‘Ilımlı İslam’ açılımının teo-politiği

Prof. Dr. Özcan Hıdır / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
4.11.2017

Dönüldüğü söylenen “hoşgörülü-ötekine saygılı İslam” Suud devleti kurulmadan önce o bölgede zaten olan bir şeydi ve İngilizlerin de yönlendirmesiyle Vehhabilik tam da bu anlayışla mücadeleye kendini konumlandırarak var olmuştu.


‘Ilımlı İslam’ açılımının teo-politiği

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed b. Selman’ın, Riyad’da “Yeni Gelecek=Neom” adı verilen 500 milyarlık dev projenin detaylarını açıklamak üzere düzenlenen uluslararası toplantıda yaptığı ve daha sonra The Guardian’a verdiği röportajla sürdürdüğü “ılımlı İslam’a dönüyoruz” açıklaması, gerek Türkiye’de gerekse dünyada tartışıldı, tartışılmaya da devam ediyor. Yazılı ve görsel medyada lehte-aleyhte pek çok yazı-yoruma konu oldu. 

Etkilerini uzun vadede gerek Suud’da gerekse bölgede göreceğimiz bu çıkış, irdelenmesi gereken arka plana dair önemli yönler barındırsa da biz bu sözünü ettiğimiz bilgiler ışığında daha ziyade “ılımlı İslam”ın aslında ne anlama geldiği, neden Suudi Arabistan Veliaht Prensi tarafından şimdi ortaya atıldığı ve sonuçlarına dair –eskilerin deyişiyle- “i‘mal-i fikr” edip bazı düşüncelerimizi ortaya koyacağız. Ancak Türkiye’de yeterince bilinmediğini düşündüğüm birkaç arka plan bilgisi vermek de konuyu açaıklamada faydalı olacaktır. 

New York toplantısı 

Veliaht’ın Riyad’daki “ılımlı İslam” açıklamasından yaklaşık bir ay kadar önce New York’ta İslam dünyasının her bir yanından yaklaşık 400 âlim-kanaat önderinin katıldığı “Amerika ve İslam Dünyası İlişkileri” başlıklı bir toplantı düzenlendi. Birleşmiş Milletler toplantılarının yapıldığı hafta Manhattan’da BM binasına çok yakın bir otelde gerçekleştirilen bu büyüklükte bir toplantının New York’un yabancı devlet başkanları, bakanlar ve bürokratlar açısından en yoğun olduğu bir zaman diliminde organize edilmesi ve buna izin verilmesi, aslında başlı başına bir mesaj içeriyordu. Kaldı ki ileriye dönük bir amacının olduğu-açılım politikalarına zemin teşkil edileceği konuşmacılardan da belliydi. Zira konuşmacıların önemli bir kısmı Amerika’dan seçilmiş Yahudi-Hıristiyan din adamları ile İslam dünyasına yönelik çalışan oryantalistlerden seçilmişti. İslam dünyasından seçilen konuşmacılar da bu amaca hizmet edecek konuşmalar yaptı. Toplantıya damga vuran esas sözler, meşhur Ka‘be İmamı olduğu kadar Mescid-i Haram ve Mecid-i Nebevi’nin baş sorumlu müdürü de olan Abdur-rahman es-Sudeys’in, Türk medyasına da yansıyan “Amerika ve Suudi Arabistan dünyanın iki kutbu olarak dünyayı yönetiyoruz” açıklamasıydı. Ancak es-Sudeys’in bu ifadeleri, Suud’un şu anki bilindik konumuyla çok da mütenasip olmadığı düşünüldü. Bu toplantıdan birkaç gün sonrasında New York toplantısının düzenleyicisi Rabıta’nın başkanı Muham-med b. Abdülkerim el-İsa Vatikan’a gidip Papa ile görüştü. Bu görüşmenin detaylarına dair fazla bilgi elde edebilmek şimdilik güç olsa da görüşmenin çok önceden planlandığını söylemek zor değil.

Muhtemel siyasi rakipleri geriye itip ABD ve İsrail ile yakın dirsek teması olan Veliaht Prens’in Suud politiğinde öne çık(arıl)masının aslında hem içeriye hem de dışarıya dönük başlı başına bir mesaj-açılmı ifade ettiği söylenebilir. Veliaht’ın dünya-bölge liderleri ile görüşmeleri ve liberal politikalara ilişkin vurgularının yanı sıra Suud içinde de bazı adımlar atıldı. “Sahve-Diriliş” hareketi diye bilinen ve “ılımlı İslam” politikasına belki de en büyük muhalefet ortaya koyabileceği düşünülen “ihvani-selefi” tandanslı harekete mensup 70’e yakın âlim-aktivistin tutuklanmasını bu meyanda öncelikle zikredebiliriz. Kadınlara ehliyet hakkı tanınması için gerekli düzenlemelerin yapılması emri ve kadınlara bir dizi başka özgürlüklerin de getirileceğinin açıklanması atılan diğer adımlardan. Kadınlara yönelik bu adımların esas sebeplerinden biri, 5 milyon civarında kadının ekonomiye-istihdama kazandırılma amacıdır.

Öyle görülüyor ki bunu, bir kısmı medyada da yer alan, bir dizi başka sembolik adımlar izledi, izleyecek. Nitekim son olarak bizzat Suud’un Lübnan Büyükelçisi’nin davetiyle Maruni Hıristiyanlarının dini lideri Rai’nin kilise açmak için Suudi Arabistan’a gidecek olması da aslında bu sembolik adımlardan biri olmuştur. Suudi Arabistan’ın geleceğinde ekonomi başta olmak üzere, siyasi, dini, sosyo-kültürel etki alanlarına sahip olacak ve dolayısıyla “ılımlı İslam” açılımı ile birebir ilişkili olduğunu düşündüğümüz “Neom” projesini –ki “şeriatsız bölge projesi” olarak da anılıyor- de bu meyanda zikretmek gerekir. 

Teo-politik amaçlar

“Ilımlı İslam” açılımı bağlamında, her biri birer yazı konusu olabilecek olan, dini, siyasi, sosyo-kültürel ve ekonomik pek çok amaçtan söz edebiliriz. Bunlardan önemli gördüğü-müz bazılarını zikretmeden önce şu soruya makul-mantıklı bir cevap vermek önemlidir: Suudi Arabistan’ın şartlarını iyi bilen birinin aslında Veliaht’ın “ılımlı İslam” açılımından mem-nun olması gerekmez mi? 

Nitekim Türkiye’deki tartışmalarda da bu soru sıkça soruluyor. İlk bakışta bu soruya “Memnun olması gerekir” diye cevap vermek mümkündür. Zira “ılımlı İslam’a dönmeyi ilan etme iddiası aslında “radikal İslam” yorumundan “ılımlı İslam” anlayışına geçişi” ifade eder. Mümkün olup olmaması, ne tür gerginliklere yol açacağı bir yana, bu açılımın ilanı Türki-ye’de ve dünyada pek çok kesimde –özellikle de laik-seküler kesimde- olumlu karşılandı. 

Ancak bu soruya kanaatimce kolayca pozitif cevap vermek zordur. Zira “ılımlı İslam” her şeyden önce, yenilenmiş-yeniden tanımlanıp yeni bir senaryo ile ortaya konmuş bir sahne-lemedir ve burada başrol de bölgenin sünni mihver-merkez ülkelerinden olan Suud’a verilmiştir. Suud’un da bu rolü oynamaya istekli olduğu, aslında bu role hem ihtiyacı olduğu hatta Obama döneminde kabul edilen ve ucu büyük oranda Suud’a dokunan “terörizm yasası” sebebiyle hem de mecbur bırakıldığı söylenebilir. Yine Trump’ın politikasında İran’ın hedef alınıp yalnızlaştırma üzerine kurulduğu bir konjonktürdeki bölgesel bloklaşmada “radikal-entegrist katı selefi” İslam anlayışına sahip Suud’un öncü rol oynamasının zor olduğu, radikal bir ideolojiyi temsil ettiği suçlamasına maruz kalabileceği değerlendirmesi yapılmıştır. Bu ise Suud etrafında kümelendirilecek ülkelerde belli oranda rezerv oluşturabilirdi. Dolayısıyla İran karşısında Batı’ya ılımlı mesaj vermek amacıyla bu açılım yapılmış olabilir. Belki de bu politikanın ucu, gittikçe Batı’dan uzaklaştığı, İslamcı bir çizgiye yöneldiği suçlamaları yapılan Türkiye’ye de yönelebilir. Böylece Türkiye’nin katı İslam anlayışına yönelirken Suud’un ılımlılığa-açılıma yöneldiği tezi işlenebilir.

Bu açılımın bir diğer önemli amacı da ekonomiktir. Nitekim Veliaht’ın “2030”hedefi ve bunun önemli adımı olan “Neom” projelerinin gerçekleşmesinin, Suud’u “petrole bağımlı bir ekonomi” olmaktan ve bunun tabii bir sonucu olan “üretmeden lüks içinde yaşam sürülmesi”nden kurtarabileceği yorumları yapılıyor. Ancak kanaatimiz odur ki, Suud’un şu anki ekonomik sıkıntıları göz önüne alındığında, “ılımlı İslam” açılımında ekonomik yön-amaç da önemli olsa bile, açılımın Neom ekonomik projesi ile birlikte açıklanması, bir perdeleme ve “radikal dini anlayış yorgunu” diye nitelenebilecek önemli sayıdaki Suud’lu kadın ve genci bu sürece dâhil etmenin adımıdır. Burada esas amaçlardan biri, Batı ile uyumlu olarak, tabandan tavana olan meşru talepleri görmezden gelen –hatta bastıran-, İslami uyanışı zapt ü rabt altına alma amacıdır.

Ilımlı İslam nedir ne değildir?

Peki,Veliaht’ın açıkladığı “ılımlı İslam” aslında ne anlama geliyor? Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, proje ilk olarak İslam’a ve İslam dünyasına yönelik paradigmal bir deği-şimin tarihi olan 11 Eylül 2001 sonrasındaki süreçte Amerikan politika merkezlerinde üretilen, üzerine hayli literatür oluşmasına rağmen aslında iflas etmiş, gizemli yönleri haiz, teo-politik post-modern bir projedir. Aslında Veliaht’ın da tam olarak neye tekabül ettiğini bilmediğini söylemek rahatlıkla mümkündür. Böyle olmakla beraber, mevcut bazı veriler ışığında, Suudi Arabistan eliyle bölgeye yeni bir dizayn verme amacı da olduğunu düşündüğümüz bu projenin zeminine yönelik bazı değerlendirmeler yapabiliriz. 

Hatırlanacağı üzere bu açılım Türkiye’de, “moderate Islam=ılımlı İslam”,” ve hatta “laikliğe” dönüş şeklinde “sürpriz bir gelişme” olarak lanse edildi. Halbuki Arap medyasını iyi takip eden, farklı açıklamalar arasında irtibat kurabilenler için bu açıklamaların hiç de sürpriz tarafı yoktur. Zira bu açıklama öncesindeki bazı gelişmeler, bu anlamda öncü sarsıntılar olarak görülmelidir. BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el-Utyebe’nin, anayasalarında İslam’ı temel referans noktası alan Katar’a karşı aynı bloktaki beş ülkeyi kastederek “BAE, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Bahreyn’in Ortadoğu’da istediği şey istikrarlı, zengin ve seküler hükümetlerdir” mealindeki açıklamaları, Prens’in sözlerinin çok daha ötesine geçen açıklamalar olup aslında “ılımlı İslam” açılımıyla neyin amaçlandığına dair ipuçları veren de bir açıklamadır. 

BAE’nin İsrail ile olan ilişkileri, Katar’a ve Türkiye’ye yönelik bloklaşmada en keskin rolün sahibi olduğu düşünülürse, Veliaht’ın “ılımlı İslam’a dönüş” açıklamasının bölge ülkele-rinde dini anlama ve yorumlamada paradigmal bir değişimin habercisi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu değişimde, görünürde İran’ı hedef alan ancak arka planda Türkiye’yi işaret eden yeni siyasi trendlerin-bloklaşmaların da sinyalleri alabildiğine vardır. Nitekim aktif görevinden istifa etmekle birlikte hala Trump’ın poltikalarında etkili olan Steve Bannon’un “Bizim için Türkiye İran’dan daha tehlikelidir” anlamındaki açıklamasını bu yönde anlayabiliriz.

Bu meyanda “ılımlı İslam” ile aslında hayatın hemen pek çok alanına dair iddialarından arınmış, Batı’nın sözde liberal-seküler değerlerini benimsemiş, bölge başta olmak üzere, Ba-tılı ülkelerin başat rol oynadığı dünyadaki adaletsizliklere, zulümlere pek ses çıkarmayan, İslam’ı ahlak-vicdan alanına hapseden, konformist-hedonist hayat tarzına alabildiğine yönelip üretmeden tüketen Müslümanların yaşadığı bir İslam anlayışı tahayyül edilmektedir. Bunu bir anlamda “laikliğe saygılı İslam” olarak da anlamak mümkündür. Bunun ise aslında, Hıristiyanlık’taki “protestanlaşma” sürecini hatıra getirdiği söylenmelidir. Nitekim bugün özellikle protestan çevrelerde bizzat papazlarca gündeme getirilip tartışılan “Tanrısız-peygambersiz bir dine inanmak”, “dinsiz dindarlık” gibi tartışmalar bu protestanlaşma sürecinin bazı sonuçlarıdır. Oxford Üniversitesi’nden “Protestanlığın sonu” tezinin sahibi Alister McGraith’i bu anlamda hatırlamak gerekir. 

Suud’un iç dinamikleri 

Yukarıda ne anlama geldiğine dair değerlendirmeler yaptığımız “ılımlı İslam” açılımı Suud’un gerek rejimin karakteri gerekse hâlihazırdaki dini, siyasi, sosyo-kültürel yapısı itibariy-le uyuşmayan bir söylemdir. Kaldı ki dönüldüğü söylenen “hoşgörülü-ötekine saygılı İslam” Suud devleti kurulmadan önce o bölgede zaten olan bir şeydi ve İngilizlerin de yönlendir-mesiyle Vehhabilik tam da bu anlayışla mücadeleye kendini konumlandırarak var olmuştu. Bu itibarla Vahhabilik anlayışı-ideolojisini çıkardığınızda Suud’un temellerini oluşturan, varlık sebebini de ortadan kaldırmış olursunuz. Suud’da kısa sürede toplumsal dönüşümün kolay olmayacağı, hiç beklenmedik bazı huzursuzluk-reaksiyonlara sebep olabileceği Suud toplumunu tanıyanlar için açıktır. Zira Suud toplumunda, Şiiler (yüzde 15 civarında), Sufiler ve İhvan çizgisindeki bazı gruplar var olsa da büyük oranda Vehhabilik ile yoğrulmuş bir dindarlık-dini karaktere sahiptir. “Ilımlı İslam” gerekçesiyle bu yapıya müdahale eden radikal politikalar, toplumda içten içe gerginliklere yol açabilir. Nitekim Suud devletinin dini kurucu ailesi olan ve en yüksek dini otorite olan müftülük makamının sahibi “âl-Şeyh” ailesinin bu açılımdan çok da hoşnut olmadığına dair bilgiler de yok değildir. 

Bu minvalde Riyad’da ABD’nin yardımıyla kurulan bir merkezde okullardaki müfredata dair çalışmaların yapılacağının ilan edilmesi bu gerginlikleri daha da arttırıcı bir rol oyna-yabilir. Yine potansiyel bir gerginlik alanı olarak Medine’de açıldığı bildirilen “hadis merkezi” yoluyla yapılabilecek açılıma dair muhtemel bazı çalışmaları zikretmek gerek. Nitekim önemli bir anlama problemi olarak müfrit-ifrat tavrının en belirgin olarak öne çıktığı alan hadis alanıdır. Radikal vehhabi anlayış da en önemli malzemeyi hadisleri kendi ideolojisi doğrul-tusunda zahiri-lafzi/literal yorumlayarak elde eder. 

Bununla beraber, hiç öngörülmedik gelişmeler olmadıkça, “resmi-müesses” ulemada ileri boyutta genel bir rahatsızlık olması ve bu minvalde Suud’da bölünmelere ve işgale varan bir kaos ve ayaklanma olabileceği şeklindeki yorumlara da katılmak da şu an için zordur. Bekleyip göreceğiz.

@ozcanhidir