Malum medya eline tahrayı aldı

Aslan Değirmenci / Uluslararası Medya Enformasyon Der. Başkanı
12.08.2017

İyiye, doğruya dair ne varsa karalıyorlar. Gerçeği magazinleştirmeye, çağın hastalığı fitneyi yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Direniş bitmemiştir. Tereddütsüz ve tavizsiz bir tarzla direnişi sürdürmeliyiz. Direniş, 15 Temmuz’dan ibaret değildir. İhanet tam manasıyla tüketilememiştir.


Malum medya eline tahrayı aldı

“Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etme şartıyla… “Hak” bildikleri şeyin  “Hak” olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla.. Biz fikir ve sözlerimiz uğruna ölsek de fikir ve sözler, ruhlu birer vücut olarak kalacak yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar, ruhlular arasında yaşatacağız…”

Bu sözler asrın şehidi, Seyyid Kutup’a ait. Büyük işler:  Önce bunun tanımını yapmalıyız. İş takibi midir, büyük işler? Cüzdandan kalem çıkarmak; toz, duman dağılınca meydana inip kahramanlık yapmak mıdır yoksa, büyük işler? Yoksa toplum mühendisliği midir? Dayatmak, yok saymak, onurlu bir zaferin üzerine yatıp, aklandığını, kahraman olduğunu sanmak mıdır? Nedir büyük işler? Tepeden bakmak mıdır? Kendini dev aynasında görmek ya da selfie yarışına girmek midir? Kalemini örgütlere kiralamak, gerçeği karartmak, kardeşliğe kapılan köşelerden pusu atmak, ayrıştırmak, gözün görüp kulağın duymadığı, ancak beynin algıladığı mesajlarla bedenleri uyuşturmak mıdır büyük işler? Yoksa şeytanın etki alanında debelenip durmak mıdır?

Kalem sahibi kimseler önce bu soruların cevabını bulmalıdır. Bulmalıdır ki, yolda sapma olmasın! Kalem bir seferdir. Kalem bir çağrıdır. Yürek çağrısı. Yüreğin dile gelmesi. Sözcük sözcük mücadelenin kayıt altına alınmasıdır. Kendinden vazgeçmedir, kalem. Bencillikten kurtulma, korkulardan arınma, hak edilerek kazanılacak bir zaferin öncüsüdür. Özgürlüğün başladığı, yüzleşmenin ağır olduğu, tüm insanları kuşatacak çağlar üstü bir adaletin temsilcisidir. Duyguları toparlayandır kalem. Hakkı ayakta tutacak olan anlayışın haykırışıdır. Samimiyettir. İnsanları kullanan beşeri kapitalist sistemlerin, ideolojilerin, doktrinlerin karşısındadır. İnsana vermeyen, insandan alan, vadinde hiç durmayan faşist liberalizmin korkulu rüyasıdır. Direniştir. Çok yüzlü, çok maskeli olan sahte demokrasiyi dayatan, kan, zulüm ve gözyaşının adı olan emperyalizme karşı kılıçtır, kalem. Kendi kendine tapanlara ders verendir. Sahte tapınaklarda köleleşen bedenleri özgürleştirecek reflekstir. İçten başlayan çürümeyi durdurma gayretidir, bazı insanların ruhuna sinen riya ile kavgadır, sahtelikleri amellerle kamufle yoluna gidenleri deşifre etmektir. İslami motiflerle makyajlanan yüzlere tükürmektir, dur durak bilmeyen düşmanlıklarına karşı duruştur.

Fiyaka, caka, şık, endam... Hepsinden uzaktır kalem. Modernite ile savunma yapmaz. Modaya sığınmaz. Modeli de markası da yoktur. Şatafatlı yaşama sevdası olmamıştır. Kimseyi minnet altında tutmaz. Kimseye de minnet etmez. Hesapsızdır. Katkısızdır. Organiktir. Yerlidir. Yerlilerin yanındadır. Ne oldum delisi değildir kalem. Bu dünyada ne olacağım kaygısında da olmamıştır. Dünyada parsa toplamaz. Ama ebedi hayatı kurtarmak için kendini harap eder. Gururlanmaz. Tutarsızlığı kabul etmez.  Zikzaklamaz. Dimdik durur. Gayri samimi duruşları, itici üslupları kabul etmez. Monoton, donuk ve durağan atmosferi dağıtır.

Kaleme sahip çıkma vakti

Kalemde aranan özellikler bunlardır. Asrın şehidi, Seyyid Kutup’un anlatmaya çalıştığı da bundan farklı değildir. Fikirlerimizi yaşatacak olan kalemimize sahip çıkma vaktidir. Eline kalemi alınca eyyamcılık, kaypaklık hatta dönekliğin her türlüsünü yapanlara karşı söz söyleme anıdır. Manipülasyon, fitne ve fesat ile önce yürekleri sonra yeryüzünü kirletenlere karşı eyleme geçme zamanıdır. İftirada sınır tanımayan, ihlası tüketmek için gece gündüz değerlerle çatışan, karanlık gecenin parçacıklarına karşı iyinin, aydınlığın yanında olma vaktidir.

Direniş bitmemiştir. Tereddütsüz ve tavizsiz bir tarzla direnişi sürdürmeliyiz. Direniş, 15 Temmuz’dan ibaret değildir. İhanet tam manasıyla tüketilememiştir. Hainlik farklı farklı cephelerde devam ettirilmektedir. Türlü kirli planlarla insanlık hedef alınmaktadır. Beyinlerde boşluk, yüreklerde çukur oluşturmak istiyorlar. Beyinleri ve yürekleri işgal etme çabasındalar.

İyiye, doğruya dair ne varsa karalıyorlar. Gerçeği magazinleştirmeye, çağın hastalığı fitneyi yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Kesin zaferi bu metotlarla geciktirmeyi amaçlıyorlar.

Taciz, tehdit ve tehcir de sürüyor. Yurtsuz, yuvasız, yavrusuzlar bile ötekileştiriliyor. Yalnızlaştırılıyor.  Adalet kavramının bile içini boşaltıyorlar. Asırlardır “Herkes için adalet” şiarı etrafında toplanan insanları, adalet kavramını kullanamaz hale getiriyorlar. Mücadelenin özünde yer alan materyalleri kirleterek, sahipsiz bırakıyorlar.

Susacak mıyız? Susup, kalemi hançer olarak kullanan, bulduğu her fırsatta hançeri Anadolu’nun bağrına saplayanlara karşı söz söylemeyecek miyiz? Onur sahipleri “Kudüs” derken, onların “ama” ve “ancak” ile başlayan cümlelerine takılıp, dengelerin acizliğinde tükenip gideceğiz mi? Strateji evet. Strateji elbette belirlemeliyiz. Stratejik hareket etmeliyiz. Ancak stratejik denge arayışlarına girme telaşına kapılıp, bataklığa saplanmamalıyız. Hem strateji belirleyecek olan siyasettir. Devlettir. Kalem sahiplerine düşen tarafsızlıktır. Hangi denge sonra? Dengeleri kim belirliyor? Kapitalizmin denge oyunu… Emperyalizmin yıkıcı dengesi.. Ya Sırat köprüsünün dengesi ne olacak? Sırat köprüsünü inkâr edenlerin dengesine mi takılacağız? Takılmayacağız. Gerçeği haykıracağız. Liberalizmin ve emperyalizmin peşine düşmeyeceğiz. Her iki faşist ve sömürü üzerine inşa edilen ideolojinin ana fikri: “Yaşamayı başaran yaşar. Güçsüzler ölür.” Bu kadar basittir onlar için hayat. Güçsüzler ölmelidir. Onlar ölmelidir ki kendi sistemleri sağlıklı yürüsün.

Özgürlük maskesi

En önemli silahları sadece denge değildir elbet. Demokrasi yalanı var bir de. Demokrasi eliyle acılara yol açarlar. Demokrasi “ihraç etmek” için kalem sahiplerini devşirir, ürettikleri kavramları onlar üzerinden meşrulaştırma gayretine girerler. Kanlı demokrasi mücadelelerini onurlu ve saygın bir mücadele gibi gösterme yarışına girerler. Canavarlaşırlar. Pençelerine kimi düşürürlerse köşelerine taşırlar. “Diktatör” derler, “Faşist” derler, “Zalim” derler… Bir ülkenin bağımsızlık mücadelesini demokrasi yalanıyla engellemeye kalkar, özgürlük maskesiyle “Böl, parçala, yut” formülünü devreye sokarlar. Bazen aktivist olurlar. Daha da vahimleşirler. Aktivist köşe yazarı. Aktivist kalem sahibi. Baronların aktivisti. BND ve CIA’nın aktivisti… Biz onları biliriz. Biz onları Büyükada’dan biliriz. Biz onları tanırız. Biz onları İncirlik’ten tanırız. Güneş Moteli de unutmuş değiliz. Güniz Sokak’ta ağırlandıkları zamanları hatırlarız. Karargâhlarda aldıkları ‘irtica’ brifingleri ve tabii Abant Toplantıları aklımızda… Bolu’nun doğa harikası mekânında ayrıştırma formülleri üzerine kurulan masaların öncü konukları olduklarını unutmak ne mümkün! Biz unutmadık ama onlar da vazgeçmedi. Ellerinde bu kez tahra vardı. Siverek’te çıktılar sahneye. Tahra verilen eli an ve an görüntülediler. Bölgeye güvenlik güçlerinden önce geldiler. Heykele henüz tahra ile saldırı yapılmamışken, kayıda başladılar. Verilen işaretle yayına geçtiler. “Dinci saldırı” diye başlıklar attılar, provakatif eylemi üstlendiler. Devam edecekler. “İrtica” kılıfıyla değerleri hedef alacaklar, ilahiyat profesörleri üzerinden akılları karıştıracaklar, başlattıkları tartışmaları derinleştirip, hurafelerle hem gündemi değiştirecekler hem de milletin zihnine zehir enjekte edecekler. Başlayan davalarla Fetullahçı Terör Örgütü’nün tükenişini gözden kaçırmaya çalışacaklar, ortaya çıkan gerçekleri perdeleyip suni gündemlerle, suni kamplaşmalar medyana getirmeye çalışacaklar. Davalar sonuçlanmaya yakın “Laiklik” sloganları gelecek.  O meşhur bindirilmiş kıtalarla cumhuriyet mitingleri de denenecek. İzleyip göreceğiz. Gördükçe gizli koalisyonun açığa çıkmasını tarihe not düşeceğiz.

[email protected]