‘Kerim devlet’in ihyası ve mode rnizasyonu

Ali K. Metin / Yazar
21.07.2018

Gerek vesayet unsurlarının ortadan kaldırılması gerekse sistem değişikliğiyle yapılan işleri, jakoben devlet anlayışının ve elitizminin ‘kerim devlet’ olgusunda meydana getirdiği tahribatları gidermeye yönelik bir yaklaşımla izah etmek yanlış olmaz. Başka deyişle süreci, kerim devlet olgusunun ihya edilmesi diye okumak mümkün. Şimdi ise kerim devlet temelli yeni bir şahlanma arzusu ve iradesiyle karşı kaşıya bulunuyoruz. Toplumsal akılla siyasal aklın buluşması, kendisini yeniden kerim devlet üzerinden zuhur ettirmekte.


‘Kerim devlet’in ihyası ve mode rnizasyonu

Tarihsel olarak devletin Doğu toplumlarındaki yeri ve anlamı her zaman toparlayıcı, şemsiye bir güç olma özelliğiyle tebarüz ediyor. Sadece Türk kavimleri için değil, Çinliler, Moğollar, Farisiler, Hintliler için de böyle. Devlet, kavim veya halkların varlığının bir güvencesi olması bakımından mutlak düzeyde ontolojik bir öneme sahip. Halkın bekası ile devletin güvenliği ve selameti arasında tam anlamıyla bir illiyet bağı söz konusu. Bu ontolojik hususiyet birçok bakımdan Doğu toplumlarının kaderini de belirliyor. Niall Ferguson, Uygarlık-Batı ve Ötekiler kitabında Avrupa ve Asya toplumları arasındaki farklılaşmanın nesnel sebepleri üzerinde dururken, bununla ilgili iki temel noktaya işaret etmekte: Birincisi, Asya toplumlarının bereketli, geniş ovalara sahip olması kendi aralarında daha çatışmasız bir yapıya sahip olmalarını ve siyasal bütünleşmeyi/uyumu sağlıyor. İkincisi, Doğu toplumları nispeten homojen bir nüfus yapısına sahip. Avrupa’da ise kavimsel farklılıklara koşut olarak daha parçalı bir yapı egemen. Bu da Avrupa toplumlarında siyasal otoriteyi daha çetrefil ve zayıf bir duruma getiriyor. Dolayısıyla Doğu toplumlarında devletin güçlü ve belirleyici bir konuma sahip olması nesnel koşullardan kaynaklanan ontolojik bir zaruret, bir sonuç olarak kendisini göstermiştir. Ne ki ilk etapta avantaj gibi gözüken bu koşullar, süreç içerisinde dezavantaja dönüşerek Batı dünyası karşısında geri kalmaya da sebep olur. Ferguson, Batı toplumlarının rekabetçi ve demokratik dinamiklerini sözü edilen koşullarla ilişkilendirerek son 500 yılda ortaya çıkan Batı üstünlüğünün bu çerçevede açıklanabileceğini söylüyor: “Batı Avrupa’da rekabetin dinamik etkisi ve Doğu Asya’da siyasal tekelin yavaşlatıcı etkisi – işte böyle bir sonuç doğurdu” (Uygarlık, s. 73).

Halkı motive eden anlayış

Türk-İslam dünyasında hakim olan ‘kerim devlet’ anlayışının yukarıda sözünü ettiğimiz tarihsel ve maddi temellerinden yalıtılması imkansızdır. İşin dini, ideolojik boyutları ise ayrı bir bahis. Fakat bizi burada asıl ilgilendiren, kendi tarihsel ve sosyolojik gerçekliğimizle aktüel siyaset arasında var olan illiyet bağlarının önemini doğru şekilde belirlemeye çalışmaktır. Yerli siyaset bu bağları ancak sahici şekilde tesis etmekle mümkün. Böyle bir endişe ve bakış açısı söz konusuysa eğer, devlete verilen misyon bunun en somut tezahürleri arasında yer alacaktır. Sadece ülke güvenliğini ve iç barışı (adaleti ve huzuru) sağlayan liberal devlet algısıyla kerim devlet arasındaki fark tam bu çerçevede tebarüz eder. Kerim devlet, adaleti ve güvenliği sağlamakla kalmaz, halkı ayrıca toplumsal bir ülkü, bir gaye etrafında motive ve inşa eder. Toplumun hamisi olduğu gibi, ona aynı zamanda önderlik görevi de yapar. Lider bu yüzden Türk-İslam toplumlarında büyük önem taşır. Daha açıkçası kerim devletin sözü edilen misyonu gerçek anlamda lider olgusuyla müşahhas bir nitelik kazanır. Lideriyle topluma önderlik etme yetisini kaybeden bir devlet gerçeği, kerim olma vasfını da yavaş yavaş kaybetmeye başlar. Bununla beraber, zalim bile olsa her zaman “devlet başa” anlayışı devam ettirilir. Devletin varlığını tehlikeye sokmama çabası Türk-İslam toplumlarında halkı devletle kaynaştıran en önemli asgari müşterek olmuştur. Milletin bekası her daim devletin bekasıyla kaimdir.

‘Yüceler Kurultayı’

Diğer taraftan, kerim devlet anlayışının modern dönemlerde jakoben devlet anlayışına doğru evrildiğini, buna belli bir vasat oluşturduğunu da görebiliyoruz. Bugün, aktüel anlamda Türkiye’de ne olup bittiğini doğru şekilde görebilmemiz için bu tefriki özellikle yapmamız gerekiyor. Gerek vesayet unsurlarının ortadan kaldırılması gerekse sistem değişikliğiyle yapılan işleri, jakoben devlet anlayışının ve elitizminin kerim devlet olgusunda meydana getirdiği tahribatları gidermeye yönelik bir yaklaşımla izah etmek yanlış olmaz. Başka deyişle süreci, kerim devlet olgusunun ihya edilmesi diye okumak mümkün. Jakobenizm bir bakıma kerim devlet anlayışının kötü bir istismarı ve dejenerasyonuydu. Şimdi ise kerim devlet temelli yeni bir şahlanma arzusu ve iradesiyle karşı kaşıya bulunuyoruz. Toplumsal akılla siyasal aklın buluşması, kendisini yeniden kerim devlet üzerinden zuhur ettirmekte.

Kerim devlet anlayışının, genel anlamıyla halka nüfuz etmiş bir anlayış olduğu kadar Müslüman yazar ve düşünce adamları tarafından da sahiplenildiğini, dahası bunun siyasette tartışılmaz bir kaziye olarak içselleştirildiğini tespit etmek mümkün. Denebilir ki, bu toprakların ruhuyla kurulan ünsiyet, bu çerçevede yine en ziyade Müslüman mütefekkirlerde kendisini gösteriyor. Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel başta olmak üzere Türkiye’deki İslami düşünce birikimi kerim devlet anlayışının tipik örneklerini ortaya koymaktadır. Erol Güngör, Mümtaz Turhan gibi daha milliyetçi fikir adamlarının yanı sıra, Kemal Tahir, Hilmi Yavuz gibi sol tandanslı entelektüellerde de kerim devlet anlayışının etkileri olduğu malum. Bununla beraber, Müslüman (İslamcı) düşünce adamları bilhassa “halkın egemenliği-Hakkın egemenliği” dilemması üzerinden bir tazı siyaset üretme ihtiyacı içinde olagelmiş ve buradan hareketle kerim devlet anlayışını ikmal etmişlerdir. Sadece yerlilik kaygısı ve halkın ruhuyla kurdukları ünsiyete istinaden değil, İslami ölçülere uygun bir devlet ve toplum nizamını tesis etme bakımından da kerim devlet anlayışıyla mütecanis bir anlayış tarzı sergilemişlerdir. Buna göre, halkın selameti büyük devlet adamlarının, yönetimdeki mümeyyiz kadroların varlığına bağlıdır.  Devlet kurtarıcı güçtür. Şöyle ki, “Büyük devlet adamı, milletinin haklarını kurtarmak için her türlü mesuliyeti kendi üzerine alan adamdır. Devlet cihazını bu mesuliyet iradesi kurarak ona istikamet verdiği zaman devlette selamet başlar” (Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, s. 20). Topçu gibi Necip Fazıl da devleti millet ruhunu temayüz ettirici bir güç olarak telakki eder ve bunu seçkin bir kadronun mesuliyeti altında görür: “Yüceler Kurultayı’nın manası, milleti, en ileri düşünenlerinin ve en iyi yapanlarının kadrosunda özleştirmektir” (İdeolocya Örgüsü, s. 285). Sezai Karakoç’ta ise kerim devlet anlayışı daha rafine bir mahiyete bürünmüştür; daha çok devlete ve devlet adamına atfettiği nitelliklerde kendisini ihsas ettirir: “Devlet adamı, gelecek zamanlara uzayan devlet hayatının mimarıdır… Devlet adamının gerçek başarısı, halkın kurtuluşu ve devletin sürekli olarak güçlenmesi hedefi içinde halka dayanmak ve bu dayanışı sağlam temellere oturtmak için gerçekten yurtsever, bilgili, fedakar bir kadroyla, küme ve kurumlarla ülkeyi donatmaktadır” (Sütun, s. 428-429).

Değişimin dinamiği

24 Haziran’daki sistem değişikliğini bu arka plan üzerinden değerlendirdiğimizde, bilhassa millet iradesi üzerindeki her türlü vesayeti kaldırmaya dönük düzenlemelere bakarak kerim devlet anlayışının burada baskın bir unsur olduğu sonucuna varabiliriz. Fakat en dikkat gerektiren nokta, bu iradenin yasamadan ziyade yürütmede ve dahası devletin başında tecelli etme arzusudur. Bu da yine  kerim devlet algısının toplumsal, ontolojik koşullarıyla ilişkilendirilebilir. Zira millet ruhu/iradesi, kendi ontolojisini dolayısıyla istikbalini asıl mesele haline getirmekte, bunun için de devleti daha etkin ve işlevsel kılmayı istemektedir. Devlet aygıtı, millet ruhunu gerek temsil etme gerekse inkişaf ettirme kabiliyetini gösterdiği nispette kerim bir hüviyet kazanacaktır. Başka ifadeyle, halk veya milletle devlet arasında kurulan her türlü ontolojik ilişki kerim devlet anlayışını öne çıkarmakta, devleti böylece muayyen bir hamilik ve önderlik rolüyle yükümlü kılmaktadır.

Buradan bakıldığında kerim devlet anlayışının modern devlet yapıları içinde yaşamaya devam ettiği, (hatta ulus-devletle çok büyük benzerlikler gösterdiği),uygun zemini bulduğunda ise bunun sistemsel değişiklikleri beraberinde getirebildiği bugün en açık şekliyle müşahede edilebilmektedir. Bu yüzden söz konusu değişimi dışsal unsurlardan ziyade kendi toplumsal ve siyasal dinamiklerimizle anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Amerikan sistemiyle var olan benzeşmeyi elbette göz ardı edemeyiz, ancak bu, değişimin asıl dinamiğine nüfuz etmek istediğimizde açıklayıcı olamayacaktır. Siyasi iradeyi/aklı, beslendiği sosyal, kültürel, zihinsel kodların ve dinamiklerin etkisinden izole ederek düşünmenin hiçbir geçerliliği yoktur.

Kamburu olmayan devlet

Sistem değişikliğinin, 9 Temmuz tarihli KHK çerçevesinde devlet aygıtındaki reorganizasyonla pekiştirilmesi de söz konusu içsel dinamikleri kendi içinde daha anlaşılır ve tutarlı bir düzeye getiren, nihai planda bürokratik oligarşiyi ve zafiyetleri ortadan kaldırmak için atılmış yeni bir adım diye değerlendirilebilir. Bürokrasiyi gerek azaltarak gerekse dağınıklıktan kurtararak yürütmeyi daha güçlü aynı zamanda daha operasyonel hale getirmenin işaretlerini veren yapısal revizyon, aynı zamanda hüküm süren devlet aklının kerim, iyicil anlayışına ilişkin ümitvar bir tablo ortaya koyuyor. Devlet, halkın sırtında bir kambur olmaktan çıkarılmadıkça kerim devlet anlayışının milletin vicdanında tam anlamıyla makes bulmasından söz edemeyiz. Sistem değişikliğinin böyle bir revizyonla desteklenmesi, bu anlamda değişen devlet vizyonunu ve aklını ortaya koymaktadır. Tarihi, sosyal köklere sahip yeni devlet aklı, kendisini böylece halkla daha kaynaşmış, daha muteber bir görünüme kavuşturmanın çabasını vermektedir.

Liyakat ve idealizm

Bununla beraber saf bir devlet aklından bahsedemeyeceğimiz de aşikar. Devlet dediğimiz liderden ibaret bir realite olmadığı gibi, devlet aklı da esasen muhtelif bileşenlerden teşekkül eder. Bu yüzden devlet aklını ve icraatlarını bu bileşenlerin ayrı ayrı niyet, hassasiyet ve kabiliyetinden azade olarak düşünemeyiz. Dahası lider ruhunun ve hassasiyetinin devlet kadrolarında tecessüm etmesi temel meselelerden biri haline gelir. Bu anlamda devlet, daha doğru deyişle kerim devlet, Nurettin Topçu’nun dediği üzere “bir insandır ve bir fert gibi şahsiyet olarak meydana gelir.” Bu şahsiyeti teşekkül ettiren unsurların ortak ruh ve ideallerle hareket etmesi işin esasa dair şartıdır.

Şu gerçeği de unutmamak lazım: Kurumsal yapılanma sistemi başarıya götürecek sihirli bir değnek değildir. Başarı, son kertede insan kalitesi ve potansiyeliyle mukayyettir. Doğru insanlar doğru yer ve alanlarda istihdam edilemediği takdirde yaşanacak hayal kırıklıkları işten bile olmayacaktır. Gerçekleştirilmesi gereken büyük atılım, mevcut insan birikimini yukarıdan aşağı kademelere kadar en etkin şekilde değerlendirecek güçlü bir yönetim becerisini gerektiriyor. Sistem değişikliğinin faal, donanımlı, idealist bir yönetim aklıyla tahkim edilmesi her bakımdan temel meseledir.

Pek tabii, halkın ümitlerini yeşertecek bir devlet yönetimi için liyakatin yanı sıra tutkulu bir idealizme de ihtiyaç vardır.

[email protected]