Küresel jeostratejik ihtiyaçlar ve Türkiye

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
13.05.2017

Türkiye’nin kat ettiği değişimin gözlenmesi, direnme gücünün görülmesi, toplumsal dayanışmanın vardığı düzeyin fark edilmesi önemlidir. Bu perspektifi, cari ve güncel stratejilerini ısrarla sürdürmek isteyenlere hatırlatmakta yarar var.


Küresel jeostratejik ihtiyaçlar ve Türkiye

Türkiye’nin küresel pozisyonuna dair jeopolitik ve jeostratejik tezlerimiz, gündeme ilk geldiği dönemlerde sübjektif analizler olarak görülüyordu. Bugün ise bu tezler; farklı görüş ve kanaatte olan birçok topluluk ve entelektüelin paylaştığı fikirlere dönüştü. Öyle ki; Türkiye’nin teritoryal konumu, birbirinden farklı gibi görünen ancak aynı merkezden yönetilen çatışmacı unsurların hedef tahtasında olması sonucunu doğurdu. Özellikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden açık, gizli, akıl almaz operasyonlar aracılığıyla Türkiye yıpratılmaya, engellenmeye ve durdurulmaya çalışılıyor. PKK, DAEŞ, DHKP-C, FETÖ gibi terör örgütlerini şimdilik geçelim. Sivil siyaseti temsil ettiği iddia edilen/değerlendirilen uluslararası kurumların da Türkiye’ye karşı tek tek devreye sokulmak istendiğine tanık oluyoruz. Ancak var olan siyasi iradenin kararlılığı ve toplumun desteği, tüm bu ‘şer’ politikaları çökertti ve çökertmeye de devam ediyor. Diğer taraftan yaşanılan süreçler, Türkiye açısından kritik önemde kazanımlara da yol açtı. Farklı gerekçelerle, üretilmiş krizlere karşı daha dirençli bir Türkiye var artık!

 Türkiye’ye karşı yürütülen, ancak ülkenin mukavemetini artıran bu operasyonlardan bazılarını hatırlamak gerekirse; (1) 7 Şubat MİT müsteşarını gözaltına alarak tutuklama ve onun üzerinden de dönemin başbakanı Erdoğan’a ulaşma çabası, (2) çevre duyarlılığını istismar ederek organize edilen Gezi kalkışması, (3) PKK’nın ülke dışına çıkmaktan ve Türkiye’ye karşı silahlı terör faaliyetlerini bitirme sürecinden vazgeçirilmesi, (4) Kobani’deki gelişmeler bahane edilerek gerçekleştirilen 6-7 Ekim olayları, (5) 17-25 Aralık yargı ve kolluk aracılığıyla yapılan darbe girişimi, (6) 1 ve

19 Ocak 2014’da tarihlerinde MİT tırlarına yapılan operasyonlar, (7) şehir merkezlerini hedefleyen kitlesel terör saldırıları ve intihar bombacıları, (8) PKK’nın çukur terörü, (9) 15 Temmuz FETÖ’cü darbe kalkışması ve (10) Suriye’de faaliyet gösteren terör örgütleriyle işbirliği yaparak Türkiye’yi köşeye sıkıştırma teşebbüsleri…

Süreci sağlıklı analiz edebilmek için Türkiye’nin hedefe alınmasına ilişkin sebepleri de hatırlamakta yarar var. Bu bağlamda akılda tutulması gereken başlıca sebepler; (1) terör örgütlerine destek veren ülkelerin içinde olduğu kirli ve kanlı işbirliklerini dile getirme kararlılığı, (2) kuruluşundan bu yana küresel siyasal sisteme egemen olan ve dolayısıyla da küresel haksızlıklara göz yuman BM yapısına ilişkin, 2009 yılından itibaren, dile getirilen eleştirileri, (3) ülkenin her türlü kaynağını tüketen Kürt meselesinin çözümü konusunda adım atılması ve çözümün, yabancıları dışarıda bırakarak, kendi içimizde aranması, (4) 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, TSK dahil, tüm kamu kurumlarında örgütlenen ve küresel aparat olduğu görülen, gayri milli unsurların tasfiye edilmesi… Tabii bunların arkasındaki asıl etkenin ise bölgemizde meydana gelen ve mazlum halkların taraf olduğu olaylara kayıtsız kalmamamız, insanlığın vicdanı olarak yardım elimizi uzatmamız, bölgenin geleceğine ilişkin iddia sahibi olmamız, iddialarımız üzerinden bölgesel güç olma çabamız ve siyasi coğrafyamızın yanı sıra tarihi geçmişimizin olduğu coğrafyaya ilgi duymamızın da yattığını akılda tutmakta yarar var.

Dayanma kapasitesi

Yukarıda da ifade edildiği gibi Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı üzerinden kendisine karşı yapılan operasyonların tümünü boşa çıkarttığı ve bu girişimlerden daha da güçlenerek çıktığı görülmektedir. Bu süreçlerin en önemli katkılarından birisi de; halkın kendi içinde konsolide olması, ülkenin birliği, kalkınması ve gelişmesi ülküsü etrafında toparlanmasıdır. Bu oldukça önemlidir. Ancak siyaset kurumunun, önemli olan bu durumu daha da tahkim edecek politikaları öncelik vermesinde de büyük yarar vardır. Bahsettiğimiz tüm bu süreçler, olası risklere ve saldırılara karşı gösterilecek reflekslerin güçlenmesine ve dayanma kapasitesinin artmasına da katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’yi hedef alan ve operasyon yapmaya çalışanların, bu yaklaşımın doğru yol olmadığını artık görmesi lazım. Çünkü bu, Türkiye’den ziyade, onların çıkarınadır. Koşullara kuş bakışı bakıldığında, Türkiye’nin küresel sistemin sigortası olduğu net bir biçimde görülür. Hem de; küresel bazda bir güvenlik sigortası!

Sistemin güvencesi

Buradan hareketle; terör saldırıları ve değişik operasyonlar üzerinden test edilmemiz ve güvenliğin sigortasıyla oynanmasının, ilgili güç merkezlerinin kaybedeceği bir sonucu doğurabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Bunu görmeleri kendi yararlarınadır! Ancak gelişmelerin seyrine baktığımızda, Batı merkezlerinde bu durumu anlayacak yapıcı bir akıl görülmüyor. Tam tersine, bütün aşamalarda küresel bir akıl tutulması kendini gösteriyor. Çünkü bir biçimde terör örgütlerine destek veren ülkelerin ortaya çıkacak güvenlik riskinin hedefi olacağını bilmek için terör uzmanı olmaya gerek yok. Ayrıca bu atmosferde, terör örgütlerinin ve taşeronlarının da gelecek garantilerinin olmadığı açık. Bu tür ilişkilerin içinde olanlar, bahsettiğimiz güvenlik sigortasının yıpratılmasıyla, Türkiye’den çok daha fazla zarar görebilir. Bir tarafta teröre karşı dayanma reflekslerini güçlendirmiş bir Türkiye, öte tarafta terör saldırılarına karşı refleksleri oldukça zayıf ülkeler var. Yani, Türkiye’nin farklı noktalarını test etmeye çalışanlar, kendileri bu testlerden geçemeyebilir. Daha açık bir ifadeyle; Türkiye’nin kat ettiği değişimin gözlenmesi, direnme gücünün görülmesi, toplumsal dayanışmanın vardığı düzeyin fark edilmesi önemlidir. Bu perspektifi, cari ve güncel stratejilerini ısrarla sürdürmek isteyenlere hatırlatmakta yarar var!

[email protected]