Kürtler devletin yanında; çünkü…

Dr. Ramazan Akkır / Sosyolog, yazar
24.03.2018

Kürtlerin hendek teröründen sonra Afrin Operasyonu’nda da devletin yanında yer alması, hem PKK/YPG’nin bölgeyi şiddet ve terör sarmalına hapsetme politikasının iflas ettiğini hem de Kürt halkının artık kendi coğrafyasında silahların gölgesinde yaşamak istemediğini gösteriyor.


Kürtler devletin yanında; çünkü…

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu tarafından 20 Ocak 2018 tarihinde Afrin’e yönelik başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı başarıyla tamamlandı. Millet, terör örgütü ile mücadelede destan yazan orduya büyük bir destek verdi. Yapılan kamuoyu yoklamaları da bu desteği ortaya koyuyor. O araştırmalardan biri A&G Araştırma Şirketi Genel Müdürü Adil Gür tarafından yapıldı. Araştırmanın en ilginç sonuçlarından biri, PKK’nın onca olumsuz propagandasına rağmen Kürtlerin harekâta destek verdiğiydi. Bu çerçevede sorulması ve analiz edilmesi gereken husus şudur; PKK çizgisinde politika üreten iç ve dış aktörlerin, PYD’ye karşı sürdürülen mücadeleyi, “Kürtlerin varlığını hedef aldığını” söyleyerek karalamalarına rağmen Kürtler neden AK Parti hükümetinin ve Türk ordusunun yanında yer aldı?

PKK’nın asıl zararı Kürtlere

Bu gerçeğin arka planında tarihsel ve sosyolojik birçok neden bulunuyor. Öncelikle bu ülke, 15 Ağustos 1984 tarihinden beri terör örgütü PKK ile güvenlik ve demokratikleşme perspektifi ekseninde mücadele ediyor. Bu mücadelenin ekonomik ve toplumsal bilançosunun ağırlığı da ortada. Teröre, 40 binin üzerinde insanımızı ve yaklaşık 350-400 milyar dolar civarında sermaye verdik. Terörün bu ülkeye maliyetinin daha anlaşılır olması için bu bahsi biraz daha açalım: Terörle mücadelede harcanan parayla 87 Atatürk Barajı, 100 Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 100 Nükleer santral ve 70 Marmaray yapılabilirdi. Kısacası 35 yıl boyunca terör, bu toplumun canına kastetti, ekonomik ve toplumsal sermayesini sömürdü. Bu sömürü düzeninden en fazla etkilenenler ise şüphesiz, Kürt vatandaşlarımız oldu.

Meseleyi daha da trajik kılan ise, PKK’nın kuruluşundan itibaren Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde katlettiği veya yaraladığı insan sayısı, Türkiye’nin ortalama bir ilinin nüfusundan daha da fazladır. Özellikle PKK’nın ideolojik kimliğine aykırı ancak bölge insanının ruhuyla uyumlu olan dindar kesim, bu örgüt tarafından hedef alınmış ve katledilmiştir. Bunun yanı sıra, PKK baskısından dolayı insanların evleri ve işyerleri yakılmış veya yurtlarından göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Tıpkı Suriye’de, Afrin, Kobani Sincar ve Cezire bölgelerinde olduğu gibi.

“Sözde” Kürt halkının haklarını savunan PKK, en büyük kötülüğü Kürt insanına yapmaktan geri durmamıştır. Kısacası bölge insanı için PKK; yıkım, talan, acı ve ölüm getirmiştir. Hannah Arendt’in ifadeleriyle söylersek yaşananlar, kötülüğün sıradanlaşması hadisesinden başka bir anlama gelmemektedir. Kürtlerin Zeytin Dalı Operasyonu’na vermiş olduğu destek de böylesi bir siyasallığın sonucudur.

 İkinci olarak, PKK ve PKK’nın şehir kadrosu tarafından 7 Haziran 2015 tarihinde başlatılan hendek siyaseti, 21. yüzyılın vebası olan terörün ve PKK’nın gerçek niyetini ortaya çıkarmıştır. PKK’nın Sur, Cizre veya Nusaybin gibi belli başlı şehirlerde başlatmış olduğu hendek-barikat teröründe, en ağır faturayı yine Kürtler ödemiştir. Hatırlayacaksınız, PKK’nın yöneticilerinden Bese Hozat’ın 15 Temmuz 2015 tarihinde “Devrimci halk savaşı” kararını ilan etmesi ile beraber, Güneydoğu’nun bazı bölgelerinde silah zoruyla özyönetim kararı alınmıştı. Bu süreçte Cemil Bayık, Duran Kalkan, Bese Hozat, Murat Karayılan gibi Kandil’in ‘savaş tanrıları’, özyönetim söylemi üzerinden silahı ve terörü sıradanlaştırmışlardı. Buna ilaveten, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi terör örgütünün siyasi zemindeki temsilcileri de çukur kazılan bölgelerde şiddete çanak tutarak “Hendekler, darbeye karşı direniştir” diyerek gençleri bile isteye ölüme götürmüşlerdi. PKK’nın tekrar teröre müracaat etmesi; bazı bölgelerde sokağa çıkma yasağının uygulanmasına, özyönetim ilan edilen bölgelerin geçici süreyle askeri güvenlik bölgesi ilan edilmesine ve sonuçta 200 bin civarında insanın evini-yurdunu terk etmesine yol açmıştı. PKK’nın özyönetim adı altında Kürtlere uygulamış olduğu şiddet ve baskı, Kürtlerin Afrin operasyonunda devletin yanında pozisyon almasını beraberinde getirmiştir.

YPG’nin yaptığı soykırım

Üçüncü bir neden de, PKK/YPG’nin Suriye’de iç savaşın başlamasından itibaren kendi politik tutumuna ve ideolojisine uymayan veya YPG’ye itaat etmeyen insanlara yönelik uygulamış olduğu “soykırım” ve sürgün stratejisidir. Yedi yıldan beri devam eden savaşta, 2,5 milyondan fazla Kürt anavatanından sürgün edilmiştir. PYD’nin sürgün etmiş olduğu Kürtlerin yaklaşık 1 milyonu Kuzey Irak’a, 350 bini Türkiye’ye, diğerleri de Avrupa ve Arap ülkelerine sığınmak zorunda kalmıştır. Bunun en bariz örnekleri; Suriye Kürtlerinin İstikbali Partisi’nin Başkanı Michael Temo’nun öldürülmesi ve PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim’in ağabeyi Mustafa Müslim’in örgütün sosyalist anlayışını benimsemediği için kendi anavatanından sürgün edilmesidir.

PYD’nin bölge insanına ve özellikle Kürtlere yapmış olduğu soykırımı, Tel Abyadlı Mustafa Nasır şöyle anlatmaktadır: “PYD/PKK, babalarımızın, dedelerimizin bize miras olarak bıraktığı evlerimizi, arazilerimizi zorla elimizden alarak göçe zorladı. Mecburen akrabalarımızla Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldık. Orada kalan az sayıdaki akrabalarımızın hayatından endişe ediyoruz. Bize gelen bazı görüntülerde PYD/PKK üyelerinin kendilerine uymayan insanları öldürüp sonra yaktıkları görülüyor. Bunlar Müslüman olamaz. Yaşlı bir adamı silahla yaraladıktan sonra ‘Seni cennete gönderelim mi diye dalga geçtiler, vurdukları yetmezmiş gibi İslam’la da dalga geçiyorlar.”

Tehcir politikası uygulayarak insanları göçe zorlayan YPG, bölgenin demografik yapısını değiştirmektedir. Ancak Türkiye, PYD zulmünden kaçan yaklaşık 50 bin Afrinli Kürdün yeni vatanı olmuştur. Kürtlerin, Zeytin Dalı Operasyonu’nu desteklemesinin önemli bir nedeni de AK Parti’nin kuruluşundan itibaren ortaya koymuş olduğu performans ile beraber bu topraklarda barışı ve kardeşliği inşa etmeyi amaçlayan Çözüm Süreci’nin doğurduğu siyasal iklim olsa gerek. AK Parti’nin iktidara gelir gelmez yapmış olduğu en önemli icraatlarından birisi, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde uygulanan Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasını kaldırmak olmuştur. Ardından Erdoğan, bu ülke Kürtlerinin kangren haline gelen sorunlarını çözmek amacıyla bir dizi demokratikleşme hamlelerini hayata geçirmişti. Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da yapmış olduğu konuşma ile başlayan bu süreç; barışın ve kardeşliğin tesis edilmeye çalışıldığı, terörün ve şiddetin olmadığı bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere yakışmaz” diyen Erdoğan, “Kürt sorunu benim de sorunumdur” diyerek Kürtlerin sorunlarını çözme iradesini ortaya koymuştu. Erdoğan’ın Diyarbakır’da yapmış olduğu bu konuşmanın ardından Kürtlerin sorunlarına çözüm üreten adımlar peş peşe gelmişti.

Yeni Kürt politikası ne olmalı?

Erdoğan’a baldıran zehri içmeyi göze aldıran bu sorunların çözümü için atılan ilk somut adım, TRT ŞEŞ’in kurulması olmuştu. 2009 yılından itibaren, somut adımların atılmaya başladığını hatırlayalım. Habur’da ve Oslo’da yaşanan kriz sürece zarar vermiş olmasına rağmen, 2013 yılında Çözüm Süreci yeniden başlatılmış ve bölge, bahar havasına dönmüştü. Ancak 2015 yılında PKK’nın ve onun milis gücü YDG-H’nin şehir savaşına başlaması, PKK’nın silahlarını gömmeye niyetinin olmadığını ve Kürtler sorunları gibi bir derdinin olmadığını ortaya çıkarmıştı. Kısacası, PKK’nın barış sürecini suistimal etmesi ve bölgeyi silah deposuna çevirmesi, ümitleri bir kez daha söndürmüştü. Yanı sıra, PKK’nın silahlarını gömmeye yanaşmaması ve Suriye iç savaşıyla beraber yeniden bağımsızlık şehvetine kapılması; önce Çözüm Süreci’ni akamete uğratmış, ardından da bu mazlum halkı silahların gölgesinde yaşamaya mahkum etmişti.

Tüm bunlara rağmen, AK Parti atmış olduğu somut adımlarla Kürtlerin gönlünü kazanmış ve bu coğrafyada barışın ve kardeşliğin yeniden inşa edilebileceğini herkese göstermiştir. Cezaevlerinde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, Akil İnsanlar Heyeti’nin kurulması, örgüt propagandası yapma suçuna verilen cezaların hafifletilmesi, KCK tutuklularının büyük bölümünün serbest bırakılması, eş-başkanlık sisteminin yasal statüye kavuşturulması, “Kürdistan” isimli derneklerin faaliyetlerine izin verilmesi, üniversitelerde Kürtçe Enstitülerinin kurulmaya başlanması veya özel okullarda Kürtçe’nin serbest bırakılması gibi uygulamalar; hem Kürt sorununun demokratikleşme doğrultusunda çözülebileceğini ve kardeşliğin inşa edilebileceğini hem de Kürtlerin bu ülke ile olan bağının ne kadar sıkı olduğunu göstermiştir.

PKK’nın kuruluşundan itibaren en büyük zararı bizatihi Kürtlere vermiş olması, YPG/PYD’nin kendine itaat etmeyen Kürtleri öldürmesi veya Suriye’den sürmesi, tam bir vandalllık örneği olan hendek terörü sürecinde Kürtlerin kazanımlarının PKK tarafından ateşe verilmesi ve AK Parti iktidarı döneminde Kürtlerin sorunlarının çözümüne dair somut adımların atılması, Kürtlerin neden devletin yanında olduğu meselesini anlaşılır kılmaktadır. Kürtlerin Hendek teröründen sonra Afrin Operasyonu’nda da devletin yanında yer alması, hem PKK/YPG’nin bölgeyi şiddet ve terör sarmalına hapsetme politikasının iflas ettiğini hem de Kürt halkının artık kendi coğrafyasında silahların gölgesinde yaşamak istemediğini gösteriyor.

Kürt/lerin meselesine dair yeni politikalar geliştirilmeye çalışılırken bu parametreler göz önünde bulundurulmalı.

Artık, tünelin ucunda ışık görünüyor.

[email protected]