Mirası özgüven vasiyeti sabır

Asım Öz / Yazar
7.07.2018

İslâm bilim tarihiyle tutkulu bir ilişkisi olan Fuat Sezgin, çalışmalarını sürdürürken İslâm âlemindeki okullarda İslâm bilim tarihi hakkındaki olumsuz ve önyargılı bilgilerin kaldırılmasının ve yerine doğru bilgilerin konulmasının gerekli olduğunu hararetle savundu. Böylelikle dünyaya bakış açımızın değişeceğini vurgulamaya çalıştı.


Mirası özgüven vasiyeti sabır

Kamuoyunun gözünde filoloji ve hadis alanındaki çalışmaları bilim tarihçiliğinin gölgesinde kalmış olsa da merhum Fuat Sezgin 1940’ların ortalarından itibaren Türkiye’deki ilahiyat tartışmalarının da merkezindeydi. İlginçtir, Sezgin mühendis olmayı düşünürken bir akrabası onu 1943 yılında, henüz 19 yaşında iken, İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne götürür ve dinlediği Helmut Ritter’den çok etkilenince bu fakültede okumaya karar verir.

Fuat Sezgin, sıklıkla 1943-1951 yılları arasında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde İslâmî ilimler ve oryantalizm alanında kıymetli bir yere sahip olan Ritter’in tedrisinden geçtiğinden bahseder. Ritter’den Arapça ve İslâm bilim tarihi ile ilgili çok şey öğrendiğini belirtmesi kayda değerdir. Çünkü Ritter, ona doğal bilimlerle, özellikle matematik ile ilgilenmesini tavsiye eder. Bunun altında da modern matematiğin temelinde Harezmî, İbn Yunus, İbnü’l-Heysem ve Birunî gibi bilginlerin kitaplarının bulunduğunu bilmesi yatar. Bu yüzden Sezgin’in dünyaya kök salan sonraki seçimleri ve hayat tarzı zorunlu olarak Ritter’e dayanır, onun tarafından şekillendirilir.

Önce Sarf-ı Türkî

24 Ekim 1924 tarihinde Bitlis’te doğan Fuat Sezgin, çocukluk yıllarından itibaren İslâmî ilimlerle ilgili ilk bilgilerini Osmanlı’nın son dönemlerinde kadılık yapan babası Mehmet Sezgin’den almıştır. Etkileşimlerin şekillendirdiği hayatından söz ederken erken Cumhuriyet devrinin radikal uygulamalarının görece hafiflediği 1934-35 yıllarına rastlayan ilkokul üçüncü sınıfta Osmanlıcaya ve gramerine merak saldığını hatırlaması sebepsiz değildir. Dönemin birçok önemli ismi gibi babasından epey etkilendi, hatta babası onun yaratıcılığının atılımına sunulmuş bir tramplendi. Hocası Helmut Ritter’in telkinleri ile babasından kalan 30 ciltlik Taberî Tefsiri’ni okuyarak Arapçasını ilerletti. Nitekim Sarf-ı Türkî adı ile bilinen gramer derslerini aldığı babası hakkında yıllar sonra şöyle diyecektir: “Bugün bilimler tarihçisi olabildi isem ve hocam Ritter’in ilk derslerini anlayabildi isem, belki de bu babamın bana öğrettiği gramer derslerinin sayesinde olmuştur. ”

1947’de İstanbul Üniversitesi Fars ve Arap Filolojisi bölümünden mezun olan Fuat Sezgin, doktora tezini Helmut Ritter’in riyasetinde ilk dönem tefsir kaynaklarındaki filolojik çalışmalar çerçevesinde meşhur Arap dilcilerinden Ebu Ubeyde’nin Mecâzu’l-Kur’an adlı eseri üzerine hazırladı. Ne var ki bir müddet sonra birlikte yazma eserlerin dünyasına yolculuk yaptığı hocası Ritter İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı.  Bir keresinde hocasının İstanbul’a veda ederken havaalanında kendisine “Ben kendimi bu şehrin kütüphanelerinin kralı hissediyordum; Şimdi tahtımı sana devrediyorum. Onun değerini iyi bil” dediğini anlatmıştı. Hiç şüphesiz Fuat Sezgin’in var olma biçimine dair eksiksiz bir resim sunmaya gayret edeceksek, hocasını daima hatırlamalıyız. Ayrıca Sezgin’in hocasıyla çalışmalarından bugün de önemli dersler çıkarmak mümkündür. Gelgelelim kültür dünyamızın en büyük kaybı Sezgin’in Ritter’le ilgili bir kitap yazmamasıdır. Sezgin’in Ritter kitabı, Ritter kadar kendisini anlatan, entelektüel tarihini aydınlatan bir kaynak da olurdu... Belki notları, günlükleri, hatıra kırıntıları evrakı metrukesinden çıkar.

 Fuat Sezgin, çok partili hayatın başladığı 1950’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde asistan oldu. Bu görevinden ayrıldıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İslâm araştırmaları asistanlığına atandı.  Fuat Sezgin’in 1954’te hazırladığı doçentlik tezi “Buhârî’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar”  ilk büyük eseri kabul edilebilir. Zira o bu çalışmasıyla hadis ilmine ve “oksidentalizme” katkı sundu. Sezgin, tezinde İslâmî ilimlerde önemli bir yere sahip olan Buhârî’nin derlediği hadislerin yaygın kanaatin aksine sözlü kaynaklara değil, İslâm’ın erken dönemine hatta sahabe ve tabiinin yaşadığı yüzyıla kadar geri giden yazılı kaynaklara dayandığını izah eder. Bu çalışma, alanı bakımından farklı olsa da Sezgin’in bütün yazdıklarında temel referans noktasının İslâm kültür tarihi olduğunu gösterir.

Fuat Sezgin’e göre Buhârî üzerine yapılacak bir çalışma çağdaş zamanlarda hadis alanında öne çıkan oryantalist itirazlara karşı çıkmak açısından oldukça önem arz eder. Buhârî’nin Kaynakları kitabının temel başarısı hadislerin yazılı olup olmadığına dair mekanik ve indirgemeci açıklamalara güçlü bir eleştiri yöneltmesi ve hadislerin daha ilk zamanlardan itibaren “defterlere” yazıldığını bir gerçeklik kertesi şeklinde tasavvur etmeyi mümkün kılan bir anlayış geliştirmesidir. Sezgin, özetle hadis rivayetlerindeki nakillerde, “Filan falana, o da filana, o da bana söyledi ki” şeklindeki nakillerin birer dipnot olduğunu, bunun arka planında yazılı kaynakların bulunduğunu ileri sürer. Dahası Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh adlı eserini, kendinden önceki nesle ait yaklaşık iki yüz kitabı özetleyerek meydana getirdiğini iddia eder. Ne var ki bu harikulade incelemeyi takip etmesi düşünülen “Müslimin Kaynakları” çalışması ise akim kalmıştır. Zira merhum Orhan Okay Hoca İslâmî ilimleri değil edebiyatı tercih etmiştir.

Bilim tarihine yöneliş

Fuat Sezgin, Demokrat Partili yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı.  Sezgin’in 27 Mayıs 1960 darbesinde 147’likler diye bilinen akademisyenler arasına katılıp üniversiteden tasfiye edilmesinde muhakkak onun çalışmalarını kıskananların etkisi vardır. Zira darbe günlerinde darbe havasının puslu olması iftiralara kapı açıyordu. Sezgin, darbeden bir yıl evvel, Almanya’da misafir doçent olarak bulunuyordu. Kendisine orada kalmasını teklif ederler fakat o bu teklifi gülerek reddeder. İstanbul’u, Türkiye’yi terk edemeyeceğini ifade eder. Gelgelelim darbeden sonra gazetelerdeki ‘zararlı profesörler’ listesini ve isminin de bu listede olduğunu görünce, ülkesinden ayrılmanın, artık kendi iradesi dışında olduğunu anlaması uzun sürmez.

1961’de Almanya’ya giderken yanına, kıyafetlerinin dışında, sadece iki bavul dolusu fiş ve belge alabilen Fuat Sezgin, 1963’e kadar çeşitli üniversitelerde dersler verdi. Frankfurt Üniversitesi’nden Willy Hartner, kendisine iki ayının kaldığını söylediğinde ona verdiği cevap Fuat Sezgin’in çalışma disiplinini ve itikadi sağlamlığını anlamak bakımından önemlidir: “Hayatımda eğer altı haftalık bir geleceğim garanti edilirse, ben yedinci haftanın telaşını yaşamam. Çünkü o zamana kadar yaşayıp yaşamayacağımı Allah bilir. Bu nedenle, iki ay sonrasına Allah kerimdir.” Ateist Willy Hartner ona gıpta ile bakar. Sezgin Marburg şehrinde kurulan Şarkiyat Kürsüsünden aldığı daveti hemen kabul ederek bulunduğu şehirden 100 km uzaklıktaki bu bölümde ders vermeye başlar. Verili olanı kendi projeleri aracılığıyla aşan Sezgin,  tabii ilimler alanında ikinci doktorasını ve doçentliğini tamamladıktan sonra Frankfurt Üniversitesi’nde 1965’te profesör oldu.  Öncülerin çalışmalarını minnettarlıkla karşılarken hiçbir zaman “boşlukta asılı” kalmadı, hayatını içler acısı bir trajediye dönüştürmedi.

‘Benim milletim’

İlk gençlik çağında mühendis olmayı düşünür fakat kısa sürede bundan vazgeçer, onu üne taşıyan, velut bir müellif kılan çalışmalarına bakılırsa Fuat Sezgin tam anlamıyla bir bilim tarihçisidir. Sezgin’in, kendisine sorulan “Sizi, bilim tarihi, özellikle de İslâm bilim tarihi sahasında çalışmaya iten sebepler nelerdi? Niçin bu alanda çalışmayı seçtiniz?” sorusuna İstanbul Üniversitesi yıllarından başlayarak cevaplamaya başlaması dikkat çeker. Onun en büyük arzusu, “benim milletim” dediği Müslümanların Batı karşısındaki aşağılık duygusundan kurtulmasıdır. Bunun için Müslümanların, kendilerine olan özgüven problemini miraslarına vakıf olarak çözmeleri gerektiğinin altını ısrarla çizdi. Buna karşın, Batılıların Müslümanların bilime katkılarını görerek, üstünlük duygusundan uzaklaşmalarının gerektiğini hatırlattı. Ayrıca İslam bilimleri tarihi alanındaki icatların çalışır haldeki maketlerini veprototiplerini yapma uğraşısı mühendislik hayalinden ayrı düşünülemez. Onları görmek lazım, kelimeler tarif etmeye yetmez, dokunabilecek mesafede olmanız gerekir.  Belirtmek gerekir ki Sezgin’in çalışmaları bilim tarihi başlığının çağrıştırdığından çok daha geniş kaynaklara başvurmakta; geleneksel bilim tarihi paradigmasından oldukça uzaktaki meseleleri ve tartışmaları ele alıp katkılar sunmaktadır. Sezgin, “Eğer geçmişi adam gibi öğrenirsek,” diyor ve ekliyor “belki bir miktar aşağılık kompleksinden ve boş böbürlenmelerden kurtuluruz.” Onun yapmaya çalıştığı, İslâm medeniyetinin göz kamaştıran birikimini ve dünya bilimine katkılarını, bunun farkında olmayan dünyaya tanıtmaktı. Bilim tarihçiliği alabildiğine bütünsel olan Sezgin’in gayretinin bir kısmı, sadece bilim dünyasına katkı, ama diğer mühim bir gayesi ise koskoca bir İslâm âleminin yitirdiği kendine hürmeti, güveni ve insanlık tarihindeki yerini hatırlatmaktı.

İslâm bilim tarihiyle tutkulu bir ilişkisi olan Fuat Sezgin,  çalışmalarını sürdürürken İslâm âlemindeki okullarda İslâm bilim tarihi hakkındaki olumsuz ve önyargılı bilgilerin kaldırılmasının ve yerine doğru bilgilerin konulmasının gerekli olduğunu hararetle savundu.  Böylelikle dünyaya bakış açımızın değişeceğini vurgulamaya çalıştı. Zira her türlü tecrübe zorunlu olarak perspektifle ilgilidir. Sezgin’in ilmi kişiliğini öne çıkaran en önemli eseri, Geschıchtedes Arabıschen Schrıfttums adlı çalışmasıdır.  Bu önemli kitap, altmış kadar ülkedeki yüzlerce kütüphanede çok sayıda kitabın ve yazma eserin incelenmesiyle kaleme alınmıştır. Bilim tarihi sahasına kendini adayan Sezgin, böylelikle hem kendini hem de başkalarının bakış açısını kalıcı şekilde dönüştürdü. Mensubu olduğu ilim, kültür ve medeniyet dünyasını müdafaa eden Sezgin’e dönük ilgi büyük ölçüde İslâm bilim tarihine olan ilginin yükselmesiyle bilhassa 2000’li yılların ilk 10 yılından sonra günden güne arttı. Hiç şüphesiz bunda “kendine gerçek olarak görüneni gelecek kuşaklara emanet etme” düşüncesi etkili oldu.

Bu eşsiz dehanın eserleri ve çalışmaları üzerine söyleyecek çok şey var;  izlediği yolu açıklamak için sadece metinlere bakmak yetmez. Öncelikle metinlere sığmayan kendi düşüncesinin yalnızlığındaki şairi andıran tecrübesi fark edilmeli. Buna rağmen bütün bunları söyledikten sonra baki kalan ve unutulmaz olan eserleridir. Her ne kadar Uzakdoğulu bilgeler “tavsiyelere kulak asmayın” demişlerse de biz bu metni ömrü hayatı boyunca günde aşağı yukarı, 13–14 saat çalışmaya gayret eden Fuat Sezgin’in tavsiyesi ile bitirelim: “Zahit ve kanaatkâr olun, dünya nimetlerine aşırı derecede kapılmayın. Sabr-ı cemil denilen, güzel sabra sahip olun. Her türlü söz, hareket ve davranışlarınızda, gerçek anlamda Allah korkusu ile hareket edin. Daha çok okuyun. Okurken, sakın aklınız başka şeylerde olmasın.”

[email protected]