Neo-liberal kapitalizm ve Black Panther

Prof. Dr. Ali Murat Yel / Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi
10.03.2018

Etnografik olarak ‘öteki’nin temsili yine antropolog tarafından yapılmakta ve ‘öteki’ ancak onun münasip gördüğü ölçüde sesini duyurabilmektedir. Black Panther filmi de bir “Siyah Hollywood” filmi olmaktan öteye gidememektedir. Bir başka deyişle neo-liberal düzende kapitalizm kazanmaya devam etmektedir.


Neo-liberal kapitalizm ve Black Panther

Kültürel pratiklerin sistemli bir şekilde temsil/tasvir edilmesi anlamına gelen etnografya, antropolojinin temel alanlarından birisidir. Antropologların daha sonra etnografik yazılı metin haline getirecekleri alan araştırmalarında yaptıkları “bilgi toplama” yöntemi diğer bilim dallarından biraz farklıdır. Bu bilgi toplama yöntemi aslında bilginin sahada üretilmesi ameliyesidir ve çoğunlukla antropoloğun kendisiyle yakından ilişkilidir. James Clifford ve George Marcus’un Writing Culture (1986) kitabında etnografik yazma kabiliyeti konusunda gösterdikleri gibi kültürel geçmiş, dünya görüşü ve mümkün olduğunca objektif/ tarafsız olunmaya çalışılsa da “yerliler” ile olan karşılıklı ilişkiler meselesiyle yakından ilişkilidir. Öte yandan, söz konusu kitap daha çok metnin nasıl yazıldığı ile ilgili olsa da sonraki zamanlarda bu metnin üretiliş tarzı post-modern dönemin bir gereği olarak sorgulanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, etnografik metin edebi mi olmalı, antropoloğun öznel tecrübelerini de içermeli mi, ele aldığı konu yapı-sökümcü veya post-yapısalcı açılardan mı ele alınmalı gibi pek çok soru da ortaya çıkmıştır. Aslında bir kültürü bir başka kültüre aktarmanın, kültürün kendisini bir metin (culture as text ve thickdescription) olarak (Clifford Geertz, The Interpretations of Cultures, 1973) ele alıp onu diğer kültürlere “tercüme” etmenin zorluğu ortada iken kültürün layıkıyla temsil edilip edilememesi beraberinde kolonyalizmi meşrulaştırma çabasındaki ırkçılık ve şarkiyatçılığı getirmiştir. Antropolog ile hakkında araştırma yapılan “yerli” kültüre mensup insanlar arasında kurulan ilişki -her ne kadar bugün antropoloji içinde eleştirilse bile- yerli, indigenous, ilkel, modern-öncesi, yazı-öncesi gibi adlandırmalarda açıkça görüleceği üzere bir tahakküm ilişkisidir. Bu eşitlikçi ve adil olmayan ilişki biçimi, dünyanın geri kalanını medenileştirme iddiasında bulunan Batılı beyaz insanın omuzlarında bir yük olma-ya devam etmiş ve özellikle Afrika ile onun siyah insanı hakkında mütemadiyen kendi çıkarları doğrultusunda temsiliyetler üretmiştir.

Adil olmayan temsiliyet

Adil olmayan temsiliyete karşı önerilebilecek tedbirler ise meseleyi basite indirgeyerek “onlar da kendilerini temsil etsinler” gibi bir argüman ekseninde biçimlenmiştir. Bu durum da antropolojik araştırmaların sadece “yerliler” tarafından yapılabileceği şeklinde bir anlayışı doğurmuştur. Eğer “çalışılan” kültürün kendi içinden bu tür araştırmaları yapacak gönüllüler çıkmazsa bu sefer “içeriden bakış açısı” olarak nitelenen bir yaklaşım öne çıkar. Gerçi herhangi bir konunun üzerinde araştırma yapılmasının bizatihi kendisi bile o konunun (materyal, grup, toplum ya da kültür) zaten nesne haline getirilerek araştırmayı yapan kişi karşısında ikincil bir pozisyona düşürülmüş olması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, kendi üzerine araştırma yapılan gruplar ancak araştırmacının verdiği izin ölçüsünce kendilerini ifade edebilir. Halbuki, son dönem antropolojik metodoloji açısından etnografik çalışmalarda hep bu “yerlilerin sesi”nin daha fazla duyulması gerektiği üzerinde durulsa da bireyin kendisinin kendi toplumu ve kültürünü başkalarından daha iyi temsil edebileceği aşikardır. Bu bağlamda, Gayatri C. Spivak ’a değinmek önem taşımaktadır.

Jacques Derrida’nın De la grammatologie (1967) isimli kitabını İngilizceye çeviren ve oldukça açıklayıcı bir sunuş yazan Gayatri C. Spivak post-kolonyal teori ile birlikte emperyalizmi yapısökümcü bir yorumla yeniden ele almıştır. Spivak’ın sık sık tekrarladığı gibi, yapısökümü nesnenin olmadığını, hakikatin olmadığını veya tarihin olmadığını iddia etmez. Sadece hakikatlerin nasıl üretildiği veya bu hakikatlere sahip olduğunu iddia eden kişinin nasıl imtiyaz sahibi olduğunu sorgular. Nitekim, 1988 tarihli meşhur makalesinde (Can Subaltern Speak? – Astlar da Konuşabilir mi?) yazar her ne kadar toplumsal cinsiyet ve cinsel farklılıkların Batı felsefe tarihinde temsil edilmesi meselesini ele almışsa da esasında kapitalizmin vahşi bir şekilde ele geçirdiği bu dünyada tarihsel ve ideolojik faktörlerden dolayı “işitilme”nin mümkün olup olmadığını problematize etmiştir. Bu meyanda, Antonio Gramsci’nin “subaltern” (ekonomik olarak yoksul) kavramının Batı’nın entelektüel üretiminin aslında ekonomik yayılmacılığının bir neticesi olup bu “iyi yürekli” sömürgecinin kendisinden olmayan herkesi temsil ettiğini iddia edip onlar adına konuştuğu müddetçe aslında onları sessizleştirdiğini belirtmiştir. Zaten “subaltern konuşamadığı için de beyaz erkekler kahverengi kadınları kahverengi adamlardan korumak” zorunda kalmıştır. Bununla beraber, kahverengi kadınların konuşup seslerini duyurabilmesi tartışılırken Birleşik Devletler’de Barack Obama’nın başkan seçilmesinin de gösterdiği üzere, kahverengi kadınlara benzer şekilde, siyah aktivizmi momentum kazanmıştır. 1960’lardan beri aktif durumda olan siyah iktidar hareketinin temsilcisi olan Black Panther Party for Self Defence (BPP, kuruluş 1966, Oakland, California) artık kendi adlarına “konuşmaya” başlamıştır. Bu bağlamda, kültürel alanda belirgin temsiller ortaya çıkmıştır.

Benim olanı geri alacağım

Marvel çizgi romanlarından olan ve metinleri kültürel eleştirmen Ta Na’hisi tarafından yazılan Black Panther: A Nation Under Our Feet dizisi yeniden basılmış ve 2016’da en çok satanlar arasına girmiştir. Zaten pek çok televizyon programında görülen panter karakterleri ve özellikle de onlara atfedilen siyah güç, tanıdık bir tema olup sinema filmine uyarlanınca da seyirci çekeceği kesin olduğundan film yapım aşamasına geçilmiştir. Ünlü pop megastar Beyoncé’nin dünyada milyarlarca insanın canlı olarak izlediği 2016 Superbowl devre arası şovunda sergilediği Siyah Panter sembolizmi çok ince bir siyasi mesaj içermekteydi. Hatta şovun ilk parçasında siyah askeri bir üniformaya benzer bir kıyafetle “benim olanı geri alacağım” gibi sözler geçmesi her ne kadar Black Panther lafı hiç kullanılmasa da ekonomik eşitsizliğin zirvesindeki dünyada tüm siyasi ve sosyal hareketlere bir mesaj niteliği taşımaktaydı (Jane Rhodes, Framingthe Black Panthers, 2017). Partinin kurucularından birisi olan Eldridge Cleaver’in Cezayir’e kaç-masıyla hareketin uluslararası bir niteliğe bürünmesi beklenirken söz konusu oluşum Amerika Birleşik Devletleri dışında pek organize olamamıştır. Nitekim Afrikalı olamayan hareket gibi geçen hafta vizyona giren Black Panther filmi de Afro-Amerikan bir minvalin dışına çıkamamıştır. Başka bir ifadeyle, filmin en çok göze çarpan özelliklerinden birisi konusunun Afrika’da geçmesine rağmen sanki Afrika’ya yabancı veya oradaki varlığı pek eskiye gitmeyen bir grup dahilinde sergilenmesidir. Daha doğrusu, Afrika üzerine olduğu düşünülen bir filmin Afro-Amerikan bir tarza sahip olması en azından kendilerini temsil iddiasındaki bu yapımın bizzat Afrikalılar tarafından eleştirilmesini getirecek bir potansiyel taşımasıdır.

Batılı beyaz adama borçlu

Karakterlerinin büyük bir kısmının siyah olması, üstelik bu karakterlerin Hollywood’un diğer pek çok yapımında Müslümanlara yapıldığı gibi si-yahların da katil, hırsız, terörist veya en azından kötü insan olarak temsil edilmesine alışkın olanlara biraz tuhaf gelebilir ama Black Panther filminde siyahlar dünyanın en üstün teknolojik konfor ve ekonomik refahı meydana getiren bilim insanı, kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmiş bir medeniyet, saygı duyulan kültürel değerlere sahip bir topluluk olarak temsil edilmişlerdir. Ancak, filmin geçtiği yer olan hayali Wakanda ülkesi müreffeh bir hayat sürerken ellerindeki vibranium madenine sahip olmaya çalışan yabancılarla mücadele ederken bir CIA ajanı ile işbirliği yapmaları sanki Afrikalı siyahların kendi başlarına bir medeniyet kuramayacakları ve varlıklarını hep Batılı beyaz adama borçlu olacakları fikrini alttan alta vermektedir. Batı dışında güçlü karakterlere sahip bilim insanlarının en üstün teknolojiyi üretmesi, güçlü siyaset insanlarının ülkelerini huzur içinde yaşanılan yer haline getirmesi mümkün olabilir. Fakat içinde yaşadığımız neo-liberal kapitalist dünyada bu gelişmeler sanki Batı’nın “izin verdiği” kadar ya da bir başka ifadeyle ancak onların kontrolü altında yapılabileceği inancını yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Zira, Batı’nın ürettiği akıllı telefonlara yerel lisanların uygulanabilmesi, ibadet vakitlerini gösteren uygulamalar konulması ya da ulusötesi bir hamburger firmasının yerel tat ve aromalara izin vermesi hep neo-liberal paradigma içinde yer alıp almadığıyla ilgilidir. Dolayısıyla, Wakanda gibi bir ülkeye sahip olunabilir; ama bu ülke öncelikle gözlerden uzak, herkesin ulaşamayacağı bir hayal olarak kalmalıdır. Wakanda’da hastalıklar klasik Afrika anlayışından farklı olarak sihir veya büyü ile değil teknoloji ile tedavi edilebilir; ama ulaşım, herhangi bir kaosa sebep olmadan uçan araçlarla gerçekleştirilebilir. Bu ülkenin kralı Amerika Birleşik Devletleri’nde sıradan bir insan olup babasının yıllar önce Birleşmiş Milletler binasında kardeşini öldürerek ele geçirdiği tahta babasının ölümünden sonra sahip olabilir. Daha sonra kuzeni tarafından bir meydan okumayla bu tahtı yitirebilir fakat ölümden kurtulup geri dönerek tekrar kral olabilir. Güney Kore sokaklarında James Bond benzeri araba kullanabilir. Bu bağlamda, Black Panther’in klasik bir süper kahraman filminden siyah insanların ve siyah kültürün mümkün olabilecek en müspet temsili ile siyah insanlara aslında “radikal” olmamayı ve “beyaz sahipler” yerine geçecek “siyah sahipler” olmayı amaçlamanın pek mantıklı olmayacağı fikrini vererek mevcut neo-kolonyal düzen içinde kalmayı öğütlediğini ifade etmek mümkündür. Gerçi beyaz tahakkümü yerine siyah hegemonyasını tercih etmek zorunda kalmayıp dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirecek sosyal adaletin yaygınlaştırılmasını arzu etmek daha mantıklı görünmektedir. Zaten “dünya beşten büyüktür” iddiası da bu minvalde anlaşılırsa birilerinin birileri üzerinde tahakküm kurmasının önüne geçilebilir. Nitekim MalcolmX’in 3 Aralık 1964’te Oxford Üniversitesi Student Union’da yap-tığı bir konuşmada belirttiği gibi “Bir melek gibi yaklaştığı halde şeytandan başka hiçbir şey olmayan insanlara nazaran, kötü de olsa düşüncesini açıkça söyleyen insanlara daha çok saygı duyarım” (Amazing Facts Aboutthe Negro). Yani sadece siyah, Asyalı, Latin Amerikalı veya kadın oldukları için değil ancak sosyal adaleti temin etmeye çalıştıkları için saygı duyulabilir.

Tabii Wakanda gibi herkesin ulaşmayı arzu edeceği ütopik bir ülke fütüristik ideolojiler için de bir örnek teşkil edebilir; mesela, Siyonistler için sanki bir siyah Altneuland gibi algılanabilir (LahavHarkov, “Black Panther” is a Great Zionist Movie, Tablet Magazine). Filmde Wakanda’nın dün-yaya neler sunabileceği irdeleniyor. Bugünkü İsrail’in sahip olduğu teknolojiden başkalarını faydalandırması bir yana, Gazze’de zulüm ve eziyet aracı olarak kullanması söz konusu durumun gerçekleşmesinin mümkün olamayacağına dair dikkate değer bir örnek teşkil eder.

Sinematografik kalitesi, tarihin en yüksek açılışlarından birisini elde etmiş olması ve seyirciye “bir başka dünya mümkün” inancını aşılaması yanında dünyadaki siyahların “kendilerine ve çocuklarına rol model” oluşturmasına pozitif olarak bakılabilir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki etnografik olarak “öteki”nin temsili yine antropolog tarafından yapılmakta ve “öteki” ancak onun münasip gördüğü ölçüde sesini duyurabilmektedir. Black Panther filmi de olsa olsa bir “Siyah Hollywood” filmi olmaktan öteye gidememektedir. Bir başka deyişle neo-liberal düzende kapitalizm kazanmaya devam etmektedir.

@alimuratyel