Normalleşme ile marjinalleşme arasında CHP'nin referandum taktiği

Öner Çubukçu / Yazar
18.03.2017

Referandum neticesinde hayır çıkmasının yaratacağı sinerji CHP’nin geleneksel tabanını yeni stratejinin peşine takmış olacak. Evet çıkması durumunda ise referandum kampanyası sürecinde yaratılmaya çalışılan “geniş cephe” arayışı derinleştirilmiş olacak ve anayasa değişikliği ile iki partiliye dönüşeceği öngörülen sistemde CHP’ye bir alan yaratmış olacak.


Normalleşme ile marjinalleşme arasında CHP'nin referandum taktiği

1950 seçimleri Türkiye siyaseti açısından gerçek bir karbon kağıdı olmuştur denilebilir. Zira bu seçimler öncesinde seçim propagandalarında ve beyannamelerinde, CHP ve DP arasında ciddi bir farklılık söz konusu değildir. Feroz Ahmad bu seçim sürecinden her iki partinin liberal ekonomi ve siyaset söyleminde birbiriyle yarış içerisinde olduğu, çıtayı daha da üst noktaya taşımaya çalıştığı, aslında iki partinin birbirinin aynı haline geldiği bir seçim süreci olarak bahseder. Ve fakat seçimin neticesini bu seçim kampanyaları değil tek parti iktidarının sosyal sermayesi (belki daha doğru bir ifadeyle faturası) belirleyecektir. CHP açısından tam bir şok olan seçim sonuçları, 1947 Kongresi sonrasında önemsizleşen “Altı Umde”nin yeniden gündeme gelmesini sağlayacaktır çünkü CHP 1950 seçimleri sonrasında boşlukta asılı duran bir cisim halini almıştır. Bu tarihten itibaren CHP yeniden sivil-asker bürokrasiye yaslanan bir parti olma kimliğini güçlendirecek, siyasal söylemlerini büyük ölçüde Atatürk devrimlerinin korunması, laiklik savunuculuğu temeline oturtacaktır. Bu diskur CHP’ye toplumsal destek kazandırmasa da bir varoluş nedeni sağlamaktadır.

1960 Darbesi CHP’nin sivil-asker bürokrasinin partisi olma kimliğini güçlendirmiştir. Darbeyi gerçekleştiren heyetin yol gösterici belgesinin “İlk Hedefler Beyannamesi” olması bir tarafa, MBK’nın seçimler sonrasında hükümeti CHP’ye vermek için müdahale etmesi, özellikle askerî bürokrasinin üst kesimlerindeki yönelimi göstermesi bakımından önemlidir. Bununla birlikte darbe CHP’ye ihtiyaç duyduğu varoluşsal nedeni değil bahaneyi verecektir. İhtiyaç duyulan ideolojik yenilenme gerçekleştirilemediği gibi partinin bürokrasiye dayanan kimliği darbe sonrasında halk ile CHP’nin irtibatının iyice zayıflamasına sebep olacaktır. İşte tam da bu yüzden Ortanın Solu söylemi çok önemlidir.

1960’lı yıllar Türkiye’de sosyalist hareketlerin kamusal görünümünün arttığı, siyasal etkisinin artmaya ve biçimlenmeye başladığı bir aralığı ifade etmektedir. Bir grup sendikacı tarafından kurulup daha sonra yönetimi aydınlara devredilen Türkiye İşçi Partisi bu sürecin en dikkat çeken figürü olacaktır. TİP’in 1965 seçimlerinde Meclis’te bir grup oluşturması siyasal etkisinin ve görünürlüğünün de artmasını beraberinde getirecektir. Toplumun daha alt kesimlerine dönük bir jargon kullanmasının yarattığı sinerjinin yanı sıra Kemalizmin esasen anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı bir ideoloji olduğu iddiası üzerinden sosyalizmle kurulan irtibat CHP’nin geleneksel tabanından küçük burjuva radikalizmine açık aydın kesimlerin TİP’e yönelmeleri neticesini doğuracaktır. Bu çerçevede Ortanın Solu söylemi TİP’in yarattığı bu dalgalanma ile CHP’de bir ideolojik dönüşüm fırsatı yaratmıştır. Ancak Ecevit ile İnönü arasında Ortanın Solu’nu anlama bakımından önemli bir farklılık olduğu görülmektedir. Millî Şef İnönü, Ortanın Solu söylemini TİP’in etkisini kıracak bir paratoner olarak benimsemiş gibidir:

“Bizim başlıca rakibimiz solumuzda bulunan TİP’tir. Dış politikada ve iç politikada bizden en uzak ve bizimle açık kapalı mücadele eden TİP’tir. Onun dış politikasını memleketin menfaatlerine tamamen aykırı buluyoruz.” (İsmet İnönü’nün CHP Kars İl Kongresi’ne gönderdiği mesaj, Nisan 1968).

Ecevit ise Ortanın Solu söylemini CHP’nin bir çeşit rehabilitasyonu şeklinde değerlendirme eğilimindedir. Bu sebeple gerektiğinde tüm kırmızı çizgilerin tartışılması ve eleştirilmesi taraftarıdır. Ecevit’in bu yaklaşımını Kurtul Altuğ’un şu anekdotu daha anlaşılır kılabilir:

“CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, 1965’ten sonra bir gün toplanan ve İsmet Paşa’nın başkanlık ettiği bir CHP Meclis’inde konuşurken: ‘Mustafa Kemal bir üstyapı devrimcisidir’ dediğinde, CHP içinde bulunan 27 Mayıs Devriminin iki önemli siması ve o sıralar milletvekili olan Orhan Kabibay ve Orhan Erkanlı oturdukları yerden: ‘- Ne demektir bu; yoksa Atatürk’ü de mi inkar edeceksin’ dediklerinde, İsmet Paşa’nın gözleri önünde Ecevit: ‘Elbette gerekirse, onu da yaparız’ dedi.” (Kurtul Altuğ, “Redd-i miras”, Gözcü, 2 Eylül 2004.)

Ortanın solu açılımı

CHP’nin Ortanın Solu açılımı sosyalist soldaki devrim stratejisi tartışmalarının da göbeğine oturacaktır. Milli Demokratik Devrim (MDD) ve Yön çizgisi CHP’nin devrim sürecinde bir müttefik olabileceğini savunurken sosyalist devrim çizgisi CHP’ye devrim sürecinde kesinlikle rol vermemektedir. Bunun sebebi devrimin muhtevasının ne olacağı meselesinde gizlidir. Sosyalist devrim tezine göre Türkiye’de feodal yapılar var olmakla birlikte etkisini yitirmiştir, bir sınıf olarak telakki edilemez ancak emperyalizmin işbirlikçisidirler. Bu çerçevede anti-emperyalist bir mücadele feodal yapıların yok edilmesi açısından da yeterli olacaktır.

MDD çizgisine göre ise devrim stratejisi anti-emperyalist, anti-kapitalist ve anti-feodal çizgide olmalıdır çünkü feodal kalıntılar sadece emperyalizmin işbirlikçisi değil aynı zamanda sosyal bir sınıftır. MDD çizgisinin bu yaklaşımı CHP’de belirginleşen küçük burjuva reformist tavrın önemsenmesini, daha da kesin bir şekilde ifade edilecek olursa Kemalizmin önemsenmesini beraberinde getirecektir. Mihri Belli’nin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde verdiği bir konferansta söylediği “sosyalizm ve Kemalizm arasında Çin seddi yoktur” lafı CHP’ye ve CHP’de belirginleşen sivil-asker bürokrasinin burjuva reformist karakterine verilen önemin ilginç bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Bu bağlamda Ortanın Solu yaklaşımı da bir örgüt öncülüğüne gerek olmadığını savunan geniş cephe stratejisi tarafından önemsenmektedir. TİP’e yöneltilen aydın-bürokrat sınıfın dışlandığı-küstürüldüğü eleştirisi hatırlandığında bu durum daha iyi anlaşılabilir. 1

Bu arbededen, CHP içerisindeki tartışmalar da unutulmamak kaydıyla, Ecevit’in Genel Başkan olarak çıkması ve CHP’de sol jargonun renginin koyulaşması, kırsal kesimlere dönük popülist söylemler, Ecevit’in afyon ekim yasağı dolayısıyla ABD’ye meydan okuması geniş halk kesimleriyle CHP arasında kırılgan da olsa bir angajmanın tesis edilmesini sağlayacaktır. Zira Ecevit’in İnönü ile düştüğü çelişkinin temelinde partinin halkla ve aydınlarla kurduğu ilişkinin muhtevasına yönelik eleştirel tutum vardır. Partinin sosyalizme açık söylemlerinin renklerini yoğunlaştırmaya başlaması sosyalist soldan belirgin bir destek almasını, en azından sosyalist solun CHP’ye güncel siyasal gelişmeler dolayısıyla “buruk evet” demesini beraberinde getirecektir 2 ve CHP’nin serbest seçimler döneminde aldığı en yüksek oy oranına 1977 seçimlerinde ulaşmasını sağlayacaktır. Diğer bir deyişle Ortanın Solu yaklaşımı CHP’nin tarihsel angajmanlarından belirgin biçimde uzaklaşması ve bunun neticesinde oy oranını arttırması olarak değerlendirilebilir. Ancak Ecevit’in bu kendi kendini öldürecek olan başarısı CHP’de romantik bir kırılma yaratacaktır. Liderler ve lider kadroları bir ayaklarını sert bir şekilde sabitleyerek sürekli bu başarıyı yakalayacak açılımların peşinde olacaklardır. Baykal’ın çarşaf açılımı, Kılıçdaroğlu’nun “Dersimli Kemal” çıkışı Ecevit benzeri bir sinerji yaratmayı amaçlamıştır. Ancak temel olarak “rejim bekçiliği” angajmanından kurtulamadığı için CHP aynı CHP olmayı sürdürmüştür.

Geniş cephe tartışması yeniden

CHP’nin referandum kampanyasındaki stratejisi tartışması CHP’de yenilenme arayışını yeniden gündeme getirmiş gözükmektedir. CHP’de, tabanında oldukça yoğun bir şekilde dile getirilmesine rağmen, yönetici elitin geçmiş seçim kampanyalarında kullandığı laiklik tehlikede, Atatürk devrimleri elden gidiyor gibi tartışmalara girmiyor olması, referandumdan hayır çıkarsa hiçbir şeyin değişmeyeceği, her şeyin aynı şekilde devam edeceği gibi normalleştirici bir dil kullanması çokça tartışılıyor.

Bu tartışma aslında CHP’nin uzunca bir süredir devam eden toplumsal taban arayışının bir uzantısı gibidir. Lider kadrosu CHP’nin yaslandığı toplumsal kesimlerin genişlemesi gerektiğini düşünüyor. Bunu bir cephe stratejisinden ziyade söylemin esnekleştirilmesi ile küçük grupların entegre edilmesi şeklinde gerçekleştirmenin yolları aranıyor. Diğer taraftan kendi tabanını da kaybetmeme kaygısı taşıyor. Ancak bu arayış, Ecevit örneğinde görüldüğü üzere teorik bir şekilde ve bütünlüklü olarak ortaya konulamıyor çünkü mevcut CHP yönetimi bu süreci yürütebilecek entelektüel derinliğe sahip görünmüyor. Dolayısıyla süreç oldukça pratik ve dolayısıyla karikatür bir takım çıkışlar üzerinden yürütülüyor.

7 Haziran seçimlerinde CHP ile HDP arasında bir oy geçişkenliğinin olabileceğinin görülmesi aslında CHP açısından çok daha endişe verici bir duruma işaret ediyordu. Bir bakıma HDP’nin 1960’lı yıllarda TİP’in CHP için yarattığı tehdide benzer bir tehdit vadettiği söylenebilir. Ancak HDP’nin PKK’nın yarattığı şiddet sarmalının katalizörü gibi hareket etmeye başlaması ve 7 Haziran sonrasında hendek siyasetinde boğulması CHP açısından bu tehdidi bertaraf etti. Bu bakımdan CHP’nin referandum sürecinde izlediği politikalar HDP’ye kayma potansiyeli olan eğitimli kesimlerle seküler-Kürt siyasetini çevrelemeyi amaçlar gözüküyor.

Tam bu noktada CHP’nin stratejisi açısından referandumdan evet ya da hayır çıkmasının çok önemli olmadığı da iddia edilebilir. Kılıçdaroğlu’nun esas amacı CHP’yi son kullanma tarihi geçmiş bir ideolojinin buyurganlığından ve şekillendiriciliğinden kurtarmak olabilir. Referandum neticesinde hayır çıkmasının yaratacağı sinerji CHP’nin geleneksel tabanını yeni stratejinin peşine takmış olacak. Evet çıkması durumunda ise referandum kampanyası sürecinde yaratılmaya çalışılan “geniş cephe” arayışı derinleştirilmiş olacak ve anayasa değişikliği ile iki partiliye dönüşeceği öngörülen sistemde CHP’ye bir alan yaratmış olacak.

Kemalizmin sol kroşesi

Sol kesimlerde CHP’den beklenti ise bir cephe stratejisi ile hareket etmesi. Anlaşıldığı üzere CHP’nin genişleme stratejisi solda beklentileri karşılamamış durumda. Mülkiye Mektebinden ihraç edilen öğretim görevlilerinden Prof. Dr. İlhan Uzgel bu beklentiyi verdiği bir röportajda şöyle dile getiriyor:

“Maalesef muhalefet seküler güçleri toparlayabilseydi, yalnızca siyasi parti olarak değil, seküler toplumsal tabanı ve kitleyi demokratik bir çizgide, yalnızca laiklik çizgisinde değil, demokratik bir çizgide toparlayabilseydi, AKP’ye karşı daha güçlü bir direnç oluşabilirdi. Yani yanına sivil toplumu da burjuvaziyi de belki Kürt siyasetini de alabilseydi. Çünkü CHP’nin ana muhalefet partisi olarak böyle bir özelliği var. Bir ucu seküler Kürt siyasetine, bir ucu da seküler milliyetçi siyasete dokunabiliyor. Bu çok önemli bir özellik. Yani bu hattı çizebilseydi, bu hattı kurabilseydi AKP’nin işi çok daha zor olacaktı.”

Ecevit ve Turan Güneş Nisan 1962’deki Parti Meclisi toplantısında özetle “Bu CHP değişmelidir!” demişlerdi. Aradan geçen 55 sene CHP’de çok fazla şeyi değiştirmemiş gözüküyor: Bir toplumsal taban arayışı devam ediyor, tam bulundu sanıldığında Kemalizmin sol kroşesiyle sendelenip başa dönülüyor. Referandum kampanyası CHP’ye bu açıdan yeni bir siyasal dil inşa etme şansı verdi ve CHP liderliği bu siyasal dili prematüre bir şekilde de olsa kurma gayreti içerisinde. Bu referandum kampanyasını CHP’nin sadece referandumdan hayır çıkmasına dönük bir kampanya olarak değil referandum neticesi ne olursa olsun sonrasında kendisini kurmaya dönük bir kampanya olarak okumak daha makul. Burada önemli olan nokta CHP’nin genişleme stratejisinde mi ısrar edeceği yoksa solundan gelen baskı neticesinde geniş cephe stratejisine mi yöneleceği. Genişleme stratejisi CHP’nin normalleşmesine vesile olabilir. Geniş cephe stratejisi ise marjinalleşmeyi beraberinde getirecektir.

[email protected]

1 CHP’nin 1960’larda solda yarattığı derin tartışmalarda İdris Küçükömer’in perspektifi belli noktalarda güncelliğini koruyor olması bakımından da önemlidir. Ant dergisinin 127.sayısındaki “CHP kendisine Karşı mı?” başlıklı makalesinde şöyle diyor Küçükömer:

“(...) hem bürokratik geleneği hem de onun Türkiye’ye getirdiği kapitalist batı ideolojik kurumlarını temsil ediniz ve hem de belirmeğe başlayan sınıf ayrımlarını dikkate almadan oy peşinde devrimden söz ediniz. Bu açık bir çelişkidir. Bu yolda bir Ortanın Solculuğu Türkiye halkı için ‘batılılaşma’ kadar mistik bir solculuktur.

(...)Mütemadiyen Mustafa Kemal sayıklamayınız. Ya da sayıklar gözükmeyiniz. Mustafa Kemal’i artık tarih içindeki yerine bırakınız. Devrimcilik adama tapınma ile olmaz.

2 İlginçtir, Ecevit’in söyleminde sol rengin koyulaşması özellikle askerî bürokrasinin yüksek rütbeli kanadının büyük ölçüde CHP’den soğumasına sebep olacaktır