Nekbe’nin günahı Arap liderlerin boynunda

Munise Şimşek / Editör-yazar
18.05.2018

Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerinin Ortadoğu’daki İran nüfuzuna karşı ABD ve İsrail ile yaptığı ittifak uğruna Nekbe’nin 70. yıl dönümünde Kudüs feda edildi. Başta Türkiye olmak üzere bu cürme itiraz edenler ve Filistin halkı yalnız bırakıldı. Tıpkı 15 Mayıs 1948’de Filistin davasının ilk lideri Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’nin yalnız bırakıldığı gibi…


Nekbe’nin günahı Arap liderlerin boynunda

14 Mayıs’ta ABD, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak İsrail’in 70 yıllık rüyasını gerçekleştirmiş oldu. Hem de 1 milyar 600 bin Müslümanın gözü önünde…

Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerinin Ortadoğu’daki İran nüfuzuna karşı ABD ve İsrail ile yaptığı ittifak uğruna Nekbe’nin 70. yıl dönümünde Kudüs feda edildi. Başta Türkiye olmak üzere bu cürme itiraz edenler ve Filistin halkı yalnız bırakıldı. Tıpkı 15 Mayıs 1948’de Filistin davasının ilk lideri Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’nin yalnız bırakıldığı gibi…

Nekbe’ye yeni acıların eklendiği şu günlerde biraz geriye gidip ömrünü Filistin’in bağımsızlığına adayan Emin el-Hüseynî’nin mücadelesini hatırlamakta fayda var. Bugün olduğu gibi, 15 Mayıs 1948’deki Nekbe gününün yaşanmasında Arap liderlerin tavrı belirleyici olmuştu. Burada, Filistin davasının ilk lideri olan Hacı Emin el-Hüseynî’ye karşı Yahudilerle anlaşarak, 1948’de Filistin halkının bağımsızlık için yakaladığı en büyük şansı büyük bir felakete dönüştüren Ürdün Emiri Abdullah’ı özellikle zikretmek gerekir.

Ön safta yer aldı

Bu ihanetin Filistinliler için maliyetini tam olarak anlayabilmek için Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’yi yakından tanıyalım. Sultan II. Abdülhamid döneminde Kudüs’te dünyaya gelen Hacı Emin el-Hüseynî, Kudüs Müftülüğü yapan Hüseynilerin bir ferdi olarak dünyaya gelmişti. 1911’de kuzeniyle birlikte Kahire’ye giderek iki yıl kadar Ezher’de İslam ilimleri tahsil etti. 1914’te I. Cihan Harbi patlak verince Kahire’deki eğitimini yarım bıraktı ve Osmanlı ordusuna katılmaya karar verdi. İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’de okuduktan sonra topçu subayı olarak İzmir ve Karadeniz’de bir süre görev yaptı. Hastalanınca1917’nin başlarında Kudüs’e döndü.

O günlerde Kudüs’te işler pek iyiye gitmiyordu. 2 Kasım 1917’de yayınlanan Balfour Deklarasyonu’nun ardından Aralık’ta İngilizler Kudüs’ü işgal etti. İngiliz işgaliyle birlikte Yahudi göçü arttı. Filistin’in bağımsızlığı için çalışmalara başlayan Hacı Emin, 1918’de bir edebiyat kulübü kurdu. Ardından işgale karşı Filistin’de kurulan ilk siyasî teşkilatın, yani en-Nadil-Arabî’nin başına geçti. Aynı yıl bu teşkilattaki arkadaşlarıyla Yahudilerin Balfour Deklarasyonu’nun birinci yılını kutlamak için yaptıkları yürüyüşü protesto etti ve yine 1919’da çıkan isyanda ön saflarda yer aldı.

Emin el-Hüseynî’nin dikkatleri üzerine çektiği asıl olay 1920 Nisan ayında Nebi Musa şenlikleri sırasında gerçekleşti. İngiliz işgalini ve Yahudi göçünü protesto amacıyla düzenledikleri gösteri, Araplar ve Yahudiler arasında çatışmaya neden olmuştu. Tutuklanmamak için Şam’a giden Emin el-Hüseynî orada Emir Faysal ile irtibata geçti.

İngiliz Yüksek Komiserliği’ne yeni atanan Herbert Samuel tarafından affedilince Kudüs’e döndü. 21 Mayıs 1921’de Kudüs Müftüsü Kamil el-Hüseynî’nin ölümü ona Kudüs Müftülüğünün yolunu açtı. 21 Mart 1921’de müftü olan Hacı Emin şer’i mahkemeleri, camileri ve vakıfları başkanı seçildiği Yüksek İslam Konseyi altında birleştirdi. Vakıf arazilerinin Siyonistlere satılmaması için tedbirler aldı. Toprak satışlarını engellemek için fetvalar çıkardı, maddi sıkıntılar yüzünden arazilerini satmak isteyenlerin mallarını vakıflar adına satın aldı. Yetimhaneler, hayır kurumları, okullar ve spor merkezlerinin kurulmasına öncülük etti.

İslam Kongresi’ni topladı

Filistin davasına İslam ülkeleri arasında dikkat çekmek amacıyla 1931’de Kudüs’te İslam Kongresi’nin toplanmasını sağladı. Bu konferansta oluşturulan fonla Mescid-i Aksa’daki dinî eserlerin bazıları yeniden yapıldı, bazıları da tamir gördü. Kubbetü’s-Sahra’nın kubbesi de bu restorasyon çalışmaları sırasında altınla kaplandı. Bu faaliyetleriyle, İslam dünyasında saygı ve itibar kazandı.

Yahudilerin 1929’da Burak Duvarı üzerinde hak iddia etmeleriyle tırmanan gerginlik yeni bir çatışmaya dönüştü. Zor da olsa Müftü, 1921’den beri güçlenen siyasî ve toplumsal konumunu kullanarak olayları yatıştırmayı başardı. Onun bu dönemde itidalden yana olduğu görülmektedir. 1936’daki çatışmalara kadar silaha sarılmadı. Bunun yerine grevler, Yahudi mallarını boykot, vergilerin ödenmemesi veya yasaklara uyulmaması gibi pasif bir direnişi tercih etti.

Çeşitli ihtilaflarla gölgelense de Emin el-Hüseynî’nin İngilizlere bakışı netti. Ona göre İngiltere, Filistin’i işgal etmişti ve manda yönetimi Yahudi göçlerine çanak tutarak bölgede bir Yahudi devletinin kurulmasına zemin hazırlıyordu. Ancak o, İngilizleri siyasi ve hukuki girişimlerle ikna edebileceğini düşünmüştü. Onun bu hesaplarında şüphesiz İngilizlerin, Irak ve Ürdün’de takip ettiği politikanın da payı vardı. Emir Faysal ve Abdullah’ın bağımsız birer devlet kurmalarına izin vermişlerdi. Neden Filistin de onlardan biri olmasındı? Bu noktada el-Hüseynî’nin dünyadaki Yahudi diasporasının örgütlü gücünü ve İngiliz devlet adamları üzerindeki nüfuzlarını doğru okuyamadığını söylemekte fayda var.

Sonunda silaha sarıldı

Kudüs Müftüsü İngilizlerin işgali sonlandırmayacağını ve bir Yahudi devletinin kurulmasına izin verileceğini fark edince yöntem değiştirdi. 1936’daki ayaklanma patlak verince silahlı mücadele için Filistinlilerin örgütlenmesine önderlik etti. Nablus civarında başlayan ve altı ay süren isyan kısa sürede diğer şehirlere de sıçradı. Çatışmalar İngilizlerin müdahalesiyle bir süre dursa da 1937’de tekrar alevlendi. İngiliz sömürge yönetimi onu Yüksek İslam Konseyi Başkanlığı’ndan, sonra da müftülükten alınca, tutuklanmamak için bir gece Lübnan’a kaçtı.

El-Hüseynî, Kardeşi Abdülkadir el-Hüseynî’nin liderliğindeki Filistin bağımsızlık mücadelesini Lübnan’dan takip etti. 1938’de Filistinliler bazı şehirlerin kontrolünü tamamen ele geçirmeyi başarmışlardı. Ancak kapıda II. Dünya Savaşı vardı ve savaş bütün dengeleri Filistinliler aleyhine alt üst edecekti.

Savaş başlayınca Lübnan’da can güvenliği kalmayan Kudüs Müftüsü Irak’a gitti. İngilizler orada da peşini bırakmadığı için 1941’de İran’a geçti. Ardından İran da işgal edildi ve o aynı yıl Berlin’e gitti. Artık Ortadoğu’daki herhangi bir ülkeye sığınması mümkün değildi. 28 Kasım 1941’de Hitler’le yaptığı bir buçuk saat süren görüşme ve sonrasında Sovyetler’e karşı Balkan Müslümanlarından oluşturulan birliklere öncülük etmesi birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Sorumlu kim?

Mihver devletlerinin yenilgisinin ardından Fransa’ya sığınan Müftü, 1946’da Kahire’ye kaçmayı başardı ve Filistin mücadelesine kaldığı yerden devam etmek için kolları sıvadı. Filistin Yüksek Heyeti’ni kurarak pek çok ülkede temsilcilikler açtı. Ancak sürgünde olduğu 10 yıl içinde bölgede dengeler tamamen değişmişti. Filistin için ulusal çıkarlarının ihtirasıyla yanıp kavrulan Arap liderleri de en az Yahudiler kadar büyük bir tehditti.

Bu yüzden Müftü, 1948 Arap-İsrail savaşı öncesinde düzenli Arap ordularının Filistin topraklarına girmesini istemedi. Bunun yerine Filistinli milis güçlerin savaşmasını ve Arapların da onlara maddî ve askerî kaynak sağlamalarını talep etti. Arap devletlerinin Filistin topraklarını kendi aralarında bölüşmelerinden korkuyordu. Haksız da değildi. Zira Emir Abdullah ile Yahudi Ajansı arasında Filistin topraklarını paylaşmaya yönelik bir anlaşma çoktan yapılmıştı.

Taraflar arasında 1946’da başlayan görüşmeleri Golda Meir yürütmüştü. 1947 Kasım’ında gerçekleşen ve yazılı olmayan bu anlaşmaya göre Filistin toprakları, İsrail ve Ürdün arasında paylaşılacaktı. Bütün ayrıntılarını Avi Shlaim’in Filistin’i Bölüşmek kitabından öğrendiğimiz anlaşmaya göre 1948’deki Arap-İsrail savaşının sonucu bir yıl öncesinden zaten belliydi. Shlaim’in “Kirli Tezgâh” olarak nitelendirdiği bu girişim yüzünden, Filistin’in bağımsızlık için yakaladığı en büyük fırsat heba olacaktı. 15 Mayıs 1948’de 750 bin Filistinlinin yurtlarından çıkarılarak mülteci durumuna düşmesine, Kudüs’ün ikiye bölünmesine ve İsrail işgaline yol açan Nekbe’nin faillerinden biri İsrail ise, diğeri de Ürdün Kralı Abdullah’tı.

Hacı Emin el-Hüseynî buna karşılık son bir hamle daha yaparak, 1948 Temmuz’unda Gazze’de Genel Filistin Hükümeti’ni kurdu ve Arap dünyasından destek bekledi. Ancak Abdullah’ın büyük bir tepkiyle karşıladığı bu karar, Arap dünyasında pek karşılık bulamadı. Irak, Abdullah’ın yanında yer alırken Suud ve Mısır sessiz kaldı. Filistin halkının özgürlüğü bir kez daha Arap ülkelerinin ulusal çıkarlarına kurban edilmişti.

Nekbe’nin 70. yıldönümünde de benzer bir ihaneti yaşadık. ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıyacağını duyurmasının ardından Türkiye’nin öncülüğünde İslam İşbirliği Teşkilatı 13 Aralık 2017’de İstanbul’da acilen toplandı. Konu, BM Güvenlik Konseyi’ne taşınarak 21 Aralık’ta tarihi bir oylama yapıldı. Ancak Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerinin Filistinlilere karşı, “Yüzyılın Anlaşması” projesine destek vererek ABD ve İsrail ile ittifak yapmaları süreci baltaladı. Bu kez Arap liderlerinin Filistinlilere ihanetinin bedeli Kudüs oldu. 1948’de Emir Abdullah’ın ihaneti yüzünden yarısını kaybetmiştik. Şimdi hepsini…

[email protected]