti hamlesi, yepyeni bir durumdu. Anadolu insanının sabrı, tevekkülü, umudu bu kez Erdoğan’ın mücadeleci yer yer gözüpek/kavgacı kişiliğinin arkasına bloke edilmişti.  Bu irade, önce Ahmet Necdet Sezer eli ile sürdürülmek istenen postmodern darbe sürecine direndi ve aşama aşama sonlandırdı. Aynı dönemde Ayışığı, Sarıkız, Yakamoz, Eldiven, Balyoz gibi darbe hazırlıkları da boşa çıkartıldı. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay ile sürdürülen yasama ve yürütmeyi kuşatma hamleleri ise maalesef hep başarılı oldu. 2007’de yaşanan sanal muhtıraya karşı dik duruş; önce güçlü seçmen desteğini aldı, ardından akılcı bir yönetim ile kapatma davası püskürtüldü.

Doğrudan temsiliyet

2010 referandumu, yüzde 58 destek ile 80 yıllık statükonun tasfiyesine dair büyük bir umut doğurdu. Ancak bu irade üzerine kurulmak istenen FETÖ vesayeti; 2014 HSYK seçimleri, 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleri ile her kademede reddedildi. Son ve de en alçak girişim olarak kayda geçen 15 Temmuz darbe girişimine karşı ise canlar feda edilerek karşı duruldu. Millet “kurumlar eli” ile yapılan alçaklığa doğrudan el koydu.

Vesayetin birini bertaraf ederken yeni vesayetlerin kurulabileceği tecrübesi, artık esaslı bir hamleyi zorunlu kılıyordu. Madem ki yepyeni bir anayasa yapılamıyordu o halde 61 Anayasası ile kurulan ve 82 değişiklikleri ile tahkim edilen sistem değişmeliydi. Böylelikle “kurumlar eli ile” milli iradeyi gasp eden vesayet sistemi sona erdirilebilirdi. Sahada galip gelen milli iradeye masada ortak olan kurumları bertaraf etmek için aranan kan anonsuna Devlet Bahçeli’nin Meclis’te, Kürtlerin sandıkta olumlu yanıt vermesi ile ortaksız ve engelsiz bir “irade” kullanımının önü açıldı. 14 Mayıs 2001’in 16. yılında gerçekten “hiç bir şey eskisi gibi olmadı”, çok zorlu geçen 15 yılda, tarihe geçecek, yurtiçi ve yurtdışı üniversitelerde siyasi ders ve incelemelere konu olacak yepyeni ve “nevi şahsına münhasır” bir tecrübe yaşandı. Engelli koşudaki bariyerlerin teker teker aşılmasından sonra artık düz koşuya geçme zamanı. 2011 seçimlerinin sloganında denildiği gibi “Hayaldi Gerçek Oldu.”

Peki her şey umut edildiği gibi olacak mı? Bizi neler bekliyor? Anlaşılan o ki, mücadele, durup dinlenmeden, devam edecek. Mücadele imkanı ve kapasitesi artacak ama mücadele hiç bitmeyecek. Erdoğan’ın mücadelesinde temel belirleyici saik, “zaferden değil seferden sorumlu olunduğuna” dair inanç oldu. Erdoğan sonucu hiç bir zaman düşünmedi, hep doğru olduğuna inandığı şeyi yaptı. O zafere inandı ama esas olan “sefere niyet” ile ilahi planda vazifesini yapmaktı. Uluslararası siyasette yüksek maliyetleri göze alarak “değerler siyasetini” önceledi.  Bu inancın getirdiği hasbilik ve samimiyet, millette de karşılık buldu ve bugüne kadar sayısız zafer nasip oldu.Dış politikada Suriye’nin geleceği ve bunda Türkiye’nin rolü ile Avrupa Birliği ile ilişkiler iki temel gündemimiz olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, müzakereleri sonlandırma resti ile Avrupa’yı Türkiye ile daha saygın ve öngörülebilir bir ilişkiye zorlayacaktır.

Çizilmiş sınırlara riayet etmeyen, belirlenmiş rollerle yetinmeyen bir Türkiye, uluslararası karar vericiler, kamuoyu yapıcılarla sürekli sorun yaşayacak. Siyasi mekanizmalar, medya ve finans gücü Türkiye’yi sıkıştırmaya devam edecek. Öyle ki bu mücadele vekalet suretiyle değil doğrudan yapılır hale gelecek. Ortadoğu’da sınırların yeniden belirlendiği, 100 yıllık hesabın görüldüğü bir 10 yıl yaşıyoruz. Türkiye bu zor dönemden istediğini elde ederek çıkabilecek mi? Bu tabloda zor, ama imkansız da değil.

Merkeze sandığı alan ve yürütme ile yasama iradesini farklılaştıran bu yeni sistemin, iç siyasette; bir çoğu öngörülmeyen, hayret verici, dönülmez ufuklar açtığı kısa zamanda görülecek. Siyasetin dinamiklerini altüst edecek hatta siyasetin sosyolojisini değiştirecek yeni bir dönemin başındayız. Referandum sonuçlarını doğru okuyan siyaset, bu döneme daha hızlı intikal edecek ve ön alacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan, güçlü sezgileri ve halkla kurduğu kuvvetli duygusal bağla yetinmeyip, bilimsel anketlerden de hep faydalandı. Sandık, tartışmasız, tek gerçek ankettir. Cumhurbaşkanı Erdoğan siyasi yaşamı boyunca, sandık sonuçlarını sadece istatiksel değil, siyasi ve sosyal boyutları ile de yakından takip etti. Kararlarını, bu analizler, veriler belirledi.

Meclis’te MHP, sandıkta Kürtler

Sonuçlara bakıldığında öne çıkan üç husus var; MHP’den ve HDP’den ayrı ayrı yüzde 3 kadar ‘evet’ oyu geldiği, buna karşılık Ak Parti’nin yüzde 5 kadar fire verdiği anlaşılıyor. Bahçeli’yi de hedef alan ‘hayır’ oylarına rağmen, MHP’nin Meclis’te verdiği destek ile vazifesini gördüğünü kabul etmek ve Devlet Bahçeli’ye ait iradeyi çok da örselememek gerekiyor. HDP ve PKK’nın; “Verilen her evet, atanan kayyumlara, tutuklanan milletvekillerine, yıkılan şehirlere ve hayatını kaybedenlere evettir” şeklindeki kampanyasına rağmen, bölgede ve büyükşehirlerde Kürt seçmenin verdiği ‘evet’in; minimum iki anlamı var. İlki Kürtler, MHP ile ittifaka rağmen Ak Parti’ye değil HDP’ye mesaj/ders vermeyi tercih ettiler. Bu da; teröre son ver, demokrasi ve siyaset zeminine dön mesajı idi. İkincisi ise Ak Parti’nin şahsında devlete; “Siyasal taleplerimin arkasındayım ama yapılan teröre ve bu teröre destek olunmasına karşıyım” dedi. Son olarak da Avrupa’ya tıpkı Lozan’da çekilen telgraflarda olduğu gibi “Yüzüm Ankara’ya dönük, kalbim Anadolu ile atıyor” denildi. Bu “Siyasi sorunlarımızın bu ülkede bir ameliyat gerekçesi yapılmasına izin vermeyiz” demekti. Erdoğan’ın dikkatle ele alacağı bir veri de Ak Parti’den eksildiği varsayılan yüzde 5 kadar seçmenin neden böyle davrandığıdır. Bu değerlendirmeler ışığında; makro politik kararlar gözden geçirilecek, beklentiye uygun yeni bir söylem ve hedefler ortaya konacaktır. Bu şartlarda; kabine, genel merkez, meclis yönetimi hatta üst düzey bürokrasinin ve FETÖ ile mücadele döneminde öne çıkan kadroların da gözden geçirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu adımlar şüphesiz 2019 seçimlerine yönelik olacaktır.

Yeni dönemde ortaya çıkacak en ilginç sonuçlardan hatta paradokslardan biri de; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ak Parti arasındaki ilişki olacaktır. Partisinin genel başkanı olduğunda, partisi ile formel bağını kuracak ama yeni sistem seçmenin Erdoğan ile partisini ayrıştırma ihtimalini doğuracaktır.  Yani bir vatandaş “Ben Erdoğan’ı Başkan olarak görmek istiyorum” deyip ona oy verebilir, ancak teşkilata kızıp ya da adayı beğenmeyip, parti listesine oy vermeyebilir. Veya istikrar için Erdoğan’da birikecek oylar, çeşitliliği sağlamak veya başka saiklerle Meclis’te bölünebilir.  Bu durum, karşımıza; başkanlığı kazanmış ama Meclis’te çoğunluğu istenen seviyede alamamış bir Ak Parti çıkarabilir. Bu  ihtimali bertaraf etme çabası teşkilat ve aday kalitesinin artırılmasını sağlayabilir. Seçmenin Başkan ve Meclis’i ayrıştırması ihtimali, ayakta durabilecek kalitede/kuvvette insanları öne çıkaracaktır.

Tıpkı 2010 referandumunun bu sistem değişikliğini dayatması gibi bu değişiklik de ileride yeni adımları dayatacaktır. İstikrar garantiye alınınca, yarışın dayatacağı kalite ve beklentiler; seçim yasasında ve siyasi partilerde değişiklikleri getirecektir. Bu alanda iki husus öne çıkacaktır; çoğulcu bir yapı için barajın indirilmesi, aday kalitesinin artırılması. “Ayağı çamur, sırtı güneş görmemiş” liderlerin bagajında keyif süren yerel siyasetçiler için keyifli günlerin geride kalma ihtimali yüksek gözüküyor.

Kutuplaşma mı geçişkenlik mi?

Seçmeni ve sandığı merkeze alacak olan bu değişim, siyaseti bütün dinamikleri ile yeniden kurgulayacaktır. Bunun emareleri CHP’nin kampanya döneminde kendini göstermişti. Otobüste başörtüsünden dolayı saldırıya uğrayan genç kıza Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ziyaret veya ‘evet’çileri denize dökmekten bahseden Konya milletvekiline kendi partisinden gelen tepkinin arka planında şüphesiz yüzde 50’lik hedefi yakalama gayreti vardı. Türkiye’de temel bir veri olarak kabul edilen yüzde 70 sağ muhafazakar, yüzde 30 sol/ulusal seçmen ayrımı dikkate alındığında; yeni dönem; partilerin seçmenle maksimum uyum çabasına girmeleri sonucunu doğuracaktır. Partiler kendi listelerinde içe kapanık davransalar dahi, destekleyecekleri başkan adayı için yüzde 50’yi yakalayacak bir profil arayışı içinde olacaklardır.

Bu durum zannedildiğinin aksine, siyasal geçişkenliği sağlayacak adayları öne çıkaracaktır. Kampanyadaki keskin dil ve kamplaşmaya rağmen ortaya çıkan 51-49 dengesi, ‘evet’ oylarındaki HDP ve MHP’nin eşit derecedeki katkısı, yüzde 50’yi geçmenin aynı zaman diliminde farklı seçmen kitleleri ile buluşmaktan geçtiğini gösteriyor. Sonuçta MHP ve HDP’den 3’er puan alabilen ama kendi tabanından 5 puan kaybeden Ak Parti patronajında bir ‘evet’ cephesi var. Bunun karşısında ise HDP ve MHP’den 7-8’er puanı içinde barındıran ve CHP’nin öncülük ettiği Ak Parti’den de oy alabilen bir ‘hayır’ cephesi var. Bu tablo, olanca gerilime rağmen geçişkenliğin arttığını gösteriyor. Yine bu tablo, 2019 kampanyasında adayların dört parti seçmeninden de oy alma yarışına girebileceklerini gösteriyor.

Anayasa değişikliği uyum yasaları için önümüzde altı aylık bir süre var, ardından 2019 seçimleri ile Cumhurbaşkanı kararname yetkisi gelecek. Aslında sistemin uygulanmasına hazırlık için Cumhurbaşkanı kararname yetkisinin de tıpkı uyum yasaları gibi hemen tanınması daha doğru olurdu. Kararname yetkisinin kullanımı ile ortaya çıkacak devlet kurumlarının reorganizasyonu da bizi sivil siyasetin etkin olduğu birçok yenilikle tanıştıracak.

Değişime hazır olmak ve artık hiçbir şeye şaşırmamak gerekiyor.

[email protected]

Mehmet Emin Ekmen / Avukat