Muharrem İnce ‘beklenen Ecevit’ mi?

Dr. Öner Buçukcu / Afyon Kocatepe Üniversitesi
4.08.2018

1999 seçimlerinden önce Ecevit, katıldığı bir televizyon programında seçmenlere “CHP’ye acımayın” demişti. Belki de CHP için yeni bir başlangıç Ecevit’i dinleyerek mümkün olabilir. Muharrem İnce de gerçekten iktidara gelmek istiyorsa şansını CHP dışında denemeli, zira CHP tarihsel misyonunu tamamladı, bir müze olarak sergilenmeye hazırlanıyor.


Muharrem İnce ‘beklenen Ecevit’ mi?

24 Haziran seçimleri Türkiye’de siyasetin sosyolojik ve pratik değeri açısından birçok kabulün sorgulanmasını ya da sorgulanması gerekliliğini de ortaya çıkardı. Bunlardan biri, Türkiye’de bir merkez sağ seçmen bulunduğu, bu seçmenin AK Parti’den başka bir parti bulunmadığı için oylarını emaneten AK Parti’ye verdiği, yeni ve güçlü bir partinin belirmesi durumunda önemli miktarda bir oyun koparak bu yeni partiye kayacağı görüşüydü. Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu görüşün siyasal alandaki temsilciliğini İyi Parti (İP) yaptı. Bu partinin Cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener kendisinin ikinci tura kalacağından o kadar emindi ki Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu, Abdullah Gül’ün desteklenmesi için kapısını çaldığında hiç düşünmeden “hayır” yanıtını vermişti. Abdullah Gül projesinin çökmesi o günlerin trend ismi Temel Karamollaoğlu’nun “geç” yaşlarında beliren bir fırsat ışığının da sönmesi anlamına geliyordu.

Ancak bu “merkez sağ seçmen” İP’e beklendiği gibi yüzde 20 civarında oy vermediği gibi Meral Akşener de kendi partisinden daha az oy alarak sonun erken başlangıcının işaret fişeğini çaktı. Seçimlerden iki gün sonra yaptığı değerlendirmede partisinin başarılı olduğunu savunan Akşener’in Afyonkarahisar kampı esnasında kendisine yöneltilen eleştirilere dayanamayıp istifa ettiğini ve aday olmayacağını açıklaması bu sürecin bir devamıydı.

Benzer bir süreç CHP’de yaşandı. Oldukça geç bir tarihte adaylığı açıklanan ve CHP yönetiminden yeterli desteği alamayan (alamadığını iddia eden) Muharrem İnce, partisinden 8 puan civarında fazla bir oy alınca CHP’de de tartışmaların fitili ateşlendi. İşin enteresan tarafı bir ay boyunca Muharrem İnce’yi Türkiye’nin başına getirmek için çalışan (ya da en azından öyle gözüken) CHP yönetiminin Muharrem İnce ve ekibinin CHP’nin başına gelmemesi için gösterdikleri çabaydı.

Muharrem İnce seçim propagandası esnasında kendisini Cumhurbaşkanlığına aday gösterecek kadar erdemli davranmış olan Kılıçdaroğlu’nun karşısına bir daha aday olarak çıkmayacağını açıklamıştı ancak seçimleri kaybetmesinin ardından siyaseten yok olma riskinin kendisini beklediğini görünce bu cümlelerini tevil etmeye başladı. Önce Olağanüstü Kurultay lafını benim ağzımdan duymayacaksınız dedi. Daha sonra ben bu lafı kullanmam ama kullanacaklar olursa, imza toplarlarsa ve bana da önümüze düş derlerse önlerine düşerim cümlesini kurdu. CHP Genel Başkanı ile eşlerle birlikte yenen bir akşam yemeğinde Kılıçdaroğlu’na Onursal Genel Başkanlık teklif ettiğini bizzat açıkladı. Bu teklifi kabul görmeyip muhalifler imza toplamaya başlayınca da “ben delege değilim ancak delege olsaydım imza verirdim” dedi ve bir notere giderek genel başkan olması halinde ilk seçim başarısızlığında partiyi 45 gün içerisinde Olağanüstü Genel Kurula götüreceğini belirten bir taahhütname imzaladı.

Gelinen noktada muhalifler 2 Ağustos Perşembe akşamı imzaları Parti Genel Merkezi’ne teslim ettiler ve toplamda 630 imzaya ulaştıklarını iddia ettiler. Genel merkez ise imzaların yeterli olmadığının ilk elde gözüktüğünü ancak sayım döküm işleminin devam ettiğini duyurdu. Öyle gözüküyor ki CHP yerel seçimlerden önce bir kurultay gerçekleştirmeyecek. Ve fakat yerel seçimlerde de CHP yüzde 20-23 bandında bir oyla karşılaşacak ve bundan sonra bir kurultay süreci yaşanacak. Ancak CHP’nin sorunu bir lider değişiminden ziyade bir kadro ve düşünce değişimi olduğu için gerçekleştirilecek kurultayın neticesinde CHP’yi yüzde 30’a bile yaklaştırabilecek bir yönetimin ortaya çıkmasını beklemek en hafif tabirle safdillik olur.

CHP’nin ‘soğuk savaş”ı

Bu durumun ortaya çıkmasında birkaç sebepten bahsedilebilir ancak en başta “dönemin koşullarının değişmesi” üzerinde durmak gerekir. Dönem koşullarıyla anlatılmak istenen hem uluslararası ilişkiler düzeni hem de Türkiye’nin toplumsal yapısındaki radikal dönüşümlerdir. Bu dönüşümleri CHP özelinde takip edebilmek için “Ortanın Solu” iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Ortanın Solu’nun öncelikli hedefinin CHP’nin geleneksel tabanının korunması olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. TİP’in, CHP’nin seçmen bahçesine el çabukluğuyla “gecekondu” dikme girişimine karşı üretilmiş etkili bir silahtı “Ortanın Solu”. Özellikle İnönü’nün gözünde… İnönü katıldığı tüm toplantılarda Ortanın Solu’nun Moskova’ya karşı olduğunun altını çizerken seçimlerde esas rakiplerinin ise TİP olduğundan bahsediyordu. Ecevit de benzer bir yaklaşım içerisindeydi.

Bununla birlikte Parti’nin Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu” derken anladıkları, belki daha doğru bir ifadeyle anlamak istedikleri İnönü’den biraz daha farklıydı. İnönü yukarıda da izah edildiği üzere Ortanın Solunu kendi seküler tabanını konsolide etmek için bir aparat olarak değerlendirme ve mutedil devletçilik olarak yorumlama eğilimindeydi (Bu yıllarda iktisadi alanda devletçiliği savunmanın özellikle sağ siyasal yelpazede büyük ölçüde komünistlikle eşdeğer tutulduğu akıldan çıkarılmamalıdır). Ecevit ise Ortanın Solu kavramsallaştırmasını geleneksel tabanı korumanın yanı sıra partinin siyasal söyleminin yenilenmesi için bir fırsat olarak görüyordu.

Ecevit’in Ortanın Solu kavramlaştırması ile anladığı (biraz prematüre olmakla birlikte) Batılı tarzda bir demokratik sol harekettir. Her ne kadar sonunda ortaya böyle bir pratik çıkmamış olsa da Avrupa’da yükselen yeni sol hareketler dikkate alındığında Ecevit’in yaklaşımı Soğuk Savaş koşullarında iki blokta da akreditedir (zira Transatlantik İttifakta bulunan Avrupa ülkelerinde bu hareketler meşru zeminde siyaset yapıp iktidar ortağı olabilirken diğer taraftan SSCB, XX. Kongresi ile de-stalinizasyon sürecini başlatmış ve sosyalizme ulaşmada farklı yollar prensibini kabul etmiştir) ve Fransa Komünist Partisi, SSCB Komünist Partisi-Bolşevik gibi örnekler dikkate alındığında yenidir. 27 Mayıs’ın biçimlendirdiği siyasal zeminin dışına CHP’yi taşıyabilmek için bundan daha akıllıca bir hamle düşünülemezdi.

Bu yaklaşım milliyetçi bir diskurla da soslanınca CHP 1973 seçimlerinde ciddi bir başarı elde etti. Ecevit liderliğindeki CHP 1977 seçimlerinde çok partili hayat döneminde ilk defa (1946 seçimlerini demokratik bir seçim olarak değerlendiremeyeceğimiz açıktır) yüzde 40 bandının üzerine çıkmayı başarabildi.

28 Şubat ve ‘eksik karizma’

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, ideolojiler üzerinde de dönüştürücü etkiler yaratacaktır. Ancak bu etki CHP’ye uğramayacaktır. 1990’lı yıllarda Deniz Baykal önderliğinde yeniden yapılanan CHP’nin bir Soğuk Savaş dönemi lideriyle bu süreci sağlıklı götürmesi beklenemezdi. 28 Şubat’ın ağır atmosferinin de etkisiyle CHP 27 Mayıs sonrası bürokratik elitlerin savunduğu laik/anti-laik çizgiyi tuttu. Bu çizgiyi “rejim savunması” nitelemesiyle meşrulaştırmayı denedi. Bu stratejinin 1999 ve 2001 krizleriyle yarılmış Türk toplumunda belli bir kesimi konsolide edeceği muhakkaktı ancak büyük ölçüde Soğuk Savaş yıllarından kalma bu yaklaşımın iktidar olmaya yetmeyeceği de oldukça açıktı. Belki de CHP ve Deniz Baykal’ın iktidar olmak gibi bir amaçları da bulunmuyordu.

Amaç, kimlik politikalarıyla keskinleşmiş ve oy geçişkenliği gittikçe azalan bir seçmen kitlesi içerisinden kendi arkasında olabildiğince fazla grubu/yapıyı toparlayabilmek ve oy bölünmesini engellemekti. Bunun için en elverişli argüman ise (27 Mayıs’ta ilericilik/gericilik örneğinde olduğu gibi) 28 Şubat’ın laik/anti-laik argümanıydı. Diğer bir deyişle CHP, Deniz Baykal liderliğinde bürokratik oligarşinin biçimlendirdiği ve 1000 yıl süreceğini iddia ettiği siyasal zemini sahiplenerek merkeze gelebildi. 28 Şubat argümanları üzerine kurulan 27 Nisan bildirisine CHP’nin sahip çıkması, seçmen kitlesini bu şekilde konsolide etmiş bir siyasal hareket için zorunluluktu. Hatırlanacağı üzere o dönem CHP Sözcüsü olan Mustafa Özyürek, 27 Nisan’ın bir muhtıra olduğunu ve gereklerinin yerine getirilmesi gerektiğini söylerken Onur Öymen 27 Nisan Muhtırasının/Bildirisinin altına CHP olarak imza atabileceklerini belirtmişti.

Baykal, Ecevit’in 1965 sonrasında aldığı riski hiçbir zaman almadı. Diğer bir deyişle Ecevit’in “27 Mayıs”a dayanarak konforlu bir siyaseti reddetmesiyle başlayan değişim/dönüşüm sürecini başlatamadı ve 28 Şubat’ın yarattığı siyasal zeminin konforunu terketmeyi göze alamadı. Belki de bu riski alabilecek entelektüel gelişkinliğe sahip değildi. Partiyi kendisini kayd-ı hayat şartıyla genel başkan kalacak şekilde yeniden organize etti ancak hiç beklemediği bir şekilde koltuktan kalkmak durumunda kaldı.

CHP’ye acınmalı mı?

Baykal’ın koltuğuna oturan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise 2007 sonrasında bir program dahilinde inşa edilen, yapay “yolsuzluklara karşı, temiz, dürüst, paylaşımcı, demokrat” “eksik karizma”sı dışında bir siyasal ve düşünsel sermayesi yoktu. Diğer bir deyişle Kılıçdaroğlu’nun da CHP’nin ihtiyaç duyduğu ideolojik yenilenmeyi gerçekleştirebilecek, böyle bir riski göze alıp yönetebilecek ne karizması ne de entelektüel derinliği vardı. Nitekim beklendiği gibi oldu. Kılıçdaroğlu Mehmet Bekaroğlu gibi “kendi mahallesinde(!)” ciddiye alınmayan ya da İlhan Kesici gibi Demirel kontenjanından parti listelerine giren isimlerle “sağa açılmayı” denedi. Kemal Tahir’in sağ olsa “kof martaval” diye hafifseyeceği bayağı propaganda düzeyini benimsedi ve Gezi Olayları olarak adlandırılan süreci, Baykal’ın 28 Şubat’ı gördüğü gibi, laik-seküler kesimleri CHP’nin arkasında toparlayabilmek için bir fırsat olarak değerlendirmeyi denedi. Böylelikle Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP dairesel tekamülünü tamamladı. Ancak bu tekamül partinin üst yönetiminin ve delege yapısının bir inanç grubunun siyasal ajandaya sahip bir parçasının neredeyse tekeline terk edilmekle tahkim edildi.

Şimdilerde bu fasit daireden çıkabilmek için “beklenen Ecevit”in Muharrem İnce olduğu düşünülüyor. Hem sağdan hem soldan oy alabilecek bir siyasal figür olabileceği Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı oy oranının CHP’nin oy oranından fazla olması örneğiyle desteklenerek savunuluyor. Ancak İnce’nin, CHP’de bu dönüşümü sağlaması pek kolay gözükmüyor. İnce bugün ya da yarın Genel Başkan olsa bile CHP’yi 27-28’in üzerine taşıması oldukça zor. Çünkü Soğuk Savaş ideolojisiyle bundan öte gidilecek yer yok ve CHP sırtında bir de kocaman bir CHP küfesi/tarihi taşıyor. 1999 seçimlerinden önce Ecevit katıldığı televizyon programında seçmenlere “CHP’ye acımayın” demişti. Belki de CHP için yeni bir başlangıç Ecevit’i dinleyerek mümkün olabilir. Muharrem İnce de gerçekten iktidara gelmek istiyorsa şansını CHP dışında denemeli, zira CHP tarihsel misyonunu tamamladı, bir müze olarak sergilenmeye hazırlanıyor. Diğer taraftan CHP dışında örgütlenme Türkiye’de demokratik solun sağlıklı bir yapılanmasına zemin hazırlayabileceği gibi Muharrem İnce’nin özgül ağırlığının tespit edilmesini de kolaylaştıracaktır.

@onerbucukcu