Kürtler PKK ve HDP’ye neden direniyor?

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
26.11.2016

Artık PKK ve türevleri bölge halkı üzerine bir yüktür. Halkın tepkisi devletten HDP’ye yönelmiş, halk tercihini bir kez daha ülke bütünlüğünden yana kullanmıştır. Şimdi yaraları sarma zamanıdır.


Kürtler PKK ve HDP’ye neden direniyor?

I. Dünya Savaşı’ndan sonra travmatik sonuçlarıyla hala meşgul olduğumuz, Osmanlı tebaası olan etnik unsurların küçük devletçikler halinde Osmanlı’dan koparılma ameliyesi de gerçekleşmiş bulunuyordu. Burada Kürtleri istisna tutmak gerekecektir. Batılılar, onca çabalarına rağmen Kürtleri, Misak-ı Milli’den ve kurulacak Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nden ayırmayı başaramamışlardır. Coğrafi sınırların net olmaması ve Kürtlerle Türkler arasında kültürel ve demografik geçişkenliğin boyutları buna izin vermemiştir. Arabistan’da Şerif Hüseyin tipinde bir Kürt muhatap çıkaramamaları da bunda etkili olmuş, hatta bu durum İngiliz raporlarına dahi yansımıştır. Bununla birlikte, savaş sonunda Kürt halkının bir kısmı Misak-ı Milli sınırlarının dışında kalmıştır.

Cumhuriyet kurulduktan sonra, azgelişmişlik, yoksulluk ve sefalet üzerinden dillendirilen bir Doğu sorunundan bahsedilir. Bu konu üzerine Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında konuyu ele alan raporlar hazırlanmıştır. İsmet Paşa ve Celal Bayar’dan başlayarak Kazım Karabekir ve Şükrü Kaya’nın Şark ıslahat reformları bu babda zikredilebilir. Son yıllarda da Bülent Tanör, Doğu Ergil  ve GENAR’ın İHH için hazırladığı rapordan bahsedebiliriz. Doç. Dr. Evren Çelik’le yapmış olduğumuz “Kürt raporlarının analizi” adlı çalışmada, bu raporlarda ortaya konulan ana fikri şu bakış açısı özetlemektedir: “Bölge henüz Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası haline gelememiştir. Yoksulluk, çaresizlik, eğitimsizlik had safhadadır. Devlet o bölgede yoktur. Var olan devlet kurumlarında rüşvet ve istismar başını alıp gitmiştir”.

Yine mi taktik peşinde?

PKK’nın bir terör örgütü olarak yaptıkları ve buna karşılık devletin farklı zamanlarda uyguladığı farklı mücadele yöntemleri, Türk halkı tarafından yakinen bilinmektedir. Çözüm süreci başladığında güvenlikçi ve müzakereci olmak üzere iki farklı yaklaşım tarzı ortaya çıkmıştı. Ankara’da terör müdürlüğü yapmış ve PKK üzerine önemli çalışmaları olan Osman Kaya, PKK için; “Bu örgüt manifestosu olan, amaçları belli olan, etnik ayrılıkçı bir örgüttür. Bu güne kadar devletin zaaflarından istifade ederek büyümüştür.  Çözüm sürecinin bir fikir olarak Cumhuriyet tarihi boyunca, Doğu sorunu ya da Kürt meselesi hakkında geliştirilmiş en kıymetli fikir olduğunu düşünüyorum. Olanca mahzuruna rağmen hala bu düşüncemde ısrarlıyım” demişti. Fakat müzakere süreci devam ederken Osman Kaya’nın PKK hakkında kurmuş olduğu cümleyi hiç aklımdan çıkarmadım: “Bu seferde mi PKK taktik peşinde?..”

Çözüm süreci ile ilgili olumlu olumsuz birçok görüş ileri sürülebilir. Bugün bölge halkının PKK’nın hiçbir terör eylemine ve HDP’nin kışkırtmalarına destek vermemesi büyük oranda çözüm sürecinin oluşturduğu alternatif etkiden kaynaklanmaktadır. PKK kırsal alanda başlayan ve öncelikle farklı Kürt örgütleri tasfiye eden ve Kürtleri tehdit ederek terör faaliyetlerini sürdüren; resmi görüş ne olursa olsun 2000’li yıllara gelindiğinde Kürtlerin haklarını savunan bir örgüte dönüşmüş ve bölge halkından destek de görmüştü. Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması ile başlayan 10 yıllık süreç, bölge haklı üzerindeki, siyasi, sosyal ve kültürel baskıları ortadan kaldırmış, adım adım hükümeti bir çözüm fikrine yaklaştırmıştı.

Çözüm sürecine en büyük tepkinin Anadolu insanından geleceği düşünülüyordu. Fakat beklenenin aksine Türkiye kamuoyu büyük bir metanetle süreci olumladı. Yapmış olduğumuz araştırmalarda, sürece olan destek, Türkiye genelinde yüzde 67’lerde iken Güneydoğu Anadolu’da  yüzde 90’lara kadar çıkmıştı. Doğaldır ki, terörden en fazla etkilenen bölge halkı olmuştur. Çözümü ve barışı en çok onlar arzulamaktadır. Çözüm süreci başladığında, bölgede ekonomik yatırımlar artmış, insanların yüzü gülmüş, terör tamamen durmuş, bölgeye iyimser bir hava hakim olmuştu. Başta Mardin ve Diyabakır olmak üzere bölgenin birçok iline turist akını başlamıştı. Mardinli bir esnaf “Turistler caddelere sığmıyordu hepimiz bayram etmiştik. Bugün ise sokakta sadece esnaf var… İn cin top oynuyor” diyerek süreç sonrasındaki durumu anlatmaya çalışıyordu.

PKK ve HDP meşruiyetini neden kaybetti: Bir terör örgütünün meşruiyetinden bahsedilebilir mi? Elbette ki bir terör örgütü terör örgütüdür. Kanun karşısında bir meşruiyeti yoktur. Çözüm sürecine kadar PKK ve onun türevleri, Kürt halkının Meselelerini çözmek için var olan yapılanmalar olarak algılanıyordu. Çözüm sürecini kandildeki savaş baronlarının sabote etmesinden sonra PKK ile ilgili algı kökünden değişti.

HDP’nin alternatif siyaset üretme konusunda yetersizliği, belki de PKK’nın bir uzantısı olmak hasebiyle çaresizliği, Kürt halkında büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Bölge illerinin belediye başkanlıklarının tamamı ellerinde, meclis üyelerinin kahir ekseriyeti onlarda. Devlet bürokrasisinin birçok çalışanı bölge insanı oldukları için HDP’nin sempatizanı durumunda idi. Meclise 80 milletvekili ile girmiş bir parti, bu kadar geniş bir siyasi yelpazeye sahipken neden hala terörden medet umar? Bunun siyasetle, demokrasi ile, kimlik talebi ile nasıl bir ilgisi olabilir?

Tek kelime ile PKK ve HDP, el birliği ile bölge halkının geleceğini uluslararası hesaplara kurban etmiştir. Bölge halkı bu ihaneti iliklerine kadar hissetmiş ve PKK/HDP’nin hiç bir çağrısına cevap vermemiştir. Uluslararası güçler, İran, Esad rejimi ve Batılı istihbarat örgütleri, Türkiye’yi bölgede zora sokmak için bir oyun kurdu; fakat bu oyun öncelikle PKK ve içeride HDP’nin meşruiyetini ortadan kaldırdığı gibi temsilcilerini de halkın içine çıkamaz hale getirdi.

Çağırsanız da gelen yok

Kobani: Suriye iç savaşında bir heyula olarak üretilen DEAŞ, durduk yerde Ezidilere saldırdı. Bununla bütün dünyada bir algı oluşturuldu. Arkasından DEAŞ, Kuzey Suriye Kürtlerinin üzerine yöneldi. Bu plan doğrudan Türkiye iç siyasetine dönük biz sabotajdı. FETÖ etkisinden olacak ki, devlet aklı bu planı teşhis etmekte yetersiz kaldı. Kobani bahanesiyle yapılmak istenenin, Türkiye siyasetini dizayn meselesi olduğu algılanabilseydi, devletin refleksi daha farklı olurdu. Zamanında müdahale edip DEAŞ’ı etkisiz hale getirebilseydi, PYD’yi olduğu yerde tutabilir, içeride Kobani bahanesiyle Kürt kamuoyunda seçim sürecinde yürütülen dezenformasyon faaliyetlerinin önüne geçebilirdi. Hükümet birkaç günde 300 bine yakın Kobanili Kürt’ü olağanüstü bir başarıyla sınırdan içeri almayı başarırken, HDP’li vekiller sınırda asker taşlamakla meşguldü. Selahattin Demirtaş’ın isyan çağrısı sokakları ateşlemiş ve 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar yaşanmıştı. Sis bulutu dağıldığında, gerçekler ortaya döküldüğünde Kürt halkı da ters giden bir şeyler olduğunu farketmişti. Kobani olayları, Kürt halkının sokak çağrılarına karşılık verdiği son olay oldu. Kobani’de bölge halkı Kürtlere bir saldırı olduğunu düşünüyordu ve ona göre kontrolsüz ve dengesiz bir tepki ortaya koydu. HDP’liler 7 Haziran seçimlerinden de aldıkları güçle, halk desteğinin her çağrıda yine aynı olacağı yanılgısına kapıldılar. Küstahça, devleti sürekli üst perdeden tehdit etmeye devam ettiler. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı.

Hendek terörü: PKK uluslarası güçlerle girmiş olduğu hesaplar sonrasında şehir merkezlerinde insanların harimi ismeti sayılacak evlerine sokaklarına el koyarak sözde özerk yönetimler kurmaya kalkıştı. Halk bu girişime destek vermedi. Bu süreçten sonra PKK’nın öfkesi sadece devletle sınırlı kalmadı. Sivil alanlarda katliamlar yaparak bir bakıma kendisine destek vermeyen bölge halkını da cezalandırmaya başladı. Çünkü yüzde 90 oy aldığı bir yerde, öz yönetim bildirisi okunan nümayişlere 25-30 kişi ancak katılıyordu.

HDP siyaseti: 7 Haziran seçimleri öncesi çözüm sürecinin bereketi olarak ortaya çıkan HDP siyaseti, PKK terörünün başlamasıyla sıradanlaşmış ve çözüm sunma kabiliyetini tamamen kaybetmiştir. Bölge halkının ve Batı’dan bir kısım Beyaz Türk’ün desteği HDP’yi iyice arsızlaştırmış ve PKK sözcülüğünden başka bir işlevi olmayan bir yapıya dönüştürmüştür. Bölgenin siyasi unsurlarının tamamı PKK komiserleri tarafından yönetilmektedir. Ve Diyarbakır örneğinde olduğu gibi bir temizlik işçisi Osman Baydemir’i sorgulayabilmektedir. Bu teslimiyetle kendisini hiçliğe mahkum eden HDP siyaseti, Diyarbakır Belediye Başkanı’nın tutuklanmasından sonra yapmış olduğu mitinge 200 kişinin katılması ile yaptıklarının halktaki karşılığını da test etmiştir.

Esad’ın, İran’ın ve ABD’nin bir kanadının sonu belli olmayan politikalarının taşeronu haline gelen PKK/PYD, Kuzey Suriye’de bir iki şehirde kantonculuk oynamasına müsaade edilmesi karşılığında, çözüm sürecini berhava etmiş, bütün bunları yaparken Marksizm diyalektiği gereği devleti suçlamaya devam etmiştir. Hükümet adına sürecin yürütücüleri PKK’daki bu değişimi iyi okuyamamış, Sayın Recep Tayyip Erdoğan duruma el koyana kadar, ‘çözüm masası’ ısrarını sürdürmüşlerdir.  PKK’nın çözüm masasını devirenin hükümet olduğu algısını oluşturacak propaganda zemininin oluşmasına da ortam böylece hazırlanmıştır.

Ve büyük sessizlik...

HDP vekillerinin tutuklanması: Bir siyasi hareketin halk nezdinde meşruiyeti varsa, en ufak bir müdahale meşru siyasete prim yaptırır. Fakat bölge halkı için PKK da HDP de meşruiyetini yitirmiş durumdadır. 7 Haziran’da kendilerine verilen siyasi ve toplumsal desteği, akıbetini bilmedikleri uluslararası hesaplar ve terör faaliyetlerine feda etmişlerdir. Ve çok ilginç bir şekilde, ana dilde eğitim dahil hiçbir konuda bölge ile ilgili bir talep dile getirmemektedirler. Kürt halkı bu durumun farkına varmıştır. 6 milyon oy alan bir partinin genel başkanı ve pek çok vekilin tutuklanması büyük bir sessizlik, belki de içten içe bir memnuniyetle karşılanmaktadır. Diyarbakır’daki bombalı saldırıdan sonra harabeye dönen evinin balkonuna çıkan bir vatandaşın “Bu halk size her şeyini verdi. Oy dediniz oy verdi, daha ne istiyorsunuz?” feryadı aslında durumu özetliyor. Halkın tepkisi devletten HDP’ye yönelmiş durumdadır.

Kesin inançlılık: İdeolojisi olan hareketlerin kesin inançlı olmaları doğaldır. Fakat HDP’deki kesin inançlılık doz aşımına uğramış,“hangi hatayı yaparsak yapalım halk bizi desteklemek zorunda ve şartlar ne olursa olsun devlet ve hükümet, hatta Tayyip Erdoğan kesinlikle yanlıştadır. Bizim bütün hezeyanlarımız hakikatin kendisidir” inanışı hem PKK’yı hem de HDP’yi kör etmiş durumdadır. Kara propaganda, yalan, iftira sürekli bölge insanına uygulanan tehdit ve karartmalar kendileri açısına sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.

Hükümet ne yapmalı?: Bölge halkı bir kez daha tercihini ülke bütünlüğünden yana koymuştur. Terörle mücadelenin başarılı olmasında halkın bu tutumunun etkisi büyük olmuştur. Önceki yıllarda da terör etkisiz hale getirilmişti siyasi ve sosyal tedbirler alınmadığı için tekrar tekrar terör hortlamıştır. Bu sefer de hükümet sivil toplum örgütleri hatta vatandaşlar bu sürecin terse dönmemesi için seferber olmalıdır. Başta Ak Parti bölgede cesaretle siyasi faaliyet gösterip bölge meselelerinin sözcüsü haline gelmelidir. CHP’nin ve diğer partilerin bölgede yaygınlık kazanmaları oldukça önemlidir. Hükümet terörle mücadele ederken, geçmiş dönemlerdekinin aksine halkın zarar görmemesi için azami gayret gösterdi. Terörle mücadelede elde edilen başarı da önemli oranda bu hassasiyetin gözetilmesi nedeniyledir. Yaralar sarılmalı ve bölge halkı kalıcı olarak kazanılmalıdır. Bunun için devletin bölgede bütün kurumlarıyla var olduğu hissinin yerleştirilmesi önemlidir. Bu durum bölge halkında örgüte karşı bir özgüvenin tesisi açısından da önemlidir.

Suriye savaşının geniş bir mutabakatla ve Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak bitmesi PKK’nın fiili iflası anlamına gelir. ABD’nin geleneksel cumhuriyetçi kodlarına geri dönmesi bu anlamda bir fırsat olabilir.

Bugünden itibaren PKK ve türevleri bölge halkı üzerine bir yüktür. Devletin halkı muhatap alması ve onarıcı bir adaletle meselelerin üzerine gitmesi durumunda sorunun halli için ümitvar olunabilir.

[email protected]