İdlib sonun başlangıcı mı?

Prof. Dr. Nurşin A. Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı
8.09.2018

İdlib’de çanlar sadece siviller için çalmıyor, tehlikede olan, bugüne kadar emek verilmiş pek çok siyasi süreç ve ilişki var. Ama ya duyduğumuz ses çan sesi değilse, ya birbirine karşı konumlanmış iki rakibin birbirleriyle açıkça karşılaşma anını haber veriyorsa bu sesler?


İdlib sonun başlangıcı mı?

Suriye’de toz duman yatışmadı, mücadele bitmedi, kimse kimseyi ikna edemedi ama gözler kanamak üzere olan yaraya İdlib’e döndü bile. Uluslararası toplum, uzun bir süredir neler olup bittiğine kulaklarını tıkadığından, kanıksadığından ve asıl kapışmayı beklediğinden, şimdi kulaklarını dört açmış, İdlib’de “çanların kimin için çaldığını” soruyor. Aleni olan cevabı, yani İdlib’e sığınmış sivilleri daha çok ölümün beklediğini hızlıca herkes söyleyip, sorunun asıl merak edilen parçasına dikkatleri veriyorlar. Acaba, İdlib’de yaşanacaklar, Suriye’de masaya oturmadan önce Rusya, İran ve Rejim’in ama elbette en çok Rusya’nın askeri olarak elini gösterip, Suriye’de kendi payını kaptığı bir “Suriye Yalta’sı” öncesi son paylaşım anı mı olacak? Bu soru henüz cevaplanmamışken, 4 Eylül’de, Rusya İdlib’e yönelik bir hava saldırısı başlattı ve daha fazla sorunun sorulmasına neden oldu. Bilindiği gibi, uluslararası toplumdaki beklenti İdlib’in geleceğinin 7 Eylül’de Tahran’da bir araya gelen Astana Üçlüsü tarafından masaya yatırılmasıydı.

Pazarlık kozları

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sözcüsü Stephane Dujarric, daha geçtiğimiz günlerde, Beşşar Esed Rejimi ve destekçilerinin İdlib’de olası operasyonuna karşı ‘yüksek alarm’ halinde olduklarını açıklayıp, İdlib’de çözüm için Türkiye-Rusya ve İran arasında gerçekleşecek zirveye bel bağladıklarını duyurmuştu. Benzer açıklamalar, BM Suriye özel temsilcisi Mistura’dan da, Fransa gibi “konuyla özel ilgili” ülkelerin temsilcilerinden de gelmişti.

Bilindiği gibi, üçlü, Astana’da, Soçi’de ABD’nin Suriye özelinde ortaya çıkan planlarına karşı el sıkışmışsa da aralarında Suriye’nin geleceği ile ilgili oluşan görüş ayrılıklarını bugüne kadar korudular. Muğlak ama çok önemli olan bir prensip, Suriye’nin toprak bütünlülüğünün korunması, bu görüş ayrılığının tam olarak ön plana çıkmasına izin vermedi ya da daha doğru ifade ile Astana üçlüsü bu prensip arkasında görüş ayrılıklarının ortaya çatışmacı olarak dökülmesine bugüne kadar engel oldu. Dolayısıyla 4 Eylül saldırıları Astana ruhuna zarar veren bir eylem mi, yoksa Moskova’nın pazarlık kozlarını artırmak için İran’a, Türkiye’ye, Şam’a yönelik yolladığı çoklu/çok anlamlı mesaj mı bir süre anlaşılamadı. Rusya’nın 7 Eylül öncesi, pazarlık kozlarını parlatmaya ihtiyacı olduğu bir gerçek çünkü Moskova, Türkiye’yi küstürmeden Suriye’deki kazançlarını korumak zorunluluğu altında hareket serbestliğinin belirli sınırları olduğunu biliyor. Hatırlanacaktır; Astana sürecinde çatışmasızlık bölgesi ilan edilmiş İdlib’in Suriye muhalefeti için çok önemli olduğu bilindiğinden, İdlib’de başlatılacak Suriye-İran saldırısının Rusya tarafından desteklenmesi Ankara’da uzun süredir bir rahatsızlık kaynağıydı. İdlib saldırısının bugüne kadar zaten çok kan dökülmüş Suriye’de kanın daha çok dökülmesi anlamına geleceği, bu korkunun bölgede sivilleri şimdiden Türkiye sınırına doğru sürdüğü de başka bir gerçek. Kısaca, Ankara Tahran Zirvesi öncesi, Rusya ve İran’a, İdlib’de stratejik bir yanlışlık yapmamaları konusunda uyarı ardına uyarı gönderiyor.

Suriye’de gerçekleşecek Moskova-Tahran destekli hava-kara saldırısı büyük ihtimalle bundan öncekiler gibi, Halep gibi, Gutta gibi sivil-terörist ayrımı yapılmadan gerçekleşecek. Zaten uzun bir süredir büyük güçler kendi gölgelerini, ellerini ve kollarını Suriye savaşında görünür kılıyorlar ama melez savaşın küçük aktörlerinin maskelerini yüzlerinden çıkarmıyorlardı. Maske arkasında, terörizmle savaş bahanesiyle dökülen kan neredeyse görünmez mürekkep hızıyla buharlaşıyor çünkü. Kanın buharlaşmayıp, ağırlaşıp koyulaştığını bilen, sınırına yönelik yeni mülteci dalgası riskiyle karşı karşıya kalmış Türkiye ise tüm dünyanın kapıldığı “terörist tehditlere karşı katliam tehlikesi” oyununun perdesini aralamaya ve Astana sürecindeki ortaklarıyla ciddi bir diyalog ve çözüm süreci yakalamaya çalışıyor. Ankara’nın uyarıları aslında Astana sürecinde muğlak bir biçimde ortaya konulan prensibe, Suriye’nin toprak bütünlüğü prensibine politik bir işlerlik kazandırabilir. Türkiye, İdlib ve ötesinde çözümün ortaklaşa olarak terörist hedeflerin sınırlandırılmasından geçtiğini düşünüyor. Ankara İdlib’i mesken tutan 2500-3000 kişi dolayında radikal terörist unsurun ortak çabayla temizlendiği takdirde Astana sürecinin elinin de özellikle Batı, Cenevre diye sayıklarken, daha güçleneceğini hesaplıyor. Kısaca Türkiye’nin uyarılarını gözetmeden yapılacak İdlib saldırısının, Suriye’de kaosu artırmak dışında, Şam-Tahran-Moskova üçlüsü için de yeni riskler yaratabileceğini muhataplarına uzun süredir anlatmaya çalışıyor Ankara.

Ankara’nın içgörüsünde yanılmadığı son dönemde ABD’den yükselen seslerden de anlaşılıyor. ABD Başkanı Trump, geçtiğimiz günlerde twitter üzerinden paylaştığı bir mesajda rejimin kimyasal silah kullanması halinde Washington’un askeri bir cevap vereceğini dile getiriverdi. Trump başka bir twitinde de, Rusya ve İran’ın İdlib saldırısına katılarak insani bir hata yapacaklarını ve ABD’yi çok kızdıracaklarını söyledi. ABD’nin, 8 yıla vurmuş Suriye savaşında, siyasi sonuç üretememiş iki cezalandırıcı saldırı, Suriye’nin parça pincik haline getirilmesi ve terörizme verilen tırlar dolusu silahlı destek sonrası insanlığı yeniden niçin keşfetmiş olduğuna Rusya da İran da -daha dikkatli gözlerle bakmalı. ABD ve her fırsatta Suriye’de bir şey olsa da askeri olarak müdahil olsam diye bekleyen Fransa’nın, son dönemde niçin “katliamlar” konusunda bu kadar hassaslaştıkları, niçin Astana dinamiğinde ve Rusya’nın kurduğu satranç oyununda neler olacağını ellerini ovuşturarak bekledikleri hem Tahran’da hem de Moskova’da iyice sorulmalı.

4 Eylül’ün mesajı

Uluslararası toplum, İdlib’de yaşanacakların İdlib’den daha önemli olduğunu hissediyor. İddia edebiliriz ki, 2015’den itibaren ABD ve Rusya arasında Suriye’de vekiller ve “terörizmle mücadele” bahaneleri arkasından, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’in vaat etikleri üzerinden yaşanan örtülü jeopolitik ve jeo-ekonomik mücadele, İdlib üzerinden daha açık, görünür bir hale dönüşüyor. O kadar görünür ki, artık İdlib’e bakan herkes birbiri karşısında konuşlanmış donanma ve hava kuvvetlerini görebiliyor. Kremlin, uzun süredir donanmasının modernizasyonunda ve askeri kabiliyetlerini güçlendirme de sorunlar yaşıyor olabilir ama 1-8 Eylül tarihlerinde Akdeniz’de çok büyük bir askeri tatbikata girişmekten, savaş gemi ve uçaklarını bölgede bulunan ABD ve Fransız donanmasının gözüne sokmaktan geri durmadı. Amerika’nın nasıl cevap verdiğini neyi görünür kıldığını anlamak için Trump’ın twitlerine geri dönmek yeterli. Ölüm korkusuyla İdlib’de yola düşen kadın, erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk herkesin üzerinde Tomahawk’ların gölgesi titriyor.

İdlib’de çanlar sadece siviller için çalmıyor, tehlike de olan, bugüne kadar emek verilmiş pek çok siyasi süreç ve ilişki var. Ama ya duyduğumuz ses çan sesi değilse, ya birbirine karşı konumlanmış iki rakibin birbirleriyle açıkça karşılaşma anını haber veriyorsa bu sesler?

4 Eylül, 7 Eylül’ün arifesinde gerçekleştiğinden İdlib’e yönelik hava saldırıları Astana üçlüsüne ve Şam’a bir mesaj olarak yorumlandı. Aslında, Astana üçlüsü bir yana, İdlib’in, Rejim, İran ve Rusya nezdinde de farklı amaçları sembolize ettiği bir gerçek. Rusya; Suriye’de sahil şeridini, gelecekte Rusya’nın Akdeniz’de sahip olduğu çok değerli A2/AD kapasitesinin limanı ve Ortadoğu’dan alternatif enerji transferleri üzerinde kontrolünün garantisi olarak elinde tutarken, hep tutmaya kararlıyken İdlib’in bu önemli bölgenin hinterlandı olduğunun farkında. Dolayısıyla Moskova, İdlib’de rahatsızlık kaynağı olarak, bölgede bulunan HTŞ (Heyet Tahrir-ü Şam) gibi radikal terörist unsurları gösterse de stratejik hedefi Rusya’nın bölgede büyük maliyetlerle (bu sıkışık zamanında çok para ve kanla) elde ettiği askeri ve ekonomik kazanımları korumak. İdlib, bu noktada Akdeniz’e kıyısı olmadan Rusya’nın tüm Akdeniz stratejisinin okunabileceği özel bir bölge haline geldi. Rus çıkarlarının savunulması İdlib’den başlar mottosunu (Bu mottonun Şam ve Tahran’a ne söylediğini de sorgulamak lazım elbet) Rus yetkililerin 4 Eylül saldırılarını açıkça üstlenmelerinden anlıyoruz. Yapılan açıklamalarla İdlib’in batısındaki Cisr eş Şugur, Bisenkul, Gani, İnneb, Sirmsniye ve Hama’nın kuzeyindeki Zeyzun’daki karargah ve depoların üç Rus savaş uçağıyla vurulduğu, HTŞ üyeleriyle birlikte -maalesef- sivillerin de ortadan kaldırıldığı duyuruldu. Moskova’nın sivil kayıplar konusunda ne kadar hassas olduğu belki ironi yüklü bir soru ama ABD, İngiltere ve Fransa’nın “Katliam nerede, bizim silahlarımız orada” şarkısını tutturduğu bir dönemde Moskova’nın hiçbir vekilin maskesini takmadan açık açık İdlib’de güç gösterisi yapmayı tercih etmesi çok önemli bir mesajdır. Bu mesajım muhatabının da Astana üçlüsünden önce ABD olduğu muhakkaktır. 

Akdeniz stratejisi

Ancak kader, bu noktada, Rusya’yı Türkiye ile bir sınava sokuyor. Ankara’nın Moskova ile en azından düşmanca olmayan ilişkilere sahip olması Rusya’nın Akdeniz stratejisinin temel dayanaklarından biri. Hem Türkiye’nin Akdeniz’de geliştirdiği ve geliştirmeyi planladığı askeri kabiliyetler hem Boğazlar üzerindeki Türk hakimiyeti hem de Türkiye’deki üstlerdeki kritik NATO yapılanması Rusya için Türkiye’yi, NATO’nun en büyük askeri güçlerinden birini, her zaman dikkat edilmesi ve uzlaşılması gereken bir aktör haline getiriyor. Türkiye ve ABD ilişkilerinin Ortadoğu ve Suriye üzerinde giderek soğuması Rusya’nın elini Ankara karşısında hem kolaylaştırdı hem de Şam’la, Tahran’la ya da Kürtlerle ilişkilerini Türkiye’yi uzaklaştırmadan kurgulamak zorunda kaldığından Moskova’yı giderek daha ince diplomatik hamleler biçmeye itti. Bu ince dengeyi, güç gösterisi yaparken ya da “terörizmle savaş” diye bağırırken korumak Moskova için haliyle zor oluyor; yine de Rusya’nın İdlib saldırısında Türkiye’ye mesajını “diplomatik kapılar” açık çerçevesinde verdiğine inanmamız için yeterince sebep var.

Bilindiği gibi, Türkiye Astana sürecinde çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilen İdlib’de gözlem noktaları oluşturmuştu. Burada 12 gözlem noktası aracılığıyla sahanın Türk askerleri tarafından kullanılan İHA’lar tarafından gözlemlendiği ve Suriye rejiminin olası bir hareketlenmesinin sürekli takip edildiği biliniyor. Dolayısıyla, 4 Eylül hava saldırısının yapıldığı alan göz önünde bulundurulduğunda, Ankara’nın İdlib ’teki gözlem noktalarındaki mevcudiyeti içinde Türkiye’nin saldırılardan önceden haberdar edilmiş olma olasılığı mevcut. Nitekim, Ruslar İdlib’e yönelik saldırının kendilerince yapıldığını kabul ederken, operasyonun sınırlı mahiyette gerçekleştiğini belirtmeyi unutmadılar. Bu noktada Türkiye’ye eğer “diplomatik kapılar” açık mesajı verildiyse Ankara’nın da aynı şekilde cevap verdiğini iddia edebiliriz. Ankara İdlib konusunda Rusya’dan ne kadar farklı düşünüyorsa düşünsün, HTŞ’yi terörist olarak ilan ederek Rusya’ya aralarında Suriye konusunda bazı önemli uzlaşı alanlarının var olduğunu işaret etmiş oldu. Durum buysa, Rusya’nın bugüne kadar özenle koruduğu yumurtalarla dolu Türkiye sepetini, sırf İdlib Esad rejiminin hâkimiyetine girsin diye fırlatıp atmadığını söyleyebiliriz. Rusya için Türkiye’yi kaybetmek real politik izahı mümkün bir hamle değildir. Hele ki Washington, aradaki tüm soğukluk, gerginlik, krizler ve sopa diplomasisine rağmen, Türkiye’ye belli konularda göz kırparken. Tesadüf bu ya; Washigton’un Suriye Temsilcisi James Jeremy, Ürdün, İsrail duraklarından sonra Ankara’ya uğramaya karar vermişken, kısaca Washington İran karşıtı politikalarında Türkiye’yi yanında görmek isterken, Rusya İdlib’i vurmaya karar veriyor. Sizce, mesaj kime?

Havadaki tüm gerginlik, Rusya’nın göze aldıkları ve güç gösterisi, Washington’a postalanan 4 Eylül mesajları, bize ABD ve Rusya’nın Suriye’de henüz anlaşmaya varmadıklarını gösteriyor. Anlaşılan, Soğuk Savaş’tan bu yana Washington-Moskova ilişkilerinin tamamen dibe vurduğu bu günlerde Rusya Suriye/İdlib meselesinde ne kadar kararlı olduğunu 4 Eylül saldırısıyla ABD’ye yeniden kanıtlamak istedi. Kısaca, Putin Trump’a, Suriye’de ben de varım ve ayrıca oldukça önemli bir oyuncuyum dedi.

7 Eylül’ün reçetesi

Tabi güç gösterisi yapmanın belirli maliyetleri var. ABD’ye ben de varım derken, Astana ortaklarınla Tahran’da gelecek pazarlıklarda elini güçlendirirken Astana resmini, Türkiye ile ilişkileri sarsmamak çok zor. Bu nedenle Rusya, saldırıların hemen ertesinde Türkiye-Rusya-Fransa-Almanya arasında İstanbul’da bir toplantı teklifi yapıverdi. Bu teklif bile, 7 Eylül’de verilecek üçlü resmin ve Türkiye’nin o resimde yer almasının Rusya tarafından umursandığını gösteriyor. Diplomasi kapısının aralığının Astana resmini, Türkiye-Rusya ilişkilerini güçlendirip güçlendirmeyeceğini görmek için ise 7 Eylül’de gerçekleşen zirveyi ve Ankara’nın İdlip’teki terörü durdurmak üzere masaya getireceği teklifleri Tahran ve Moskova’nın nasıl karşılayacağını görmemiz gerekiyor.

Tabi şu da unutulmamalı, Astana ve diplomasi masasının işeyeceği yönündeki beklentilerimiz, İdlib’de artık bir Rus saldırısının olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu nedenle, Türkiye bundan sonra enerjisinin neredeyse tamamını Moskova tarafından desteklenen Rejim’in İdlib’de askeri müdahalesinin sınırlı tutulmasına verecek. Bu bağlamda Türkiye’den önemli bazı teklifler gelmesi beklenebilir; örneğin, Ankara, İdlib›deki HTŞ gibi terörist gruplara karşı bir operasyon düzenlenecekse Astana üçlüsünce ortak hedefler belirlenmesini teklif edebilir. Hatta, olası bir kara muhaberesinde Türkiye’nin de içinde yer alacağı ortaklaşa müdahale fikrini masaya koyabilir. Ankara, bu tür HTŞ ve benzeri gruplara yönelik yapılacak operasyonun sınırlarının çizilmesini ve tabi bu operasyon bir günde gerçekleşemeyeceğinden sürecin 6 ay gibi bir zamana sağlayarak kendisine yönelik yeni bir mülteci dalgasını önlemek isteyebilir. Bu teklif kabul edilirse, Ankara, İdlib’de aynı Afrin ya da El Bab’da yaptığına benzer bir normalleşme sürecinin başlamasını, böylece tüm kritik pazarlıklar öncesi zaman kazanmayı umuyor. Ankara’nın isteğine ve olası tekliflerine en çok direncin Şam yönetiminden geleceği muhakkak.

Esad yönetimi Suriye’nin kuzey batısını boşuna Rusya’ya sunmadı. Rusya’ya sunduğu imkanları Moskova karşısında olabildiğince pazarlık kozuna dönüştürüp, Rusya İdlib’de kendi Akdeniz oyunlarının derdindeyken terörizmle mücadele deyip tüm muhalefeti ortadan kaldırmak istiyor. Bu hamle, Halep’te, Doğu Guta ve Kuzey Humus’da işe yaradı. Bu hamle, Suriye’yi Esad’ın altında birleştirmeyecek ama büyük güçler arasına sıkışmış küçük bir iktidarın umudu, pazarlık masasına muhalifleri yok ederek oturmanın ötesine de pek geçmez. Ayrıca Halep, Doğu Guta ve Humus’da muhalefet adım adım yok edildiğinden, İdlib rejim muhaliflerinin yoğunlaştığı yegâne sığınıklardan biriydi. Suriye siyasetinin bugünü ve geleceğindeki bu ayak kesilirse, muhalefet kisvesi altında kimlerin masaya taşınacağı malum. Dolayısıyla İdlib’deki Rus tiyatrosunun, Amerikan tiyatrosunun, PYD tiyatrosunun ekmeğine yağ sürüp sürmeyeceği Türkiye- Rusya ilişkilerinin geleceğini de etkileyecek. İdlib’deki terörden arındırılmış muhalefetin, Suriye’nin geleceği ve Türkiye için ne kadar önemli olduğu anlaşılmaz ise, çok değer verilen Rusya-Türkiye işbirliğinde aktörler pozisyonlarını değiştirebilir. Daha da kötüsü, muhalefet ortadan kalktıktan sonra tamamen Şam’ın inisiyatifine giren “reform çabaları” başkalarınca dayatılan anayasalarla ilerler, bugünün savaş/ zafer hatlarından yapışkan bantla tutturulan ülke, yarın başarısız anayasalar, başarısız seçimler, başarısız federatif denemelerin ülkesi olur. Türkiye’de yine tüm bu kaosun komşusu olur.

Türkiye rasyonel aktör

Moskova, Suriye’de Şam’ı ne kadar korusa da, Türkiye’ye ne kadar değer verse de hamlelerini ABD’yi, ABD-İsrail, ABD-PYD, ABD-Türkiye, İsrail-İran eksenlerini düşünerek yapıyor. ABD-Rusya anlaşmadıkça Suriye mücadelesi bitmeyecek. Ve rakipler anlaşmış değiller, sadece bugüne kadar Suriye’de birbirlerinin ayaklarına basarken çok dikkatli oldular. Ama zaman ilerliyor, Suriye savaşı yarın değil ama bir süre sonra bitecek. Rusya, İdlib’in üzerinde Şam’ın egemenliğini kurarken, Cenevre’de ya da Cenevre sonrası masalarda ABD’den daha fazla taviz koparmak istiyor. Oysa ABD, İdlib’de Şam varlığını, yani Rusya varlığını Fırat’ın doğusunda ana oyuncusu olarak tuttuğu PYD varlığına tehdit olarak görüyor. Bu nedenle İdlib hamlesinde Rusya çok ileri giderse, ABD’nin vereceği tepkiyi de tetikleyebilir.

Bu yazı 7 Eylül’den hemen önce kaleme alınıyor, çıkan sonuçları ve doğurabileceği olasılıkları Zirve sonrası hep beraber değerlendireceğiz. Türkiye’de realist bir aktör olarak, tüm bu kötü senaryoları değerlendirmek, bu senaryoları soğuk kanlı biçimde dillendirerek atacağı adımlara hem kamuoyunu hem de işbirliği içinde olduğu ülkeleri ikna etmeye çalışmak zorunda. Bu resimde, ilginç olan Avrupa’nın Türkiye’nin yanında duruyor olması. Bunun en önemli sebebi, şüphesiz Avrupa güvenliğinin Türkiye’nin sınırlarında başlamasıyla ilgili. Bu nedenle gerek AB Yüksek Temsilcisi Mogerini, gerekse de Birliğin lokomotifi olan Almanya ve Fransa gibi ülkelerin yetkilileri İdlib konusunda Türkiye’nin görüşüne onay veren, Türkiye’yi destekleyen ve Ankara’nın Suriye’de çözümün parçası olacağına inandıklarını gösteren açıklamalar yaptılar. Soğuk Savaş’ın deneyiminden geçmiş Avrupa, istemese de bazı realist çıkarsamalar yapabiliyor.  Rusya ve ABD ringe çıkıyorlarsa, gelen çan sesi de, dövüşün başladığını gösteren gong sesi de olsa, Avrupa dikkatli olmalı, hele ki ABD’nin başında Trump gibi düşmana dost, dosta düşman diyen biri varsa. Bu nedenledir ki, Suriye’de ABD’nin peşine takılmakta hevesli Macron, İdlib huzursuzluğu semalardayken, Akdeniz’de askeri olarak var olan Türkiye’ye bakıp, “Bizim stratejik ortağımız olur musun?” dedi.

[email protected]