PKK / YPG'nin Avrupa öfkesi

Doç. Dr. Bünyamin Bezci / Sakarya Üniversitesi
17.03.2018

PKK odaklı cami yakma girişimlerinin sosyalist materyalizmden kaynaklandığını tahmin etmek zor değildir. Diğer taraftan sosyalist teori gereği dinin toplumların bilincinde bir yabancılaşmayı temsil ettiğini düşünmeleri yakma olayını kolaylaştırmaktadır. Fakat herhalde en önemli neden Müslümanların Türkiye’deki iktidarın uzun eli olduğunu düşünmeleridir.


PKK / YPG'nin Avrupa öfkesi

Avrupa ateşe verilme şantajı ile karşı karşıya, gergin bir bekleyiş içine girmiştir. PKK uzun zamandır sistemli bir şekilde Avrupa’daki camileri yakmaktadır. Bir taraftan da yolları tıkayarak Avrupa’ya mesaj vermektedir. Yolları tıkayan adamlar ateşe de verebilir mesajını alan Avrupa, uzun zamandır olaylara sessiz kalmıştır. Fakat olaylar artık sistematik bir hal alınca antisemitizm ve İslamofobi sorumluları harekete geçmek, olayları kınamak zorunda kalmıştır. Fakat neden camilere saldırdıkları konusu açıklama istemektedir.

PKK kuruluşu itibariyle milliyetçi bir sosyalizmle mayalanmış bir terör örgütüdür. Özellikle Türk sosyalizmi olarak sol Kemalizm içinde etnik, mezhebi veya cinsiyet ayrımlarının tabu olarak konuşulmadığı 60’lar ve 70’lerde bu duruma iki terör örgütü karşı çıkmıştır. Biri İbrahim Kaypakkaya’nın DHKP-C’si diğeri de PKK. Biri Kürt Alevi kimliğini sosyalizmle yoğurarak diğeri ise Kürt Sünni kimliğini sosyalist sosa bulayarak ortaya çıkmışlardı. Ezilenlerin sesi olduğunu iddia eden her iki yapılanmanın da temel motivasyonu birer yaralı bilinç halidir.

Yaralı bilinçler kinle yoğrulan bilinçlerdir. Kaybetmiş olmanın karşısında daha iyi nasıl olabiliriz diye düşünmezler. Yani onların hedefi muasır medeniyetler seviyesine yükselmek değildir. Onlar öç almak isterler. Bu nedenle 70’li yıllardan beri sorunun temelinde ekonomik geri kalmışlığı gören-er son yıllarda yapılan yatırımlara rağmen Kürt ahalisinde neden bir memnuniyet yaratamadıklarını anlayamamıştır.

Kaynağı sosyalist materyalizm

Türkiye’deki Kürt siyasallığı zamanla milliyetçi asabiyetini korumuş ama sosyalist asabiyetini yitirmiştir. Avrupa’daki Kürtler ise sosyalist asabiyetlerini korumaktadır. Hatta çoğu zaman tam da bu niteliklerinden dolayı Avrupa kamuoyu tarafından sempatiyle karşılanmaktadırlar. Fakat Avrupa için vazgeçilmez olan Kürtler değildir, konforlarıdır. Kendi modern ve aydınlanmacı ilkeleri bile konforlarını tehdit ettiğinde onları da terk edebi-lir ya da askıya alabilirler. Özellikle terör olayları karşısında tereddütsüz ilan ettikleri olağanüstü haller ve haklar, düzeninin askıya alınması kamuoyunu çok da rahatsız etmemektedir.

PKK odaklı cami yakma girişimlerinin sosyalist materyalizmden kaynaklandığını tahmin etmek zor değildir. Diğer taraftan sosyalist teori gereği dinin toplumların bilincinde bir yabancılaşmayı temsil ettiğini düşünmeleri yakma olayını kolaylaştırmaktadır. Fakat herhalde en önemli neden Müslümanların Türkiye’deki iktidarın uzun eli olduğunu düşünmeleridir ki bu aslında çok haksızca bir çıkarımdır. Zira Avrupa’da yaşayan herkes zamanla melez bir bilinç kazanır ve en radikalleri bile oradaki konforu başka bir şeye tercih etmez. Bu nedenle Avrupa’daki Müslümanlara dönük en haksızca önyargı onların iktidarın eli kolu olduğunu düşünmektir.

Biz burada yaşayanlar Avrupa ile daha farklı bir ilişki içindeyizdir. Modernleşme ile kaybettiğimizi anlasak da kabullenmiş değilizdir. Bir sömürge geçmişi olmayan Türk asabiyeti zafer kültürü ile yoğrulmuştur. Yas kültürü ile değil. Bu nedenle öç almaya değil, telafi etmeye çalışırız. Bizim için hedef yeniden muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktır. Bu nedenle devletin bekasını ideolojilerden daha fazla önemsemekteyiz. Avrupa karşısında her zaman ikincil konumda kalan halklarda ise yas ve kinle karışık öç alma eğilimi daha yüksektir. Camilerin toplumu cem eden mekanlar olmaktan çıkarak öç mekanları oluşu ise yeni bir olgudur.

Avrupa’da yaygın İslamofobi Müslümanları ötekileştirmekte tarihsel bir tecrübeye sahip olduğundan onların mekanlarını da yakmaktan geri durmamaktadır. Hatta yakma ayinlerinin cadı yakmaya kadar giden antik Avrupa geleneğinden kaynaklandığını tahmin etmek de zor değildir. 20. Yüzyılın başında bizler gömmeye çalışırken onlar çöplerini de yakıyorlardı. 21. Yüzyılın başında bizler halen ölülerimizi gömerken onların çoğu yakmayı akletmişti. Fakat PKK’nın yakmayı adet edinmesi başka bir olgudan beslenmektedir. Türkiye’nin yükselen gücüne duyulan kin ve geri kalmışlığın yasıyla yoğrulmuş intikam duygusu.

Bu kindar politika bazen iktidara bazen de orduya hatta topluma karşı yönelmektedir. Avrupa’daki gösterilerde karşı söz söyleme hakkını kullanmak isteyen Türkler hemen PKK şiddetiyle karşılaşmaktadır. Avrupa kamuoyunun sempatisinden beslenen şımarıklıkla barışçı bir şekilde düşüncelerini dile getirenler dövülmekte ya da varsa işyerleri kundaklanmaktadır.

Kürt jakobenleri

Avrupa için de yeni bir olgu olduğundan muhtemelen İslamofobikler bile durumu şaşkınlıkla karşılamaktadır. Gerçekten de PKK camileri yakmaya devam edecekse ellerini işe bulamaya hacet bulunmamaktadır. Olayın diğer boyutu ise cami yakmalara karşı dindar Kürtlerin nasıl tepki verdiğidir. Şimdiye kadar görünen o ki özellikle politize olmuşlarındaki yara da derindir. Fakat bu yaralı hal otantikliğini koruyan Kürt ahalisinin derdi değildir. Kürt jakobenlerinin iktidar düşmanlığı derin yaralar oluşturmuş gibi görünmektedir. İflah olmaz bir Ak Parti düşmanlığı olan biten karşısında en azından bir suskunluk oluşturmaktadır.

Meselenin Afrin’le bağlanması ise anlamlı değildir. Zira terör dünün hikayesi değildir. Afrin üzerinden kazanılmaya çalışılan etik üstünlük cami yakmayı meşru kılamaz. Zira camiler bu coğrafyanın insanının ortak değerleri ve mekanlarıdır. İktidarın aletleri değildir. Yakılan camiler arasında ayrım gözetmemeleri de PKK’nın bu toprakların kimliğinden ne kadar koptuğunun göstergesidir. Zira yakılan camiler arasında Ak Parti iktidarına eleştirel bir mesafede duran Milli Görüş ve Süleymancıların camileri de vardır. Dahası DİTİB cemaatinin ne kadar Ak Partili olduğu tartışmalıdır. Bu nedenle sorunun Türkiye’nin yükselen gücü ve bu gücün orduda yansıması olduğu açıktır. Afrin olmasa Diyarbakır’daki devletin hakimiyeti de sorun olacaktı.

Gerçekten de antik dönemleri zihinlerde bile yeni aştığımız bugünlerde bir ülkenin gücünü toplumsal birliğinde ve sahip olduğu teknolojisinde görmeye başladık. Ahmet Rıza’nın Durkheim’dan mülhem İttihat ve Terakkisini ancak anladık. Zira terakki adına topluma sırtını dönen Kemalistler aslında terakkinin önündeki en önemli engeli oluşturmuşlardı. 28 Şubat’ta bile antik bir formül olan “Güçlü ordu güçlü Türkiye”den medet ummuşlardı. Oysa modern dönemlerin formülü açıktır. Güçlü/yerli bir toplum ve milli bir ekonomi/teknoloji güçlü Türkiye demektir. Ordunun güçlü olması sonuçtur sebep değil. Ürettiğin kadarıyla güçlü bir ordun vardır.

PKK’nın ve Avrupalı müttefiklerimizin, dostlarımızın değil, anlamakta zorlandığı artık Prens Sabahattin’in teşebbüsü şahsi yani girişimcilik eksikliğinin karakterimiz olduğu dönemleri geride bıraktığımızdır. Zira psikologlar haklıysa insanda değişmeyen mizaçtır, karakter değil. Mizacımız bilenmiş bir bilinçle mücadelemizdedir. Mücadelemiz muasır medeniyet seviyesine ulaşmak amaçlıdır. Bu halimizle Rus kazaklarına ve Tokugawa samuraylarına daha çok benziyoruz.

Avrupa’nın Müslüman nüfusa ihtiyacı

PKK ise öfkesini Avrupa’da cami çıkararak dindirmeye çalışmaktadır. Sosyalist ve materyalist zihin dünyasına sahip öz mayasına uygun bir performans sergilemektedir. Fakat bu performansı buradakilerin gözünde PKK’yı etik olmaktan çıkaracak-tır. Afrin üzerinden Avrupa’da yakaladıkları etik performansı da Avrupalıların konfor talebi karşısında kaybedeceklerdir. Zira Avrupa halen sempatiyle karşılasa da PKK kredisini Avrupa’da kargaşa çıkararak düşürmektedir. Avrupa için PKK bizlerin baş belası olduğunda anlamlıdır, kendi baş belaları haline geldiğinde katlanılmazdır.

PKK’nın göremediği hususlardan biri de Avrupa’nın Müslüman nüfusa olan ihtiyacıdır. Zira yaşlanan Avrupa nüfusunun Avrupa ekonomilerini ayakta tutma imkanı kalmamıştır. AB’nin Doğu Avrupa’ya açılması bu ihtiyacı karşılar nitelikte değildir. O nedenle Avrupa’daki Müslüman nüfus için kendi liberal ilkeleriyle uyumlu bir “Avrupa İslamı” yaratmaya çalışmaktadır. Göçle yeni gelenleri de bu ilkeler sistemiyle terbiye etmeyi amaçlamaktadır. Ehlileştirilmiş ve nitelikli göçmenlerle zenginleştirilmiş bir Müslüman nüfusu rahatsız etmek Avrupa’nın da çıkarına değildir. Bu nedenle Müslümanlarla ilgili bütün hususlar güvenlik meselesi olarak görülmekte ve İçişleri Bakanlığına havale edilmektedir. PKK’nın öfkesi Avrupa’da Müslümanlar ile kurulan dengeyi sarsmaktadır. Ki bu dengenin içinde, istenenden fazlası gelmesin diye aba altından İslamofobi göstermek de vardır.

PKK ise hem Suriye’de sahada güç yitirmekte hem de Avrupa’daki etik üstünlüğünü sorgulanır kılmaktadır. Bir nevi cami duvarına bevletmektedir. Avrupa’daki Müslümanlara düşen ise sabırdır. Her yanan caminin daha güzeliyle ikame edilmesidir. Bu metanet de Avrupa Müslümanlarında yeterince vardır.

[email protected]