LGBTİ tartışmaları ve kayan zeminler

Dr. M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
4.07.2020

Eşcinsellerin toplumdan gördükleri baskıdan bahsediliyor ama değerler üzerine kurulan baskıdan hiç bahsedilmiyor. Üstelik bu baskı, AK Parti karşıtlığı üzerinden bazı siyasi çevrelerce aralıksız ve sistematize edilmiş şekilde tatbik ediliyor. Kamusal alanın en önemli unsurları, kültür-sanat çevreleri, akademi camiasının meşhur elitleri, kendisini siyasal mekanizma sanan kamu tüzel kişilikleri bu baskı kampanyasında neredeyse istisnasız olarak rol alıyor.


LGBTİ tartışmaları ve kayan zeminler

Özel hayat ile kamusal alan arasındaki sınırın, eşine rastlanmadık seviyede şeffaflaştığı bir süreci yaşıyoruz. Akşam’da yayınlanan “Kalın Sıva Ya Rasulallah” başlıklı yazımda bunu anlatmaya gayret ettim. Özel alanı kamusal alana taşımak kimileri için bir ihtiyaca dönüştü, kimileri ise bunu ister istemez, insiyaki olarak yapıyor. Bunun mücadelesini verenlere de rast geliyoruz sık sık. Kamusal alan ise özel hayata eskiye nazaran çok daha yoğun şekilde dahil oluyor. Günümüz insanının yaşadığı en büyük zorluklardan birisidir, ikisi arasına kat’i, yeri geldiğinde aşılmaz duvarlar örmeyi başarmak. Başaramıyorlar.

Onur Haftası gerilimi

Gelgelelim sürekli olarak konu edilen bir şey artık toplumumuzda özel hayat-kamusal hayat ayrımı. Doksanlı yıllarda başörtüsü, kılık kıyafet gibi başlıkları olurdu bu tartışmanın. Geleneksel Onur Haftası gerilimimiz ise özel hayat-kamusal hayat ayrımına bambaşka başlıklar hediye etti. Artık kılık kıyafetin tartışılması bizlere son derece anlamsız geliyor; buna mukabil bir zamanlar katiyen bahsini yapamayacağımız, her birimizin yüzünü istemsizce kızartacak bahisler kamusal alan tartışmalarının başlığı haline gelmiş durumda.

Cinsellik tabu olmaktan çıkıyor

Cinsellik, gerek tatbikatıyla gerek tematizasyonuyla bir tabu olmaktan çıkıyor. Bizden öncekilerin en büyük talebi olan, cinselliğin özel hayata ait kalması prensibi giderek dönüşüyor. En fazla bir erkek sohbeti olabilecek kadar kamusallaştırılabilecek mahrem bir mevzudur cinsellik pek çoğumuz için. Bunu uzun uzun tartışmanın ve üzerinden kadın erkek eşitsizliği tartışmalarına yol bulmanın alemi yok. Kadınlar ile uluorta konuşabileceğimiz bir şey olmadı hiçbir zaman. Erkek sohbetlerinde de hep anonimize edilmiş bir cinsellik konuşuldu. Sohbetin öznesi bir adam yahut bir kadın olurdu, ancak o adamın yahut kadının bir adı olmamasına özen gösterilirdi. En azından biz böylesine sohbetler eden büyüklerden dinledik bu bahisleri. Şimdi ise tedricen genişleyen bir tabudevirenlik ile karşı karşıyayız. Bir zamanların “Hop hemşerim aile var” dedirten hadiseleri artık ilgi çekmiyor. Heteroseksüel ilişkiler ise son derece cüretkar bir şekilde kamusal alanda yaşanıyor. 

Tabudevirenliğin tedrici olarak genişliyor olması ise norm kaygısı yaşayan insanların “ver kurtul” cihetine gitmesine mani oluyor. Zira anormal olmaktan çıkan her tabu sonrası yeni bir tartışma karşımıza çıkıyor. Tabu devirmek, norm dönüştürmek pek çoklarınca bir ihtiyaç olarak kabul görmüş durumda. Bir sonraki adımı hesaplamamız mümkün gözükmüyor, zira “o kadar da olmaz denilen” şeylere “o kadar da olmaz” dedirten şeyin aslında zaman ve devir olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bir sonraki adımı öngörülemez kılan, bir sonraki devrin öngörülemezliğidir. Karl Popper’in “gelecek açıktır” derken ne kadar acı bir tespitte bulunduğunu bir de buradan değerlendiriniz.

Eşcinsellik tartışmalarının kamusal alan özel hayat tartışması haline gelmiş olması ve bu merkezden değerlendiriliyor oluşu yukarıda çizdiğimiz tablo ile yorumlamaya kalktığımızda bambaşka bir sorunu karşımıza çıkartıyor: Zihnimiz idlal olmuş, altımızdaki zemin kaymış, normumuz delik deşik olmuş. “Evlerinde ne yaparlarsa yapsınlar, kamusal alana çıkmasınlar” diyen bir Müslüman Türk var artık. Eşcinsellik, günümüz Müslüman Türkü’nün bir kısmı açısından, özel hayat-kamusal alan tartışmalarında bir başlık haline gelebilecek kadar anormal olmaktan çıkmış durumda. Elbette kimsenin özel hayatına, kapalı kapısının, çekili perdesinin ardına karışmak gibi bir haddimiz yok. Ne haddimize? Bunu teklif etmiyorum. İnsanların özel alanlarına girmeyi kastetmiyorum. Ancak idealimizi korumaktan bahsediyorum. İdealimiz eşcinselliği özel hayatta da mel’un gören bir değerler sistemince oluşturulmuştur. Dolayısıyla varmış olduğumuz nokta, bizim değerler sistemi olarak benimsediğimiz ve müftehirane aleme ilan ettiğimiz şey ile te’vil edilemez bir aşınmışlığı ortaya koymaktadır. Eşcinsellik, kamusal alanda tatbik edildiği için kötü kabul ettiğimiz bir şey değildir. Aksine eşcinsellik, bizatihi kötü bir şeydir. Geldiğimiz nokta ise, sırf kendisine homofobik, yahut zorba denmesin diye, özel hayat eşcinselliğini kabul edilebilir bir şey olarak gören nicelerinin bu kanaatlerini ızhar ettikleri bir ortamı bizlere sunuyor. Evet, özel hayatına yahut ne yaptığına karışamayız, ancak o fiilin bizzat mel’un bir fiil olduğu konusundaki kanaatimizi alenen beyan ederiz. Değerler sistemimizi tedricen dönüştürmelerine karşı direniriz yani. Zira özel hayatta tatbik edildiğinde kötü bir şey olmaktan çıkan bir lutilik değildir bizim istikrah ettiğimiz. Bu fiili bizzat müstekreh bulmamak ayağımızın altından kaymış zemini bizlere gösteriyor. Davulun derisi o katmanda delindi, birkaç sağlam parça ile kasnağa tutunuyor.

LGBT ve siyasallaşma

Bir de davulun derisinin henüz delinmeyen bir katmanı var ki, o henüz ayağımızın altında olan, ancak sürekli olarak çekilen bir zemine işaret ediyor: Eşcinselliğin kamusal alanda da normal kabul edilmesi. Toplumun geniş kesimlerince henüz kabul edilmemiş olan bu noktaya, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden yaratılan suni mazlumiyet ile taraftar çekmeye çalışan bir siyasal söylem var. Değerleri namına eşcinselliğe karşı açıkça pozisyon ortaya koyan herkesi sevgi düşmanı olarak yaftalayan bu söylem, eşcinsellik sorununu siyasallaştırmanın derdinde. Kamusal eşcinselliği tolere edilebilir bir şey olarak bizlere dayatan ve değerler sistemimizi kökünden değiştirmemizi dayatan bir baskıcılık bu. Cümlede “eşcinsellik ve baskı” geçtiğinde otomatik olarak eşcinsellerin toplumdan gördükleri baskı hatra geliyor. Değerler üzerine kurulan baskıdan bahsedilmiyor. Üstelik bu baskı, AK Parti karşıtlığı üzerinden bazı siyasi çevrelerce aralıksız ve sistematize edilmiş şekilde tatbik ediliyor.

Kamusal alanın en önemli unsurları bu baskı kampanyasında neredeyse istisnasız olarak rol alıyorlar. Kültür-sanat çevreleri, akademi camiasının meşhur elitleri, kendisini siyasal mekanizma sanan kamu tüzel kişilikleri… Bunlar bu tahşidatı yıllardır yapmaktaydı zaten; “eşcinsellik konusunda değerlerinizi revize edin” mesajını yeni veriyor değiller.

Gökkuşağı pazarı

Buna mukabil kamusal alanın hiç beklenmedik bir unsuru da geçtiğimiz birkaç yılda bu kampanyaya dâhil olmaya başladı: Pazar! Gökkuşaklı çantalar, defterler, çocuk kitapları, çikolatalı fındık sosları... Pek çok firma eşcinsellik konusunda beklenmedik şekilde ihsas-ı rey etmeye başladı. Kimden yana ihsas-ı rey ettiklerini söylemeye lüzum yok. Zira aksi bir kanaat belirtmek çoktan gayrimeşru ilan edildi bile. Anında sanal bir linç altında çatırdayan kemiklerinizin sesini duyar kulaklarınız. Özgül ağırlığının ne olduğunu anlamadığınız bir kitle tarafından linç edilmeye başlarsınız. Hitler benzeri bir adam olduğunuza ikna etmeye çalışırlar sizi. Gelgelelim irabta mahalli olmayanlarca yürütülen bu kampanyanın toplumda bir karşılığı olup olmadığı sorusuna bir türlü sağlıklı bir yanıt alamazsınız. Dolayısıyla kamusal alanın bir diğer veçhesi karşımıza çıkmaktadır. Küresel kamusal alan diyebileceğimiz ve kuralları, normları bizler tarafından oluşturulmamış olan sosyal medya, bu konuda normumuzun ne olacağına ve kimlerin neyi söylerse linç edileceğine karar verilen bir alana dönüşmüştür. Sakın self determination falan demeyin, sosyal medya gibi manipulatif bir alanın self determinationu olmaz! Buyurun buradan sosyal medya tartışmalarına geçiş yapın lütfen…

[email protected]