İsrail şiddeti ekseninde Ortadoğu’da Kudüs krizi

Doç. Dr. Ramazan Erdağ / Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
18.05.2018

Büyükelçilik açılışına ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, Trump’ın kızı ve danışmanı Ivanka Trump ile damadı ve danışmanı Jared Kushner katıldı. Açılışa katılımda Başkan, Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ya da benzer düzeyde bir katılımın olmaması kararın Trump ve dar çevresi tarafından alındığını gösteriyor. Bu adım bir anlamda Trump’ın ABD iç politikasındaki sıkışmışlığını ifade ediyor.


İsrail şiddeti ekseninde Ortadoğu’da Kudüs krizi

Ortadoğu’nun en önemli sorunu olan Filistin-İsrail meselesi Suriye krizinin derinleşmesiyle birlikte gündemdeki yerini kaybetmişti. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın 6 Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesi ve akabinde Tel Aviv’de bulunan ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı Kudüs’ün statüsü üzerinden Filistin-İsrail sorununu yeniden gündeme getirmiştir. Trump’ın ‘seçim vaadim’ olarak nitelendirdiği Kudüs kararı Ortadoğu’daki istikrarsızlık ve güvensizliği daha da körüklemiştir.

Trump’ın Kudüs’e ilişkin kararı açıklandığında uluslararası kamuoyunun ilk tepkisi bu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğu yönündeydi. Çünkü Birleşmiş Milletler’in (BM) 1980 yılında almış olduğu 476 ve 478 sayılı kararlarla Kudüs ‘özel statülü bölge’ olarak tanımlanmış ayrıca Kudüs’te diplomatik misyonu bulunan ülkelerden bunları geri çekmesi istenmişti. İsrail’i ‘işgalci güç’ olarak tanımlayan söz konusu kararların BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamasında ABD veto etmeyerek çekimser kalmış ve karar konseyde oy çoğunluğuyla (14 kabul, ABD çekimser) kabul edilmişti. Dolayısıyla ABD dâhil BM Anlaşması’na taraf olan bütün ülkeleri bağlayan bu kararlara rağmen Trump, istifalar ile sarsılan mevcut yönetimine Yahudi Lobisi’nin desteğini artırmak ve İsrail’in desteğini çekebilmek için provokatif bir karara imza atmış oldu.

Trump’ın uluslararası hukuku ve BM kararlarını ihlal eden bu kararının ABD yönetiminde de rahatsızlıkla karşılandığının bir örneği ise dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un tepkisi ile anlaşılabilir. Trump’ın aksine Tillerson Kudüs’ün başkent ilan edilmesi ve ABD Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınmasına ilişkin olarak yaptığı açıklamalarda taşınmanın hemen gerçekleşmeyeceğini, taşınma için gerekli alt yapı ve fiziksel ihtiyaçların karşılanmasının birkaç yıl alacağını, taşınmanın 2017 hatta 2018 yılı içinde bile gerçekleşmeyeceğini belirtmişti. Hatta bir açıklamasında Tillerson taşınmanın 2020 yılında yenilenecek başkanlık seçimlerinden önce gerçekleşmesini öngörmediğini de belirtmiştir. Ancak Trump ile dış politika konularında önemli görüş ayrılığı yaşadığı bilinen ve bu nedenler ile istifası istenen Tillerson’un, 2018 yılı Mart ayında görevinden alınması ve yerine ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) Başkanı Mike Pompeo’nun atanması Kudüs meselesine ilişkin durumu değiştirmiş oldu.

ABD’yi Kudüs’e elçiliği taşıması ile ilgili almış olduğu karardan vazgeçirmeye yönelik BM Güvenlik Konseyine sunulan tasarı ise konseyin 14 üyesinin destek vermesine rağmen ABD’nin vetosuyla reddedildi. Bunun ardından Türkiye’nin dönem başkanlığında İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak ilan etti ve Yemen ile birlikte Trump’ın kararını BM Genel Kuruluna taşıdı. Genel Kurul’da yapılan oylamada 193 ülkeden 172’si oylamaya katılarak 9’a karşı 128 oyla karar kabul edildi, 35 ülke ise oylamada çekimser kaldı. BM Genel Kurulunda kabul edilen kararla Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması kararı reddedildi. BM Genel Kurul kararlarının bağlayıcılığı bulunmasa da alınan karar, dünya devletlerini üçte ikisinin Trump’ın kararına karşı ahlaki duruşunu ifade etmektedir.

Trump’ın dar çevresi

ABD Büyükelçiliğinin açılışı İsrail’in bir milyona yakın Filistinliyi zorla yurtlarından çıkardığı, on binlercesini katlettiği işgalin yıl dönümü olan ‘Büyük Felaket: Nekbe’ günü eylemlerinin devam ettiği 14 Mayıs 2018 tarihinde gerçekleştirilmiştir. ABD Büyükelçiliğinin açılışını protesto eden Filistinlilere karşı İsrail yönetiminin orantısız güç kullanımı neticesinde silahsız 60’tan fazla gösterici İsrail tarafından şehit edildi, 2 binden fazlası da yaralandı. İsrail’in kendini savunma hakkı var diyerek söz konusu katliamı savunan İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’ya ve İsrail yönetimine karşı maalesef dünyadan beklenen düzeyde tepki oluşmadı. Uluslararası toplum ABD’nin Kudüs kararını ve Gazze sınırında yaşanan katliamı düşük tonda kınamayla geçiştirdi. ABD ve İsrail’in bölgedeki gerilimi ve tansiyonu daha da artıracak Kudüs girişimi ve ardından gelen İsrail katliamları Ortadoğu sorununu daha da çözülmez hale dönüştürmektedir. Kudüs’teki Büyükelçilik açılışına ABD’den katılan heyete de değinmek gerekiyor. ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, Trump’ın kızı ve danışmanı Ivanka Trump ile damadı ve danışmanı Jared Kushner katıldı. Açılışa katılımda Başkan, Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ya da benzer düzeyde bir katılımın olmaması da kararın Trump ve dar çevresi tarafından alındığını gösteriyor. Bu adım bir anlamda Trump’ın ABD iç politikasındaki sıkışmışlığını ifade ediyor. Trump bu tıkanıklığı aşmak ve gücünü tahkim etmek için bütün araçları kullanmaktan çekinmiyor. Trump’ın bu agresif dış politika tutumu ABD toplumunda ve Avrupa kamuoyunda da tepkiyle karşılanmaktadır.

Kudüs’ü İsrail’in başkenti kabul eden tasarı Trump döneminden çok önce 1995 yılında ABD Kongresi’nde kabul edilmişken, kararın kabul edilmesinden sonraki hiçbir ABD Başkanı yasayı yürürlüğe koymadı ve Kudüs’ün özel statüsünün muhafaza edilmesini sağlayarak ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’de tutmaya devam ettiler. Trump başkanlığı döneminde yasayı onaylayarak yürürlüğe girmesini sağlamıştır. Trump’ın bu tutumu, yalnızca Müslümanlar tarafından değil bazı Yahudi ve Hıristiyan topluluklar tarafından da tepkiyle karşılanmıştır. Her ne kadar medyada yeterince işlenmese de gerek İsrail gerekse İsrail dışında yaşayan Yahudi toplumuna mensup bazı insanların, Trump’ın almış olduğu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu, ayrıca Kudüs’ün üç semavi din açısından kutsal olarak kabul edildiğini ve özel bir statüye sahip olduğunu savunduklarını da ifade etmek gerekiyor. Benzer tepkilerin bazı Hıristiyan toplumlardan da geldiğini söylemek mümkün. Ayrıca İsrail’in Filistinli göstericilere karşı gerçek mermi ve gaz bombası kullanarak katletmesi de bu kesimlerce kınanmaktadır.

Provokatif kararlar

Trump’ın bölgeye hiçbir fayda getirmeyecek aksine gerilimi daha da tırmandıracak Kudüs kararının yanında yine İsrail ile bağlantılı bir konuda daha agresif tutumun sürdürdüğünü görüyoruz. 2015 yılı temmuz ayında üç büyük Avrupa Birliği (AB) ülkesi (E3/EU: İngiltere, Fransa ve Almanya) ve diğer üç büyük ülke (+3: ABD, Çin ve Rusya) ile İran arasında imzalanan ve kamuoyunda P5+1 ve İran Anlaşması olarak bilinen nükleer anlaşmadan ABD’nin tek taraflı çekilme kararı alması bölgedeki fay hatlarını harekete geçirecek niteliktedir. Trump tek taraflı olarak almış olduğu nükleer anlaşmadan çekilme kararı ile öncelikle küresel bir aktör olan ABD’nin güvenilirliğine zarar vermiştir. Bir yandan Kuzey Kore ile bir nükleer anlaşmanın yolarını arayarak, Asya-Pasifik bölgesindeki bir tehdidin barışçıl yollarla bertaraf edilmesine çaba sarf eden ABD, zorlu müzakere süreçleri neticesinde varılan İran nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilerek hayal kırıklığı yaratmıştır.

2015-2025 arası 10 yıllık dönemde İran’ın nükleer programının tamamıyla barışçıl amaçlı olmasını sağlamayı ve bu süreçte İran’ın Batı ile sıkı bir işbirliğini öngören anlaşmanın henüz daha üçüncü yılında iken ABD tarafından sekteye uğratılması Ortadoğu açısından bir diğer krizi ifade etmektedir. Anlaşmaya taraf diğer devletler ile İran’ın ABD’nin çekilme kararı sonrası anlaşmanın sürdürüleceğine yönelik açıklamaları, Trump’ın tek taraflı tutumunun bir diğer göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilme kararı Kudüs’ün İsrail’in başkent ilan edilmesi kararı gibi Trump’ın dar çerçevede aldığı karara benzemektedir. Trump’ın İran nükleer anlaşmasından çekilmesini en fazla destekleyen ülke ise İsrail olmuştur. İsrail başından beri İran’ı bölgedeki en önemli tehdit ve nükleer sorun olarak algılamaktaydı. Obama döneminde iki ülke arasında önemli görüş ayrılıkları yaşanmıştı. Trump döneminde ise İsrail’in beklentisi yönünde alınan provokatif kararlar bölgesel kriz ve sorunların derinleşmesine yol açmaktadır.

İnsanlık suçu

Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ve ABD’nin Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması kararına en sert tepkiyi Türkiye gösterdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceden planlanmış İngiltere ziyareti sırasında gerçekleşen elçilik açılışı ve İsrail’in katliamına Erdoğan İngiltere temasları sırasında yaptığı konuşmada ABD ve İsrail’in Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik adımların kabul edilemez olduğunu vurguladı. Erdoğan, İsrail’in 60 Filistinliyi öldürdüğü, vahşeti kınadığını ve farklı yaptırımlar uygulanacağını belirtti. Erdoğan ayrıca ABD’nin bölgedeki arabulucu rolünü kaybettiğini, İİT dönem başkanlığını sürdüren Türkiye’nin bölgenin daha karışmasına neden olacak kararı bir kez daha kınadığını dile getirdi. Ardından Türkiye’de üç günlük yas ilan edildi ve Türkiye’nin Washington ile Tel Aviv Büyükelçileri istişare amaçlı çağrıldı. Bununla birlikte İsrail’in Ankara Büyükelçisi de Türkiye’den ayrıldı ve Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla İsrail’in İstanbul Başkonsolosuna da bir süre ülkeden ayrılmasının iyi olacağı bildirildi. Türkiye’den sonra Güney Afrika da büyükelçisini geri çağırdı, İsrail büyükelçisini ülkeden çıkardı. Türkiye’nin ABD ile başta Suriye konusu olmak üzere stratejik ortaklık ve terörle mücadele konularında görüş ayrılığına düşmesinden sonra ABD’nin Kudüs kararı Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerdeki krizi daha da derinleştirmiş oldu. Bunun yanında Türkiye yakın dönemde Almanya ve Fransa gibi AB üyesi ülkelerle de benzer sorunlar yaşayarak AB’den ayrılan İngiltere ile stratejik işbirliğini geliştirme yollarını aramaktadır. Erdoğan Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu’nun yedinci toplantısının kapanış etkinliğine katılmak amacıyla gerçekleştirdiği ziyarette Kraliçe II. Elizabeth ve Başbakan Theresa May ile gerçekleştirdiği görüşmelerde özellikle 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra İngiltere’nin Türkiye’ye gösterdiği dayanışma dolayısıyla teşekkür etti. Erdoğan ayrıca İngiltere ile her alanda stratejik işbirliğini derinleştirmek istediğini de ifade etti. AB sonrası İngiltere’nin bölgesel ve küresel meselelerde Türkiye ile stratejik işbirliği geliştirmesi, bölgesel krizlerin çözümünde Trump dönemi ABD’nin agresif politikaları karşısında bir rol oynayabilir.

ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi ve büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması Ortadoğu’daki gerginliği daha da derinleştirmiştir. ABD’den iki gün sonra Orta Amerika ülkesi Guatemala da Kudüs’te büyükelçilik açtığını duyurmuştur. Ancak dünya genelinde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesinin kabul görmediği de ortada. Kararı protesto eden Filistinlilere karşı İsrail’in katliam yaparak 60’tan fazla silahsız sivil göstericiyi şehit etmesi, hem uluslararası hukuka aykırıdır hem de insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ancak yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen uluslararası kamuoyundan beklenen gerekli tepkinin geldiğini de söylemek güç. Çoğu aktör kendi yerine sözcüleri aracılığıyla kınama yayınlarken konuya en gür ve güçlü eleştirinin Türkiye’den geldiğini görüyoruz. İİT dönem başkanı olarak teşkilatı olağanüstü toplantıya çağıran Türkiye aynı gün öğleden sonra Yenikapı miting alanında bir miting düzenledi bugün ise Diyarbakır’da miting düzenleyecek. Bundan sonra da Türkiye genelinde benzer miting ve protestoların devam edeceğini söylemek mümkün. Küresel vicdanın sesi olarak Türkiye en üst düzeyde tepkisini ortaya koyuyor. Aynı zamanda Erdoğan İngiltere ziyareti sırasında ve sonrasında sorunun çözümüne ilişkin olarak telefon diplomasisini sürdürüyor. Bununla birlikte Türkiye’nin tepkisine sağlanacak uluslararası destek Kudüs sorunu başta olmak üzere uluslararası güvenlik ve istikrarın sağlanmasına da katkı sağlayacaktır.

[email protected]