İdlib’te kördüğüm

Yrd. Doç. Dr. Bora Bayraktar
5.08.2017

Yeni Suriye tablosunda ABD ve Türkiye açık bir şekilde karşı karşıya ve uzlaşması zor birer rakip haline geldi. Bu rekabetin yeni alanı da İdlib olarak öne çıkıyor. ABD, koalisyon güçleri ve PYD’nin İdlib’e yönelik olası bir hamlesine karşı Türkiye’nin bir an önce Afrin’in lojistik hatlarını kontrol altına alacak sınırlı bir operasyon gerçekleştirmesi çözüm olabilir.


İdlib’te kördüğüm

Suriye iç savaşı boyunca belli kentlerin hedef alındığına, öne çıktığına tanık olduk. Bu önce Dera’a, sonraları Hama, Humus ve en önemlisi Halep oldu. Savaş bu kentlere kilitlendi. Bu yıl içinde en çok konuşulan kentler ise DEAŞ’ın Suriye’deki kalesi Rakka ve Türkiye sınırına en yakın, en büyük üssü El Bab oldu. Şimdilerde ise Rusya ile Esad rejiminin DeyrZor’a odaklandığını görüyoruz. Amerikan yönetimi ise İdlib’e olan ilgisini açığa vurdu. Üstelik “müttefikim” dediği Türkiye’yi de suçlayarak. Rakka operasyonu kapsamında kurulan ABD-PYD ittifakı gözünü İdlib’e dikti. Peki ama neden? Neden Pentagon dikkatini İdlib’e yoğunlaştırdı? Suriye’de sahada neler oluyor? Bu açıklamalar bize ne gibi ipuçları sunuyor? Savaş ne yöne evriliyor?

ABD’nin hedefleri

Amerikan yönetiminin Suriye iç savaşında savrulan, hatta varlığı bile sorgulanan stratejisi, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD ile kurulan ittifak nezdinde kendine bir yön bulmuş görünüyor. Yola Esad’ı devirme iddiasıyla çıkan, burada yapacağı yönetim değişikliği ile Rusya’yı by-pass ederek bir enerji ve güvenlik koridoru açmayı hedefleyen Washington yönetiminin bu hayalleri, Obama’nın tereddütlü yaklaşımları yüzünden Ortadoğu çöllerinde toz olup gitti. Bugün Amerikan düşünce kuruluşlarının yayınlarında, Obama’nın “aptalca bir hamle yapmamak” şeklinde özetlenen Ortadoğu politikası Suriye’yi bugün içinde bulunduğu karanlığa sürüklemiş oldu. 2013 yazında kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak belirleyen daha sonra gereğini yapmayarak sahayı Rusya’ya teslim eden Amerika PYD üzerinden bölgede ayak basacağı bir alan oluşturmayı başardı. Üstelik gerek Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon gerekse Beyaz Saray’ı kuşatan karar vericiler bu durumdan memnun görünüyor. Kampanyası boyunca farklı bir dış politika ve yeni bir Suriye politikası vaad eden Başkan Trump ise konudan olabildiğince uzak tutuluyor. ABD’nin Suriye, PYD ve Türkiye politikasını yaklaşık son 15 yıldır Irak ve Afganistan’da görev yapan, özellikle Irak’ta Kürtlerle yakın teşriki mesai yürüten askerler, danışmanlar, komutanlar belirliyor.

Bu yapıda oluşturulan ABD’nin Suriye öncelikler listesinde ilk hedef Suriye’de operasyonlar yürütülmesini mümkün kılacak olan bir alan, üsler elde etmek. Bunları düşük maliyetlerle korumak, yaşatmak, bunu sağlayacak yerel unsurları güçlendirerek –ki bu PYD oluyor- Suriye müzakerelerinde söz sahibi olmak. Uzun vadede ABD’nin Basra Körfezi’ndeki egemenliği kolaylaştıracak şekilde, bölgedeki devlet yapılarını zorlamak, devletçiklikler oluşturmak.

ABD-PYD ittifakının en büyük başarı hikayesi olarak kurgulanan Rakka’nın DEAŞ’tan kurtarılması hedefi yavaş da olsa ilerliyor. Ancak bu olası askeri kazanımın ardından temiz bir siyasi başarı hikayesi yazmak ABD için göründüğü kadar kolay olmayacak. Bunun iki önemli nedeni var ve Amerikan yönetimi bunun farkında. Birincisi PYD/YPG unsurlarının yerel Arap, Türkmen ve Asurilere yönelik uygulamaları, burada demografik değişiklikler hedeflemeleri. PYD’nin zafer ganimeti olarak Rakka’yı, bazı Arap orjinli yerleşim yerlerini kendilerine bağlamak istemesi ABD’nin PYD üzerinden sükuneti sağlamasını güçleştirecek gibi görünüyor. ABD hem PYD’yi yatıştırmak, ödüllendirmek ama bunu yaparken diğer nüfusun tepkisini çekmemek gibi bir ikilemle karşı karşıya. Manda döneminde İngilizlerin Filistin’deki Arap-Yahudi dengesini tutmaktaki başarısızlığının nasıl bir felaketle sonuçlandığını hatırlamak aslında Washington’a olabilecekler konusunda bir fikir vermeli.

İkincisi ise Türkiye’nin ABD’nin PYD ile ittifakına yüksek perdeden itirazı, Ankara’nın her fırsatta ABD’nin bir terör örgütüyle işbirliği içinde bulunduğunu sık sık hatırlatması. Bu durum her ne kadar gizlemeye çalışsa da Amerikalı yetkililerin canını sıkan bir durum. Çünkü PYD ile PKK’nın farklı örgütler olduğuna çocukları bile inandırmak mümkün değil. Hele hele ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas’ın PYD’nin adını bir gecede değiştirttik açıklamasından sonra bu seçenek tamamen ortadan kalkmış durumda.  Thomas, “Mesela, YPG dışında kendinizi nasıl adlandırmak istersinizdiye sorduk. Bir gün sonra adlarının ‘Suriye Demokratik Güçleri’ olduğunu ilan ettiler. Adlarının ortasına ‘demokratik’ ifadesini koymalarının zekice bir hamle olduğunu düşündüm. Bu, onlara bir miktar itibar sağladı”  şeklinde konuştuğunda, Suriye Demokratik Güçleri’nin Türkiye nezdinde savunulacak bir tarafını da bırakmamış oldu. ABD’nin bu yaklaşımı, PYD/YPG’ye giden tırlar dolusu silah ve mühimmat, bunların bazılarının Türkiye’de yürütülen terörle mücadele operasyonlarında PKK’nın cephaneliklerinden çıkması, ABD’nin 80 milyonluk Türkiye’de  onulmaz biçimde zemin kaybetmesine yol açtığını uzun uzun açıklamaya gerek yok. Türkiye’yi bölmek için 40 yıldır kan döken bir terör örgütünün korunması ve silahlandırılmasının, bir siyasi yapı olarak Türkiye’ye kabul ettirilmeye çalışılmasının tarihi bir hata olduğu açık. ABD bu politikasıyla göz göre göre NATO’daki hayati müttefikini kendisinden hızla uzaklaştırıyor. Yeni Suriye tablosunda yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı ABD ve Türkiye açık bir şekilde karşı karşıya ve uzlaşması zor birer rakip haline geldi. Bu rekabetin yeni alanı da İdlib olarak öne çıkıyor.

İdlib’in stratejik önemi

Türkiye’nin 24 Ağustos’ta başlattığı ve 23 Şubat’ta El Bab’ın merkezine girmesiyle sonuçlandırdığı Fırat Kalkanı Harekatı’nın çok önemli sonuçları oldu. Birincisi Türkiye güney sınırı boyunca uzanan PYD koridorunu kesti ve bu bölgeye kendine müzahir grupları yerleştirdi. Fırat nehrinin batısında Menbiç dışında önemli bir alanı kontrol altına alarak sınır güvenliğini sağladı. Son günlerde Afrin’e yapılması beklenen harekatla birlikte Türkiye, PYD/ABD’nin elindeki alanla bu koridorun olası son noktası Afrin ile Esad rejiminin de sağlayacağı bağlantıyı kesin olarak bitirme aşamasına geldi. İdlib’te de muhaliflerin kontrolü tamamen sağlaması durumunda PYD’nin koridor hayalleri, Türkiye’nin Suriye sahasından çıkarılması planları ve Türkiye ile Arap dünyasının bağının koparılmasına yönelik çabalar tamamen son bulacak.

Afrin halen PYD-YPG terör örgütü tarafından bir eğitim ve terörist sızdırma alanı olarak çalışıyor. Geçtiğimiz hafta içinde 700’den fazla yeni militan, terör örgütü saflarına katıldı. Bölge PYD için insan kaynağı, lojistik destek vazifesi görüyor. Türkiye’nin bunu sonlandırma hedefi PYD’yi kızdırıyor. PYD Amerikalı ortaklarına bu konuda baskı yaparak Türkiye’nin operasyonunu durdurmaya çalışıyor. Tıpkı Menbiç’te olduğu gibi. Türkiye’nin Afrin operasyonunun başarısı İdlib’in Türkiye’ye yakın muhaliflerin denetimine girmesi buradaki PYD hayallerini yok edecek.

Amerikan yönetiminin de İdlib üzerinde PYD’nin taleplerinin ötesinde hedefleri var. ABD Suriye’nin genelinde söz sahibi olmaya çalışıyor. İsrail’in güvenliği, İran’ın ülkedeki etkinliğinin kırılması, güneyde İsrail-Ürdün sınırına yakın bölgelerde muhaliflerden bir tampon bölge oluşturulması bu hedeflerden bazıları. ABD güney koridorunu başarırsa İran, Hizbullah güçlerini İsrail’den uzak tutacak, Tahran-Beyrut lojistiğini kesmiş olacak. İsrail’in 2006’daki Temmuz Savaşı’nda yaşadığı yenilgi düşünüldüğünde bu hamlenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. ABD güneyi toparlayabilmek için Rusya ile ateşkes de imzaladı. Kuzeyde de İdlib denetim altına alınırsa Kürt bölgesi üzerinden ikinci İran-Lübnan hattını da boğmuş olacak.

ABD’nin İdlib ile bir başka düşüncesi Rusya’nın Suriye’deki en önemli askeri hava üssü Humeymim ile ilgili. ABD ve müttefikleri İdlib’i ele geçirirse Humeymim’i de zorlayacak bir hale gelecek. Rusya’nın bu yıl 49 yıllığına kiraladığı bu üs sadece Suriye’deki askeri operasyonların merkezi değil aynı zamanda Rus yayılmacılığının Doğu Akdeniz ayağını oluşturuyor. Dolayısıyla ABD burada kendine yakın grupları yerleştirmeyi başarır, Türkiye ve Katar destekli unsurları İdlib dışına çıkarırsa hem etkisini Suriye geneline yaymış olacak hem de Rusya’yı rahatsız etmiş, dengelemiş olacak.

Terörle mücadele bahanesi

Ancak ABD’nin İdlib’e yönelmesi için bir gerekçeye ihtiyacı var. İşte McGurk’un Türkiye’yi suçlayan açıklaması bu noktada devreye giriyor, ABD’nin DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi Türkiye’yi haksız bir şekilde hedef tahtasına koyarken hem bu gerekçeyi oluşturuyor hem de ülkesinin terör örgütü PKK/PYD’ye verdiği destekten dolayı aldığı darbeyi Türkiye’yi Nusra ile yan yana getirerek dengelemeye çalışıyor. Ortadoğu Enstitüsü’nde yaptığı açıklamada McGurk “İdlib bölgesi 11 Eylül saldırılarından bu yana El Kaide’nin en büyük barınma alanı haline geldi. İdlib’e giden El Kaide liderleri çoğu zaman oradan çıkamıyor. Ama şu soruyu sormamız gerekiyor? El Kaide lideri Ayman el Zevahiri’nin yardımcısı İdlib’e niçin ve nasıl gidebiliyor? Bu neden oluyor? Oraya nasıl ulaşabiliyorlar? Paraşütçü askerler değiller. Dolayısıyla, Amerika’nın bu konuyla başa çıkmak için Suriye’nin bazı bölgelerinde ne yaptığından söz etmeyeceğim, ama bazı ortaklarımızın on binlerce silah gönderme ve yabancı savaşçılar bu bölgeye girerken yüzlerini başka tarafa çevirme yaklaşımı en iyi yaklaşım olmayabilir ve El Kaide bundan çok yararlandı. Şu anda orası Türkiye sınırının yanı başında bir El Kaide barınma alanı. Dolayısıyla bu konuyu elbette Türklerle çok yakından görüşeceğiz. Bazı IŞİD bölgelerinde sınırı nasıl kapattıysak ve kimsenin geçmemesini sağladıysak, bunu İdlib’de de yapmayı düşünebiliriz. Çünkü bu IŞİD’den farklı bir sorun ama büyük bir sorun ve terörle mücadele hedefinde çok odaklanmamız gereken bir mesele” diye konuşmuştu. Bu art niyetli açıklamalara Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın üzerinden “İdlib’teki bu terör örgütü yapılanmasının Türkiye ile ilişkilendirilmeye çalışılması, böyle bir imada bulunulması kabul edilebilir bir şey değil. Neden? İdlib’i biz kontrol etmiyoruz” diye yanıt verdi.

Bu açıklama ile McGurk ve yine Amerikan yönetiminden daha sonra gelen açıklamalar Washington’un El Kaide ile mücadele bahanesi ile koalisyonun asıl yukarıdaki gerekçelerle İdlib’e müdahale edebileceğini ortaya koymuş bulunuyor. Böylece Türkiye’nin sınırında oluşturmaya çalıştığı güvenlik kuşağı dağıtılmak, Fırat nehrinden Yayladağ Gökpınar deresine kadar olan hatta Türkiye’ye müzahir, güçlü bir muhalif yapılanmayı engellemek, Rusya’nın Humeymim Üssü’nü rahatsız etmek, PYD’nin Afrin’deki sıkışıklığını aşmak hedefleniyor.

Körfez Krizi’nin yansımaları

İdlib meselesinin bir boyutu da Körfez’deki kriz. Katar’a karşı abluka harekatı başlatan Suudi Arabistan ve bağlıları Suriye sahasında da Katar’ın etki alanını daraltmayı, Katar’ın desteklediği grupları devre dışı bırakmayı ve Katar’la buralarda vekalet savaşına girmeyi planlıyor. Heyet Tahrir Şam’ın önde gelen isimlerinin Temmuz ayında İdlib’te yaşanan çatışmalar sırasında yayınlanan ses kayıtlarında yaptığı “Katar ve Türkiye’yi İdlib’ten atma” çağrılarının Suudi söylemi ve gündemi olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.  İdlib meselesi önümüzdeki günlerde daha da ön plana çıkacak gibi görünüyor. ABD, koalisyon güçleri ve PYD’nin İdlib’e yönelik olası bir hamlesine karşı Türkiye’nin bir an önce Afrin’in lojistik hatlarını kontrol altına alacak sınırlı operasyonu gerçekleştirmesi bir çözüm olabilir. Ayrıca İdlib’te Ahrar Şam ve onu destekleyen sivil kent yönetimleri üzerinden Heyet Tahrir Şam ile etkin mücadele edilmesi, bu konuda çıkarları kesişen Türkiye-Rusya ve İran’ın inisiyatif alması ve bu alanı ABD ile bağlaşıklarına bırakmaması da bir seçenektir. Bir sonraki Astana ve Cenevre toplantıları bu rekabet, tartışma ve gelişmelerin gölgesinde geçecek gibi görünüyor.

[email protected]

Yrd. Doç. Dr. Bora Bayraktar / Gazeteci-İstanbul Kültür Üniversitesi