Hükümet sistemi neden değişmeli?

Arş. Gör. Hilal Yazıcı / Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anayasa Hukuku ABD
11.02.2017

Her biri güçlü, çok sesli yürütme gücü, yeterli derecede hızlı mücadelenin önünde engel olmaktadır. Sadece 15 Temmuz darbe girişimi değil, Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konum da etkililik ve hızlılığı zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla hükümet sistemine ilişkin tartışma Türk siyaseti açısından hem çok eski bir tartışmadır hem de asla suni değildir. Aksine gerçek bir ihtiyaca karşılık gelmektedir.


Hükümet sistemi neden değişmeli?

Türkiye, hükümet sistemine ilişkin oldukça önemli bir değişikliğin meclis görüşmeleri aşamasını tamamladı ve ilgili değişiklik Nisan ayı içerisinde halkın oyuna sunulacak.

Söz konusu değişikliğin bir rejim değişikliği değil hükümet sistemi değişikliği olduğuna ilişkin tartışma bir kenara bırakılacak olursa, Türkiye’de hükümet sistemine ilişkin değişiklik ihtiyacının nereden kaynaklandığı ve dolayısıyla böyle bir ihtiyacın gerçek olup olmadığı noktalarının netleştirilmesi gerekmektedir. Bu noktada sistem değişikliği gerekliliğinin altında yatan sebeplere bakmakta fayda var.

Siyasette yozlaşma

Olumlu ve olumsuz taraflarıyla hükümet sistemine ilişkin bu değişiklik, geçmişten günümüze Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bazı sorunların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Çok fazla bu yönüyle tartışılmıyor olmakla birlikte,Türkiye’de siyasetin en önemli problemlerinden biri hantal bürokratik yönetim yapısı, bunun bütçeye getirdiği ağır yük ve bundan kaynaklı sorun çözme ve hizmet üretebilme noktasındaki yavaşlık olagelmiştir. Temelde bu bir hükümet sistemi sorunu olmamakla birlikte, Türk toplumu ve siyasetçisinin siyasete bakış açısı ve siyasi kültürünün, siyasetten beklentisinin, parlamenter hükümet sistemiyle birlikte böyle bir pratiği ortaya çıkardığı söylenebilir. Parlamenter hükümet sisteminin yürütmeye ilişkin öngörmüş olduğu çokluluk(cumhurbaşkanı-başbakan-bakan) Türkiye pratiğinde hem çift başlılığa hem de neredeyse her biri adeta bir hükümet olan büyük ve hantal teşkilatlanmaya sahip bakanlıklara imkan vermiştir. Türkiye, bakanlık sayılarının 50’ye kadar çıkarılarak siyaset pastasından mümkün olduğunca geniş bir biçimde faydalanmanın hedeflendiği koalisyon zamanlarına şahit olmuştur. Bu eğilim Türkiye bürokrasisinin içinden çıkılmaz bir biçimde bütçeye yük, hantal, hizmet üretmeyen bir yapıya bürünmesiyle sonuçlanmıştır. Merhum Valimiz Recep Yazıcıoğlu’nun deyimiyle “Çünkü Türkiye’de sistemin çürümesi siyasi makam olan bakanlıklarla başlıyor. Bürokrasideki çürüme, herc-ü merç, aşırı politize olma, siyasallaşma, tüm bu yağcılık ve balcılık vaziyetleri ondan kaynaklanıyor.”

AK Parti hükümetleri iş başına geldiğinden bu yana özellikle bu konuda önemli adımlar atmıştır. Hizmet etmeyi, yönetme biçiminin en önemli ilkelerinden biri haline getirmeye çalışmış, siyasi yozlaşmayla mücadeleyi parti programlarında işlemiştir. Bakanlık sayılarının düşürülmesi ve siyasette üç dönem kuralının getirilmiş olması bile, ilk kez iktidara gelen yeni bir partinin, uğraştığı ilk meselelerden biri olarak bu konudaki yozlaşmayı çok net bir şekilde ortaya koyan bir veridir.

Çift başlılık

Çift başlılık sorunu da Türkiye’de hükümetlerin karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan birisidir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi parlamenter sistemin öngörmüş olduğu çift başlı yürütme, Türk siyasi geleneğinde, demokratik kültürü özümsemiş toplumların aksine denetim ve denge işlevi yerine, hükümetlerin iş yapma, hizmet üretme, karar alma gibi en temel işlevlerinin önünde engel teşkil eder hale gelmiştir. Bunun en önemli sebebi ise darbe anayasacılığının seçilmiş siyasetçiye olan kategorik güvensizliğinin, parlamenter sistemin ruhuna aykırı olarak güçlü yetkilerle donatılmış ama sorumsuz kılınmış cumhurbaşkanlarıyla karşılanabileceği inancıdır.

2007 değişikliği ve sonrası

Oysa 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan kriz, bu dengenin geri dönülmez bir şekilde değişmesinin önünü açacak bir anayasa değişikliğine sebebiyet vermiştir. Bugünkü anayasa değişikliğinin en önemli gerekçelerinden bir diğeri de burada karşımıza çıkmaktadır. Hükümetlerden daha fazla demokratik meşruiyete sahip cumhurbaşkanın güçlü yetkileri, sorumsuzluğu ve karşısında siyaset ve hizmet üretmekle meclise ve tabii ki halka karşı sorumlu olan hükümetler… Bu iki kurum arasında çatışmanın çıkması kaçınılmazdır. Zira hem geçmiş dönemler hem de son dönem siyasi tecrübelerimiz, aynı siyasi eğilimlerden gelseler bile cumhurbaşkanı ve hükümet arasında çatışma çıkmasının önlenemeyeceği ve bunun da bir yönetememe sorunu ortaya çıkaracağını göstermiştir. Diğer taraftan, halkın cumhurbaşkanını seçme yetkisini kazandıktan sonra, bu yetkinin tekrardan geri alınmasının mümkün olmayacak olması da hükümet sistemi probleminin, parlamenter sistem içerisinde kalınarak çözülmesini oldukça güç hale getirmekteydi.

Gerçek bir kuvvetler ayrılığının 1982 Anayasası’nın getirmiş olduğu düzene göre var olup olmadığı her siyasi parti tarafından ciddi şekilde sorgulanabilir durumdadır. Bu noktada parlamentoların geçmişten günümüze sahip olduğu en önemli iki işlevin, mevcut hükümet sistemimizde bir anlam ifade etmeği görülür. Yasa yapma parlamentoların en önemli görevlerinden birisidir. Ancak Türkiye’de yasayı kimin yaptığına baktığımızda yüzde 90’ın üzerinde bir oranla yasaların hükümetlerin elinden çıktığı görülür. Bu sadece tek parti hükümetleri dönemlerinde değil, koalisyon hükümetleri dönemlerinde de geçerli olan bir yasa yapma pratiğidir. Yasa yapma konusunda parlamentonun işlevsiz kalmasındaki önemli faktörlerden birisi de Türkiye’nin değişmez bir siyasi geleneği olan disiplinli parti yapısıdır. Bu yapı özellikle parlamenter hükümet sistemlerinde hükümet-parti-parlamento birlikteliğini ortaya çıkarmaktadır. Parlamentonun ikinci önemli işlevi, hükümetleri denetlemektir. Ancak gerek tek parti hükümetleri dönemlerinde gerekse koalisyon hükümetleri dönemlerinde, özellikle disiplinli parti yapısının da etkisiyle bu işlevin de neredeyse hiçbir zaman etkili bir şekilde kullanılması mümkün olamamıştır. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ilkesi açısından da hükümet sisteminin yeniden düşünülmesi gereklilik arz etmekteydi.

15 Temmuz süreci

Dünyada ama özellikle de Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin yanında, Türkiye’nin karşı karşıya kalmış olduğu bu süreç, parlamenter sistemin Türkiye örneğindeki her biri güçlü, çok sesli yürütme gücü, yeterli derecede hızlı mücadelenin önünde engel olmaktaydı. Ayrıca sadece bu kalkışma değil, Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konum da etkililik ve hızlılığı zorunlu kılmaktadır. 

Dolayısıyla hükümet sistemine ilişkin tartışma Türk siyaseti açısından hem çok eski bir tartışmadır hem de asla suni değildir. Aksine gerçek bir ihtiyaca karşılık gelmektedir. Nisan ayında oylayacağımız anayasa değişikliğinin özellikle bu noktalarda önemli açılımlar getirdiğini vurgulamak gerekir. Tartışmalı tarafları olmakla birlikte, siyasal organların karşı karşıya kaldığı acil sorunların sırayla ve zamanla çözülmesi noktasında önemli bir lokomotif görevi görecek bu değişikliklerin, ayrıntılı ele alınmasını başka bir yazıya bırakıyoruz.

[email protected]