İslamcılık, Türkçülük, Kürtçülük!

İsmail Küçükkılınç / Avukat
21.10.2017

İslam’ın şekillendirdiği, temellendirdiği “Türk Milleti” mefhumundan başka çıkış yolumuz görünmemektedir. Bu mefhum, seküler-laik değil, İslamî menşei daha kuvvetli olan bir mefhumdur. Bu manada “Türk Milleti”, Türkçü değil, daha ziyade İslamcı tedaîleri olan bir mefhumdur.


İslamcılık, Türkçülük, Kürtçülük!

Bir dönem fakir dâhil “İslamcı” olarak tesmiye edilen ve Kürt kökenli olmayan Müslümanların hemen hepsi, üzerlerine “milliyetçi-ırkçı” yaftası yapıştırılmasın diye “Türk” lafzını telaffuz etmemeye azami ölçüde dikkat ve itina ama mebzul miktarda ve müteaddit defalar da “Kürt” tabirini sarf ve istimal ederlerdi. Dürüst olmak gerekirse Türklük de Türkmenlik, Çerkeslik, Kürtlük gibi etnik bir olgu olarak telakki ediliyordu.

Yeni Osmanlı ve İttihadçı İslamcılığının aksine, yerli kökünden habersiz, tercümenin beslediği ve belirgin olduğu bu İslamcılığın alamet-i farikası biraz da “Türkler” haricindeki Müslümanların gördüğü mezalimle müteellim ve alakadar olmaktı. Bu siyakta Kürtler ve Kürtçe de Allah’ın ayetleriydi ve zalim Kemalist-laik rejim bu ayetleri inkâr ediyordu. Bu ülkede Kürtlerin az ve kısa süreli de olsa etnik ve ayrımcı bir zulme maruz kalmadığını hâlâ müdafaa etmek gayriciddî bir şeydir. Her ne kadar antropolojik Türkçülüğün hâkim kılınmaya çalışıldığı bir dönemde sadece Kürtlerin değil, medeniyetin bile menşeinin Türkler olduğu hurafesi, elbette ki zahiren Kürtleri hedef almıyor gibi bir intiba veriyor idiyse de Ermeni ve Rum meselesinin kalmadığı bir hengâmda etnik ayrılıkçılıkla anılabilecek tek unsurun da Kürtler olduğu aşikârdı. Yoksa Çerkez, Laz, Gürcü, Boşnak, Zaza, Arnavut, Pomak, Arap unsurunu seküler-laik bir Türklük potasında “eritmek” için bilhassa fizikî antropolojiden medet umuluyor değildi. Milleti izahta İslam devreden çıkarılınca bütünleşmeyi, bir arada yaşamayı sağlamaya yarayacak başka bir faktöre ve formüle ihtiyaç hâsıl olacaktı. Herkesin kökeninin bir şekilde Türklüğe ircaı ise tüm sıkıntıya nihayet verecekti. Ancak buna pek inanan da yoktu galiba. İslam ve Türkçe farklı etnik kökene mensup insanların Türklük şemsiyesi altında toplanmasını kolaylaştırırken, İslam’a ve İslam’la şekillenen dile yönelik dışlayıcı sert, laik-seküler tavır, millet mefhumuna da inanılmaz zararlar veriyordu. Ancak Kemalistler hariç hemen hiç kimse -İttihadçılar dâhil- Kürtlerin etnik vasfını inkar etmemiştir. Tek-Parti devrinin mezkûr feci karar, muamele ve tatbikatının yol açtığı kırgınlık, küskünlük ve zararları bir nebze de olsa tashih ve telafi için Demokrat Parti, etnik Türkleri muğber edecek şekilde adımlar da atmıştır. AK Parti ile birlikte belediye binalarında dahi Kürtçe tabelalar asılır hale gelmiştir.

Hangi millettensin?

Kürt kökenli olmayan İslamcıların çoğu, belli bir müddet sonra bazı arkadaşların etnik kaygılar taşıdığını müşahede etti. Mesela biz Türkmen kökenliler “Türkmen”, “Yörük”, “Avşar”, “Varsak” gibi etnik Türklüğe işaret eden lafız/ibareleri her ne sebeple olursa olsun kullanmaktan imtina ve içtinap ederken Kürt kökenli arkadaşların olur-olmaz yerlerde etnik vurgular yapmaya başladıklarını gördük. Şu an gelinen aşamada maalesef bazı Kürt kökenli İslamcı arkadaşlar varlarını-yoklarını etnik Kürt davasına teksif etmiş durumdalar. Artık Kürtlük ve Kürtçe, Allah’ın inkâr edilen, horlanan ayetleri olarak değil, seküler-laik bir hedefin, yani Türk Milleti’nden hatta güç yetirilebilirse Türk Devletinden ve memleketinden ayrılmanın, farklılaşmanın aleti, unsuru, meşrûiyet sebebi olarak görülüyor.

Ciddi oranda etnik Türk’ün Türk Milleti mefhumunun tarihî gelişim ve değişim çizgisini takip gibi bir derdi olmadığından mefhumu etnik temele irca etme eğiliminde olduğu bir vakıa ise de yine de İslam’ın şekillendirdiği, temellendirdiği “Türk Milleti” mefhumundan başka çıkış yolumuz da görünmemektedir. Bu mefhum, inancımız odur ki, seküler-laik değil, İslamî menşei daha kuvvetli olan bir mefhumdur. Bu manada “Türk Milleti”, Türkçü değil, daha ziyade İslamcı tedaîleri olan bir mefhumdur. Kaldı ki, Türklük eskiden beri yabancı nezdinde İslam’la müradif görülmüştür. Hatta bazı Rumelili Müslüman unsurlar dinî kimliklerini rahatlıkla Türklükle ifade edebilmişlerdir. Gerçi evlilikler, Kürtlerin tarihte hiç meskûn olmadıkları bölgelere göçleri gibi sebeplerle vuku bulan kaynaşmaya rağmen bu saatten sonra Kürtlerin artık Arnavutlar, Gürcüler, Boşnaklar, Çerkesler gibi etnik vasıflarının ağırlığını kaybederek Türk Milletine dâhil olacağını söyleyemeyiz; ancak onların ayrı bir unsur olarak ama müşterek tarih, din, dil, kültür, kader ve toprak ekseninde millet mefhumunda yer almaları da herkesin, hepimizin arzusu olmalıdır.

Etnik kimlik-milli kimlik

Kürtler, Kürt etnik kimlikleriyle kendilerini Türk Milleti içinde mi görecekler yoksa bu etnik vasıflarının müstakil bir toprak ve devlet içinde ama ayrı bir “millet” olarak mı ifadeye çalışacaklar? İkinci ihtimal ister istemez bir çatışmaya yol açacaktır. Çünkü Türkiye topraklarında sadece İslamî argümanlar değil, seküler-maddî argümanlar da bir etnik ayrılıkçılığın meşruiyet zeminini, tarihten istimdadını imkânsız kılmaktadır. Türk Milleti’ne en büyük girdiyi sağlayan etnik Türklerin bugün hemen hiç kalmadıkları ya da hayli azaldıkları Diyarbakır, Ergani, Van, Ahlat, Erciş, Tutak, Eleşkirt, Ağrı, Mardin gibi yerlerde kıdemleri mevcuttur. Bizim gibi insanların AK Parti’nin tüm hatalarına rağmen Kürt açılımına hepten cephe almamasının esas sebebi onların bir çatışma korku ve kaygısını dikkate aldıklarına olan sarsılmaz inançtı. Bazı tavizlerin sebebi akan kanın durması gayesiydi, ancak tarihî tecrübe pek dikkate alınmadı. Kürt Açılımı biraz da Makedonya Açılımı’na benzemekteydi. AK Parti, İttihadçılar gibi davrandığı, hareket ettiği için yani niyeti için değil, ancak geçmiş tecrübeyi dikkate almadığı için kınanabilirdi. Malum, İttihadçılar eli kanlı Ermeni ve Bulgar katillerin sırf Meşrutiyet uğruna, bir arada yaşama arzusu uğruna Meclis-i Mebusan’a seçilmelerine rıza göstermiş, etnik temelli bazı haklar tanımıştı.

İslamcılık ile Türk Milleti arasındaki sıcak ve yakın bağ maalesef, İslamcı çoğunluk nezdinde Tek-Parti Kemalist rejiminin parantezine kurban gitmiştir. Oysa Yeni Osmanlılar ve her kanadıyla İttihadçılar, sıklıkla telaffuz ettikleri Türk Milleti mefhumunun esasının İslam ve Türkçe olduğunu çok iyi biliyorlardı. Etnik köken, müşterek tarih, memleket ve kader gibi şeylerin esas değil, unsur olduğunu kabul ediyorlardı. Acaba Kürt kimliği/mefhumu da böyle miydi? Mesela Kürt denilince bunun içine bir Gürcü, Çerkes, Abaza, Boşnak, Arnavut, Tatar, Pomak, Arap, hatta Zaza  giriyor muydu? Bu durumda muhtemel bir ayrılık talebi ya da bu manaya hamledilecek hareketler salt bir etnik talep ve hareket olmayacak mı? Etnik ayrılıkçı talep İslamcılığın şiarlarına ve ümmet vakıasına mugayir olmayacak mı?

İslamcılık; hayatı, dünyayı, hadiseleri anlamlandırırken, yorumlarken, esas, ölçü ve referans olarak İslam’ın kabul edilmesi demek olduğundan bir İslamcının Kürt kimliğini ve dilini inkâra ictisar ve teşebbüs etmesi nasıl mümkün değilse Allah’ın ayetlerini istismar ederek bunları bir ayrılık vesilesi ad ve telakkisi de mümkün değildir. Kürtlerin etnik ayrılıkçılık talebi ya da Büyük Kürdistan hayalleri, Türkiye’nin bütünlüğünün İslam âlemi ve ümmet için ifade edeceği manadan daha kıymetli ve “İslamî” değildir. Türkiye’nin İslam’la ilişkisini Cumhuriyet dönemindeki derin yarıklar açan gelişmeleri yok farz ederek hep Tek-Parti rejimi ve Kemalizm parantezine hapsedenler, her ne hikmetse Kürt meselesini İslam’la ilişkisi Kemalizmden daha beter olan PKK ve onun siyasî uzantılarına ciro ettiler.  

‘Kürt-İslam sentezi’

Türk-İslam sentezcilerini tenkit ederken en güçlü argümanımız bu işe yeltenenlerin İslam’ı pek iyi bilmedikleri, onu enstrüman ve dolgu malzemesi değilse bile alelade unsurlardan biri olarak gördükleri iddiasıydı. Kürt etnik kimliğine vurgu yapanlar ise hem İslam ve İslamcılık hakkında vasi malumatı haiz, hem de Kürt-İslam sentezine dahi asla sıcak yaklaşmayacak ideolojik kodlara sahip pozitivist-materyalist bir örgütün mümessili değilse bile müzahiri olanlardır. Yine onların “zulme uğramış bir halkın yanındayız” iddiaları maalesef pek inandırıcı olamıyor. Şehirlerin işgaline cüret edecek derecede silahlanmış bir terör örgütü, herhalde Kürtçe yayın ve belediyelerdeki Kürtçe hizmetin Kürt etnik kimliğini ve dilini inkâr gayesini istihdaf ettiğinden bahisle buna mani olmak için değil, ayrılık-özerklik-bağımsızlık denemesi için buraları kan deryasına döndürüyor, uğruna mücadele ettiğini iddia ettiği “halk”ın iradesine ipotek koyuyordu. Birleştiriciliği öne çıkaran bizleri Türkçülüğe kaymakla itham eden ve resmen iftira atan bu arkadaşların ayrılığı temel alan PKK’nın siyasî uzantılarının borazanlığına soyunmaları, Mazlumder gibi bir derneği –geçmişte- buna alet etmeleri nasıl Kürtçülük olmuyor hayret etmemek mümkün değildir.

Şayet Müslümanlar, İslam’ı her şeyin merkezi yapmaz, bilhassa İslamî hassasiyeti haiz Kürtler, etnik meselelerde İslam adına İslam’ı devreden çıkarırlarsa, meselelerin çözümü laik-seküler usul ve aletlere kalır ki bu da memleketi bir yangın yerine döndürür. Kürtlerin en fazla hak elde ettikleri dönem maalesef, etnik ayrılıkçı bir örgütün sözünün halk tabanında en fazla geçtiği dönem oldu. Ancak unutulmamalıdır ki, Türkiye sadece bu ülkede yaşayanların değil, ümmetin ve dünya mazlumlarının da bir gün kapısını çalacağı bir ülkedir. Herkes Türkiye’ye bu gözle bakmalı, yanlış düşüncelere kapılmamalıdır.

@ismailkkilinc