Katolik kiliselerindeki taciz olayı ve Evanjelikler

Prof. Dr. Özcan Hıdır / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
1.09.2018

Tarihi-teolojik rekabet-düşmanlıklar bir yana, Papa Franciscus’un Kudüs ve göçmenler konusu başta olmak üzere, önemli bazı teo-politik konularda Trump-Pence yönetimi ve dolayısıyla Evanjelikler-Neoconlar ile ters düştüğü biliniyor. Katolik kilisesine yönelik pedofil olayının Papa’nın İrlanda ziyareti öncesinde tekrar gündeme ge(tiri)lmesinde de Neoconlarla işbirliği halindeki Evanjeliklerin ve dolayısıyla Trump-Pence’in rolü düşünülebilir.


Katolik kiliselerindeki  taciz olayı ve Evanjelikler

Türkiye’de Trump-Pence yönetimindeki ABD’nin Türkiye’ye yönelik “ekonomi-politik savaşı”ı ve son olarak sarfettiği “Biz Brunson’u kurtarmak için Türkiye ile savaşıyoruz” sözü alabildiğine tartışılırken, dünyada Papa Franciscus’un 39 yıl aradan sonra İrlanda’ya yaptığı 24. yurtdışı ziyareti öncesinde başlayan Katolik kilise ve yatılı okullarındaki çocuklara yönelik “cinsel taciz-pedofil (sübyancılık)” olayları da tartışılıyor ve Papa’nın istifası isteniyor.

Olayın bu günlerde tekrar gündeme getirilmesi, ABD’nin Pensilvanya Eyaletinde Katolik kiliseleri ve yatılı okullarındaki cinsel taciz olaylarını araştıran bir komisyonun raporu ile ilintili. Komisyonun raporuna göre eyaletteki Katolik yatılı okul ve kiliselerinde geçtiğimiz 70 yıl zarfında 300’den fazla rahip-rahibe tarafından toplam 1000 çocuk-gence yönelik cinsel taciz-pedofil olayı gerçekleşmiş. Bu raporun ortaya çıkması üzerine İrlanda ziyareti öncesinde Papa Franciscus, “Tanrı’nın kullarına” başlığıyla dünyadaki 1.2 milyar Katoliğe hitaben bir mektup yazmış ve orada Pavlus’un Korintliler’e yazdığı mektupta yer alan “Bir üye acı çekerse, bütün üyeler birlikte acı çeker; bir üye yüceltilirse, bütün üyeler birlikte sevinir” sözünü (Korintliler, 12: 26) zikrederek olaydan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Ancak tartışmalar kesilmedi, Papa’nın İrlanda ziyareti esnası ve sonrasında da devam ettirildi. Burada da en önemli argüman olarak, şimdiki papanın daha önce Vatikan’da kardinal olması ve bu olaylardan haberdar olduğu ve dolayısıyla göreve geldikten sonra, bunları bildiği halde, kınama ve üzüntü bildirme dışında, dişe dokunur bir adım at(a)mamış olması gösteriliyor.

Öte yandan 5-6 yıl öncesinde Avrupa’da alabildiğine gündemde olan cinsel taciz olaylarının Avrupa’da ilk olarak İrlanda’da ortaya çıktığı göz önüne alınırsa şimdiki Papa’nın İrlanda ziyareti öncesinde bu olayların tekrar gündeme ge(tiri)lmesi-patlatılması ve akabinde Papa’nın istifasının dillendirilmesi, Trump-Pence’in ve dolayısıyla Neocon ve Evanjeliklerin bu konudaki muhtemel “teo-politik” rolleri açısından da anlamlı olsa gerek. Zira tarihi-teolojik rekabet-düşmanlıklar bir yana, Papa Franciscus’un “Kudüs” ve “göçmenler” konusu başta olmak üzere, önemli bazı teo-politik konularda Trump-Pence yönetimi ve dolayısıyla Evanjelikler-Neoconlar ile ters düştüğü biliniyor.

Önce İrlanda ve Almanya

Cinsel taciz olayı, 2007 yılında Katolik Kilisesi aleyhine yüklü miktarda tazminata konu olan ABD’deki olaylar hariç tutulursa, Avrupa’da ilk önce Papa Franciscus’un geçenlerde 39 yıl aradan sonra ilk kez ziyaret ettiği İrlanda’da ortaya çıkmıştır. İrlanda’da Katolik kilisesine bağlı papaz ve rahibelerin binlerce çocuğa cinsel tacizde bulunduğunun ortaya çıkmasının ardından bu kişiler, kilise tarafından görev yaptıkları yerden başka yerlere atanarak korunmaya alınmışlar ve yeni görev yerlerinde de “pedofiliye (sübyancılığa)” devam etmişlerdir. Yaklaşık 50 yıl süreyle bu olay, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı ve “sessiz kalma kültürü” sebebiyle gizlenmeye devam etmiştir. Yıllarca gizli kaldıktan sonra bir anda gündeme gelen ve artık gizlenemeyen cinsel taciz olayları üzerine o dönemde Vatikan, yayımladığı papazlara yönelik mektupta olayların ilk patlak verdiği ülke olan İrlanda’daki durumu kınayıcı açıklama yapmış ve bunun “büyük günah” olduğunu ifade ederek olayların araştırılması talimatını vermiştir.

Cinsel taciz olayının vahameti ve esas boyutları, 16. asırda Fransa’da kurulmuş bir Hıristiyan mezhebi olan Cizvitlere ait Almanya’nın en saygın kolejlerinden olan Berlin’deki Canisius Koleji’nde patlak vermesiyle büyümüştür. Canisius Koleji’ndeki cinsel taciz hadisesi ortaya çıkar çıkmaz, daha önce şu veya bu sebeplerle üstü örtülmüş olan olaylara yönelik şikâyetler, olayın mağdurları ve görgü tanıkları tarafından medyaya yansıtılmıştı. Daha sonra ise 1994’ten beri okulda görev yapan müdür, okulun eski öğrencilerine bir mektup yazarak okulu adına tüm mağdurlardan özür dilemişti. Böylece Almanya tarihinde ilk kez Katolik Kilisesi, bir konuyla ilgili olarak resmen özür dilemiş, ancak zaman aşımı sebebiyle suçlular ceza almamıştır. Daha sonra bu tür vakaların Cizvitler ve Katoliklere bağlı diğer bazı yatılı okullarda da meydana geldiği ortaya çıkmıştır. Bu meyanda Almanya’daki 27 piskoposluk bölgesinin 20’sinde Katolik yatılı okullarda çocukların cinsel istismara uğradığı, sık sık dövüldüğü ve öğrencilere uyuşturucu ve içki tedarik edildiği ifade edilmiştir. 

‘Sıfır tolerans’ ama nasıl?

Papa Franciscus, göreve geldiğinin ilk yıllardan itibaren her fırsatta Katolik kilisesi içinde cinsel taciz-pedofil olaylarına “sıfır tolerans” sözü vermiş ve bu tür olayların bir daha yaşanmasına izin verilmeyeceğini kuvvetle ifade eden konuşmalar yapmıştır. Son İrlanda ziyaretinde ise, o dönemde cinsel tacize maruz kalanlarla buluşmuş ve onlara bu olayların bir daha yaşanmayacağı sözünü vermiştir. Ancak bu sözlerine rağmen Papa’nın fiiliyatta gerek Vatikan gerekse Katolik Kilisesi içinde bu tür olaylara meydan veren yapıyı ıslah etmek noktasında pek adım at(a)madığı, kendisine yönelik bu tür eleştirilerden anlaşılıyor. Nitekim bizzat kilise mensuplarınca bu konuda “çok konuşuyor, ama çok az şey yapıyor” eleştirisi dillendiriliyor. Bu durum ise, Papa’nın Vatikan içinde ya “muktedir” olamadığı ya da kendisi de Cizvit olduğu için, cinsel taciz olaylarında başat rolleri bulunan Cizvitleri kolladığı yönünde yorumlara da yol açıyor. Ancak her halükarda Papa’nın, son gönderdiği mektupta da görüldüğü gibi, bu olayları kuvvetli bir dille kınaması, mağdurlarla dayanışma içine girmesi de önemli görülmektedir.

Bugünlerde tekrar gündeme gelen cinsel taciz-pedofil olayları bundan yaklaşık 5-6 yıl kadar önce de alabildiğine tartışılmış, itiraflar yapılmış ve dönemin Papası Ratzinger’e (16. Benedict) yönelik ağır suçlamalarda bulunulmuştu. Takip edenlerin yakından bildiği üzere, görevinden feragat edeceğini bildirdiği günden itibaren Papa 16. Benedict’in ani feragatinin sebebi olarak pek çok görüş ortaya atılmıştı. Bu meyanda 16. Benedict’in Katolik tarihinde “emekli olan” ilk papa olması sürecini, dönemindeki cinsel taciz-pedofil olaylarını ört-pas ettiği suçlamaların başlattığı da o dönemde yazılmıştı. Hatta 16. Benedict’in bir kısım rahip ve kardinalleri arasındaki örgütlü bir “homoseksüel-eşcinsel” yapının varlığını öğrenmiş olduğu da yazılmıştı.  Zira “Vatilieks” belgelerine göre Papa, Vatikan’daki üç kardinale buna yönelik bir araştırma yapmaları talimatı vermiş ve bu kardinaller de 300 sayfalık gizli raporlarını kendisine sunmuştur. Böylece Papa,  bizzat üst düzey kardinallerin de içinde olduğu böyle bir yapının varlığından “malumun ilamı” kabilinden haberdar olmuş ve bu olay basına da sız(dırıl)mıştı.

Taciz skandalının boyutunun oldukça geniş olması, hiç şüphesiz Vatikan’ı ve dönemin papası 16. Benedictus’u zor durumda bırakmıştı. Zira olay, bazı yönleri ile kendisine de uzanıyordu. Çünkü ağabeyinin 30 sene boyunca yönettiği bin yıllık erkek yatılı okulunun eski bir mezununa atfen Der Spiegel’de yayımlanan yazıya göre Papa’nın ağabeyi George Ratzinger’in yöneticilik yaptığı 1964-1994 yılları öncesinde söz konusu okulda taciz olaylarının yaşandığını belirtmiş ve George Ratzinger de, 70’lerin sonuna kadar bu tür olaylar yaşandığını kabul etmiştir. Papa’nın kardeşinin okulundaki bu olaydan haberdar olmaması düşünülmemelidir. Kaldı ki 1977-1982 yılları arasında baş papaz olarak görev yaptığı Münih’te de benzer olayların yaşandığı halde hiçbir işlem yapmaması, bir başka dikkat çekici noktadır. Yine 2005 yılında papa olmasından bu yana pek çok –yaklaşık 300- cinsel taciz vakasının Vatikan’a ihbar edildiği, Papa’nın da bu tür olayların bundan böyle olay mahallinde müdahale edilmemesini ve Vatikan’a bildirilmesini istediği, yani olaylar yoğun bir şekilde patlak verinceye kadar bir işlem yapılması yönünde adım atmadığı yazılmıştı. Dolayısıyla o dönemlerde Almanya, Amerika, İrlanda, Avusturya, Avusturalya, Hollanda, Belçika başta olmak üzere pek çok ülkede ortaya çıkan bu olaylar karşısında Papa 16. Benedictus hemen hiçbir ciddi adım at(a)mamış ve ilgili ülkelerde kurulan “araştırma komisyonları” ve mağdurlara ödenen tazminatlar ile yetinilmiştir. Bu itibarla farklı sebepler gösterilse de, “papanın emeklisi olmayacağı için” görevinden feragat etmesi bu anlamda attığı en önemli adım olmuştur.

Bu itibarla halen Vatikan’da bir manastırda emekliliğini yaşayan 16. Benedict ile ilgili hafızalarda “cinsel taciz suçlamaları dolayısıyla görevinden feragat etmesi” ve “göreve gelişinden bir yıl sonra doğum yeri olan Almanya’nın Regensburg kentinde ‘İslam’ı şiddet dini’, Hz. Peygamber’i de ‘kılıç peygamberi’ olarak nitelemesi” gibi iki olumsuz durum kalmış olduğunu da bu vesile ile belirtmek gerekir.   

Evanjeliklerin rolü

Tıpkı bir önceki papa gibi, şimdiki Papa Franciscus’un da Pensilvanya’daki komisyon raporu sebebiyle istifasının istendiğini kaydetmek gerekir. Burada da en önemli argüman olarak, şimdiki papanın daha önce Vatikan’da kardinal olması ve bu olaylardan haberdar olduğu ve dolayısıyla göreve geldikten sonra, olaylardan haberdar olduğu halde, kınama ve üzüntü bildirme dışında dişe dokunur bir adım at(a)mamış olması gösteriliyor.

Ne var ki kanaatimizce bu istifa isteminin ardında başka saiklerin olduğu düşünülebilir ki, belki de esas saik budur. Zira Papalık ve Katoliklere yönelik bu olayların tekrar bu günlerde alabildiğine gündeme getirilmesi “teo-politik” açıdan biraz manidardır. Çünkü Papa-Papalık ile Evanjelik Trump-Pence yönetimi arasında “Kudüs”, “göçmenler” ve Trump’ın aile birleşimine dair katı politikası başta olmak üzere bazı temel politikalarda teo-politik farklı tutumların varlığı takip edenlerin malumudur. Bunun dışında Evanjelikler, teo-politik amaçları konusunda Müslümanlardan ziyade güçlü bir kurumsal yapı-ağa sahip Katolikleri görmektedir. Ayrıca Katolikler başta olmak üzere kendileri dışındaki Hıristiyan grupların şu veya bu şekilde “kâfir-heretik” olduğuna inanıp onları karalama anlayışı hâkimdir. Bu ise Müslümanlar arasında bir örneğini zahirî-haricî bir hareket olarak Vehhabilik-Selefîlik’te diğer örneğini batınî-ezoterik hareketlerde gördüğümüz “özcü” yaklaşımı ve dolayısıyla “biriciklik-seçilmişlik”, Tanrı’nın yeryüzündeki seçilmiş kulları-temsilcileri anlayışını beraberinde getiriyor. 

Öte yandan Evanjelikler başta olmak üzere Protestanlar ile Katolikler arasındaki tarihi-teolojik rekabetin de burada rolü vardır. Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in “deccal” diye nitelediği üç düşmandan biri “Papa-Papalık”tır. Mesela misyonerlik faaliyetinde daha ziyade öne çıkan Protestanlar-Evanjelikler’in faaliyetleri sonucu, 70’lerde neredeyse tamamen Katolik olduğu belirtilen İrlanda’da önemli oranda Protestan-Evanjelik nüfus oluşmuştur. Dolayısıyla Katolik kilisesine yönelik pedofil olayının Papa’nın İrlanda ziyareti öncesinde tekrar gündeme ge(tiri)lmesinde–tabir yerinde ise patlatılmasında- Neoconlarla işbirliği halindeki Evanjeliklerin ve dolayısıyla Trump-Pence’in rolü düşünülebilir.

Ruhbanlık tartışmaları

Bu farklılıklardan en önemlilerinden bir diğeri de, fıtrata aykırı “ruhbanlık” kurumudur. Nitekim cinsel taciz-pedofil olayları sebebiyle bir yandan da genelde Hıristiyanlar özelde de Katolik kilisesi içinde “ruhbanlık” tartışması da sürgit devam ediyor. Bu meyanda “ruhbanlık” kurumunun insan ruh sağlığına uygun olmadığı görüşü dillendirilmektedir. Mesela Augsburglu papaz Walther Mixa, “pedofil” olaylarından kilisenin ve din adamlarının değil, ‘cinsel yozlaşma ve ruhbanlık kurumunun sorumlu olduğunu” söylemiştir. Katolik rahip ve rahibelere dini eğitim veren Hollanda Tilburg Katolik Üniversitesi Teoloji Fakültesi’nden Anke Bisschops ise “ruhbanlık” uygulamasının kaldırılması gerektiğini savunmaktadır. Yine Amerikalı kardinal Raymond Burke de ruhbanlık kurumunun yozlaşmasına ve cinsel taciz olaylarına yol açmasına işaret ederek ruhbanlığa eleştiri getirmiştir.

Bütün bunlar esasen “İslâm’da ruhbanlığın olmadığı” yönünde Kur’an ve Sünnet’te yer alan hükmün önemini ortaya koyar. Bununla birlikte, önemli bir etken olsa da Katolik kiliselerindeki cinsel taciz-pedofil olaylarına sadece ruhbanlığın yol açmış olduğunu söylemek de insaflı olmayacaktır. Dolayısıyla olayın köklerinin çok daha derinlerde olduğu ve yönetimsel yanlarının bulunmakla birlikte Katolik “papaz/rahip-rahibe” kimliği ve eğitimiyle de yakından alakalı olduğu vurgulanmalıdır. Nitekim Papa Franciscus da 2017’de Vatikan’daki yolsuzluk ve cinsel taciz skandallarıyla ilgili soruları yanıtlarken, “hastalık” olarak nitelediği cinsel taciz vakalarının önlenmesi için din adamlığı eğitimine “duygusal olgunluğu teyit edilen” kişilerin alınması gerektiğini söylemiştir. Öte yandan tarih boyunca Hz. Aişe ile evliliği sebebiyle, Hz. Peygamber’e –haşa- “pedofili” ithamını yönelten Hıristiyanlar-Katolikler, ironik bir şekilde, rahip-rahibe ve kardinallerin odağında olduğu “cinsel taciz”, “sübyancılık/pedofil” suçlamalarıyla yüz yüze gelmişlerdir. Bu meyanda vurgulanması gereken bir diğer husus ise, İslam ülkeleri ve Müslümanlar söz konusu olduğunda bu tür olaylar karşısında insan hakları örgütleri başta olmak üzere uluslararası kurumları hemen harekete geçiren Batı ülkeleri, konu Yahudi-Hıristiyanları ilgilendirdiğinde bu olayları, şayet ortaya çıkarılmasını gerektiren bir sebepleri yok ise, genelde ört-pas etmenin veya en az hasarla atlatmanın gayreti içinde olduklarıdır.

Tabiatıyla bütün bunların, Katolikler için, özellikle ruhbanlık anlayışının gözden geçirilmesi başta olmak üzere radikal kararlar almayı gerektiren, bir kriz halini işaret ettiği açıktır. Katoliklerin odağında olduğu son cinsel taciz olaylarına yönelik incelemelerden ne tür tedbirler çıkacak şimdiden kestirmek zor olsa da, bilinen bir gerçek var ki, bu olaylar sebebiyle Katolik Mezhebi ve inancının bütün dünyada ciddi bir yara aldığı ve imaj kaybına uğradığı, buna karşılık –olayın patlatılmasında rolü olduğu yorumları yapılan- Protestanlar-Evanjeliklerin de bunu teolojik ve teo-politik nedenlerle alkışlıyor olmalarıdır.

[email protected]